“23 yıl oldu. Deprem için yöneticiler 23 adım attı mı? Bu sorunun yüzde 23’ü çözüldü mü? Ne yazık ki iktidar kalıcı çözüm üretmek üzere çok fazla söz söylüyor, ancak uygulamada bunun karşılığını somut olarak göremiyoruz”
Yadigar Aygün
17 Ağustos 1999’da meydana gelen ve Gölcük Depremi olarak da adlandırılan Büyük Marmara Depremi’nin üzerinden 23 yıl geçti. 7.8 büyüklüğünde olan depremde resmi rakamlara göre 18 binden fazla yurttaş yaşamını yitirirken, 50 bine yakın yurttaş da yaralandı. 5 bin kişi depremde kayboldu ve hala bulunamadı. Depremde 133 bin 683 yapı hasar gördü ve yaklaşık 600 bin kişi evsiz kaldı. 20. yüzyılda Türkiye’nin en büyük ikinci depremi olarak kayıtlara geçen Büyük Marmara Depremi, sanayi bölgesinde meydana geldiği için ekonomik yıkımı da bir o kadar fazla oldu. 17 Ağustos depremi “Deprem değil, çürük bina öldürür” gerçeğini bir kez daha yüzümüze çarptı. Yıkılan binaların büyük bölümünün kamusal denetimine tabi tutulmadığı için; deniz kumuyla yapıldığını, yapılırken malzemeden çalındığını, ya da zeminler jeofizik ve inşaat mühendislerince incelemeden inşa edildiği ortaya çıktı. Deniz doldurularak yapılan binaların neredeyse tamamı yıkıldı. Göstermelik olarak “sadece” birkaç müteahhit yargılandı. Ancak olayın idari yani siyasi sorumluları hiçbir zaman yargı önüne çıkarılmadı.
Toplanma alanları imara açıldı
Depremin sorumluluğunu üstlenmeyen siyasetçiler, Türkiye’yi depremlere hazırlayacaklarını söylerken; bu amaç doğrultusunda halka yeni vergiler yüklediler. Halk vergilerini ödedi, ancak toplanan milyarlarca liranın AKP iktidarı tarafından bir havuzda toplanıp başka yerlere harcandığı itirafıyla karşı karşıya kaldılar. 1999 depreminden 3 sene sonra iktidara gelen AKP, depreme hazırlık yapılması bir yana deprem sırasında toplanma alanı olarak belirlenen yerleri imara açıp, yeni düzenlemelerle kentleri kontrolsüz ve denetimsizce beton çöplüğüne çevirdi.
Depremin üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen Türkiye hala depreme hazırlıklı hale getirilmedi. Hızlı adımlar atılmazsa Türkiye olası bir büyük depreme hazırlıksız yakalanacak. Bizde bu durumu 17 Ağustos depremini yaşayan Canan Tabak ve Deprembilimci Akademisyen Dr. Savaş Karabulut ile konuştuk.
Çözümsüz bırakılıyor
Gebze Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Böl. Öğretim Üyesi ve Sismolog Dr. Öğretim Üyesi Savaş Karabulut, ülkeyi yönetenlerin Türkiye’nin hiçbir bölgesini depreme hazır hale getirmediğine dikkat çekti. Depreme karşı alınması gereken önlemlere hemen başlanması gerektiğini aktaran Karabulut, hala ortada on binlerce riskli bina olduğunu vurguladı. Karabulut, Kentsel Dönüşüm’ün sorunları çözemediğine değinerek, merkezi planlı ekonomiyi, işçiyi, emekçiyi ve ezileni merkeze alan bir düzen kurulmadıkça yani kapitalist anlayıştan vazgeçilmedikçe, bu sorun çözülemeyeceğinin altını çizdi. Karabulut, “17 Ağustos 1999 depreminde sırasında birçok fayın ardıl sıra harekete geçti ve bu faylar birbirini tetikleyerek depremin büyüklüğü arttı. 7.8 büyüklüğünde, bir dakika süren bir depremde ise 150 kilometre uzunluğunda bir fay hattı kırıldı. 17 Ağustos 1999 depreminde yaklaşık 20 milyar dolarlık finansal kayıp meydana geldi. Marmara Denizi depreminde ise nüfus ve yapılaşmayla doğru orantılı olarak en az 200 milyar ekonomik kayıp olabilir” dedi.
Bütçe ve deprem
Depremin tüm ekonomik vergi yükünün işsiz, asgari ücretli işçi ve emeklilerin sırtına yüklendiğini belirten Karabulut, sorunun Gölcük depreminden bu yana çeyrek asır geçtiği halde çözülmediğini ve ivedilikle kamucu, halkı merkeze alacak şekilde çözülmesi gerektiğini vurguladı. Karabulut, “2020 yılında Malatya, Manisa, Van ve İzmir gibi birçok yerde depremler meydana geldi. Siyasi iktidar depremden sonra ‘bu alanların konut ihtiyacını karşılayacaklarını ancak halka kredi kolaylığı ve geçici süreyle vergi muafiyetiyle bu işi üstleneceğiz’ dedi. Halkın ödediği vergi bile, karşılıksız olarak halka kullandırılmadı. Merkez Bankası’nın kasası tamtakırken, asrın büyük kıyametini bekleyen İstanbul başta olmak üzere Marmara Denizi içindeki illerin yüzde kaçının depreme hazır olduğunu idarenin açıklaması gerekiyor. Eğer depremden sonra yıkılan yapılar için konut yapılabiliyorsa, depremden önce de yapabilmeleri gerekmektedir. Biz vergiler başta olmak üzere bütçeyi, depremden önce, karşılıksız halk için kullanın diyoruz” dedi.
