Zamanın fiziki ve biyolojik boyutlarının yanında toplumsal boyutu da vardır. Toplumsal boyutta zaman bir olgunlaşma, bir fark edişi ifade eder. Bu olgunlaşma ve fark edişi sağlayan en genel manada yine toplumsal gelişmelerin kendisidir. Tarihsel olduğu kadar güncel durumda da bunu izlemek mümkündür.
Siyasi literatürde ‘devrim’ olarak ifade edilen gerçeklik zamanın bu toplumsal boyutudur. Devrim; zamanı geçmiş fikir ve sistemlerin aşılma gücü ve çalışmasının, onun iradesinin kendini var kılmasıdır. Bu var olma hali siyasal çalışmaları ifade eder. Diğer bir deyişle mücadele öncülüğünün ortaya çıkmasıdır. Toplumun kendisi ve direnişi ise sürekli var olma halindedir. Dolayısıyla zaman bir hareket halini, var olanı harekete dönüştürme halini ifade eder. Var olan toplumsal gerçekliktir. Onun direngen yapısıdır. Bu gerçekliği harekete geçiren ve dönüştüren de mücadeleye öncülük eden kesimdir. Yani önde yürüyen devrimcilerdir.
Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye boyutunda bu gerçekliğe bakılarak doğru ve yanlış yönlerimiz, yaklaşımlarımız ortaya çıkarılmalıdır. Burası anlaşılmadan gelişme kaydetmek mümkün görünmemektedir.
Halkın kendisi en son AKP-MHP faşizminin tüm toplumu teslim alarak mutlak hakimiyetini sağlamasına geçit vermeyerek var olduğunu ve direnişi esas aldığını ortaya koymuştur. Bunu her gün dozajı yükseltilen ve toplumun geneline yayılan baskı, tutuklama, cezalandırma ve katletme uygulamalarından anlamaktayız. Eğer faşizmin beklediği şekilde bir teslimiyet, kabulleniş yaşansaydı bu uygulamaların dozajı düşürülecekti. Oysa tersi bir durum yaşanmaktadır. Faşizmin baskı politikaları artarak devam etmektedir. Demek ki toplumsal direniş hala kırılamamıştır. Direnen ve bunda son derece ısrarlı olduğu anlaşılan bir toplumsal gerçeklik söz konusudur. Zaten faşizm dahil hiçbir sınıflı sömürgen anlayış ve sistemin toplumu kolay kolay teslim alması mümkün değildir. Tarihte bunun örneği yoktur. Ama tersi durumda tarih en zalim, baskıcı, despotik uygulamalara karşı halkların direnişi, direnişiyle zincirleri kıran ve özgürlüğe yürüyen örneklerle doludur. Bu gerçeklik Ortadoğu’da çok daha fazladır. Direniş ve direnişle şekillenen toplumsallık adeta Ortadoğu gerçekliğinin temel karakteri durumundadır. Başta Kürt toplumunda olmak üzere tüm Ortadoğu toplumlarında bu gelenek güçlüdür. Bunu tüm insanlık için genelleştirmek yanlış olmayacaktır.
Teslim olmayan ve özgür yaşam arzusunda ısrar eden toplumsal gerçeklik iyi anlaşılmalıdır. Bunları söylerken elbette faşizmin kendi kendine aşılacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Tam tersine sınıflı sömürgen uygarlık sistemleri tarihte olduğu gibi şimdi de toplumu tümden yutmak için baskı ve kontrol mekanizmalarını geliştirmekten geri durmamaktadır. Bunun en maksimum düzeyde geliştirilmek istendiği bir çağı yaşıyoruz. Zaten bir sömürü düzeni söz konusudur.
Burada eksik kalan toplumsal gerçekliğin bu boyutunu kavrayan, kendini buna göre hazırlayan, bunları sağladıktan sonra toplumun bu direngen duruşunu, yani özgür yaşam arzusundan vazgeçmeyip teslim olmayan duruşunu mücadeleye sevk ederek toplumsal dönüşümü gerçekleştirecek olan öncülüktür. Kuşkusuz gerçek anlamda öncülüğün olmayışıdır. Bu da bahsettiğimiz şekilde bir anlama ve kendini hazırlama olarak anlaşılmalıdır. Öncülük, doğru bir bilinç ve yeterli bir siyasal örgütsel donanım olayıdır. Alışılan anlamda nicel çokluk ve imkanlar belirleyici değildir. Bunu tarihsel ve çağdaş devrim hareketlerinde olduğu gibi güncelde Kürdistan Devrim Hareketi’nde ve Rojava gerçekliğinde görebiliriz. Kürdistan Devrim Hareketi nicel çokluğa ve imkanlar dizgesine sahip değildi. Bunlar son derece kısıtlıydı. Rojava’da Kürtlerin bu anlamda hiçbir birikimi yoktu. Öncesinden kalma bir siyasal, askeri, ekonomik vb. hiçbir şey yoktu. Ama diğer anlamda hazırlıklıydı ve bundadır ki gelişme yaratabildi. Hazır olan toplumsal direnişe öncülük etmesi gerekenlerin zihniyet düzeyleri ile esas aldıkları siyasal çizgileriydi.
Esasında tıpkı toplumun bitmeyen var olma halinde olduğu gibi onu harekete geçirecek olan öncü de hep vardır. Lakin tam da burada önde yürümesi gerekenlerin bilinç, yani anlama biçimleri ile siyasal ve örgütsel donanımları belirleyicidir. Olumlu durumda dönüştürücü ve dolayısıyla geliştirici bir rol oynayabilmektedir. Ancak olumsuz durumda da tersi bir gelişmeye neden olmaktadır. Daha açık bir deyişle esas mesele öncülerin olmayışı değil, öncülerin, önde yürüyenlerin bu bahsettiğimiz durumu söz konusudur. Mevcut durumda böyle bir gerçekliği yaşadığımız, toplumun teslim olmayan duruşu karşısında öncü olan kesimlerin yetersiz kaldıkları anlaşılmaktadır. Vaziyet bu ise yapılması gereken doğru ve derinlikli bir sorgulama ve bu şekilde doğru ölçülere varma olmalıdır. Bu yapılmalıdır ve yapılırken de mücadelenin bütünlüğü ve gelişmesi kaygısı dışında hiçbir hesap içerisinde olunmamalıdır. Bunun gereği de yoktur zaten. Dün olan ve hala yeni gibi görünen tutuculaşmıştır. Tutuculuk aşılmalıdır. Kimse de tutuculukta şu veya bu hesapla ısrar etmemelidir.