Kalıcı çözüm üretmiyorlar
Karabulut, siyasi parti ayrımı yapmadıklarını belirterek, ülkedeki merkezi idare değişse bile bir deprem sonrası büyük bir enkazı devralabileceğini, bu anlamıyla bütün siyasi partileri ve yerel yönetimleri sorumluluk almaya davet etti. Merkezi idare ve yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm açısından benzer bir uygulama çizgisine sahip oldukları söyleyen Karabulut, “Gerçek niyetleri kalıcı bir çözüm üretmekten uzak. ‘Türkiye ve İstanbul depreme hazır’ diye bir sözü duyamıyoruz. Hukuksal mevzuat, teknik yönetmelikler iyi, ancak finansal yükü kim üstlenecek? Denetim neden kamu gücüyle yapılmıyor? ‘Ne olursa olsun, biz yıkılmayacağız’ diyecek bir yönetici varsa ortaya çıksın. Yoksa sorumluluktan kaçmak depremdeki yıkımı ertelemeyecek” dedi.
Yüz binlerce inan ölebilir
Karabulut, “İstanbul depreminde mevcut yapı stoku, nüfus ve geçmiş depremlerdeki yıkım oranıyla karşılaştırdığımızda; en az 600 bine yakın kişi yaşamını kaybedebilir. Avrupa yakasında Esenyurt, Küçükçekmece, Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Zeytinburnu ve Fatih, Anadolu Yakasında ise Kadıköy, Pendik, Ümraniye, Maltepe, Kartal ve Tuzla en büyük yıkımı yaşayacak ilçeler olacak. Özellikle E-5 altındaki yapılaşma stoku, zemin koşullarına uygun yapılmayan denetimsiz yapılar, yeni bile olsa büyük bir risk altında. Kamunun ivedilikle, İstanbul’daki kamu binaları başta olmak üzere, kalıcı çözüm üretmesi gerekiyor. Kaç kamu binası riskli ve depreme karşı kaç tanesi yenilendi? Kaç tanesi güçlendirildi? Yapılaşma dışında, ulaşım, haberleşme ağları kuruldu mu? 23 yıl oldu. Deprem için yöneticiler 23 adım attı mı? Bu sorunun yüzde 23’ü çözüldü mü? Ne yazık ki iktidar kalıcı çözüm üretmek üzere çok fazla söz söylüyor, ancak uygulamada bunun karşılığını somut olarak göremiyoruz” diye konuştu.
Depremden önce önlem alınmalı
Savaş Karabulut, depreme karşı bilimsel gelişmelerle birlikte gerekli hazırlıkları yapması gerektiğini vurguladı. Karabulut, “Biz fayın kırılmasını önleyemeyeceğimize ve depremi engelleyemeyeceğimize göre hasar görebilirlik kriterine göre; dirençli ve kırılgan olmayan kentler üretmek için toplantıların ötesine geçip, sahaya inmeliyiz. Depremden önce önlem almazsak, asrın kıyametini yaşayacak bu halkı kimse kurtaramayacak. Emekçilere, işsizlere ve emeklilere tabut olacak konutlar ivedilikle boşaltmalı, yabancılara konut satışı durdurulmalı, üretilen bütün boş konutlar kamulaştırılarak riskli yapı sahiplerine kullandırılmalıdır. Ülke nüfusunda bölgesel eşitsizlik kaldırılmalıdır. Kamu kaynakları ivedilikle mega projeler yerine depreme ayrılarak, merkezi bütçe planlanmalı, herkese güvenli konut, işyeri, okul, hastane vb sağlanmalıdır. Deprem esnasında gelişecek yangınlara, tsunamiye, tahliye planlarına, ulaşım ve sağlık sorunlarına karşı gerçekçi önlemler alınmalıdır” dedi.
‘Ölmediğimize sevindik’
Deprem sırasında oturdukları Gebze’de büyük bir yıkım yaşayan Canan Tabak, o zaman 23 yaşındaymış. Tabak, o günü şu sözlerle anlatıyor: “Gece saat 03:03’tü, derin bir uykudaydık. Ben eşim ve 3 çocuğum vardı. Büyük bir gürültü koptu. Yer altından bir uğultu duyduk. İnsan ürperiyor. Her halde kıyamet kopuyor, dünyanın sonu geldi diye düşündük. Bir kilometre ötemizde bina yıkıldı. Tanıdığımız komşumuz postacı binanın altında kalarak öldü. Çok ürperici bir geceydi. Depremden kurtulmaya çalışırken o can havliyle çocuğum elimden düşerek merdivenlerden yuvarlandı. Ölmediğimize sevindik.”
‘Bir yıl çadırda yaşadık’
Depremden sonra bir yıl çadırda kaldığını belirten Tabak, yaşadıkları zorluklara dikkat çekti. Tabak, “O stresi yıllardır yaşıyoruz. Sokakta kaldık. Çadırda yaşamak oldukça zordu. Yemek, gıda, su bulmakta oldukça zorlandık. Bir ara ‘Organ mafyaları var. Çocuklar kaçırılıyor’ dediler. Çocuklarımıza bir şey olur diye sabahlara kadar uyumadığımız zamanlar oldu. Yağmur yağdığında çadırımız su içinde kalıyordu. Çadırda ve çadır yakınlarında fareler vardı. Çocuğumun bir yerini ısıracak diye çok korktum. 6 ay boyunca stresten ve korkudan regli kesilmeyen, çocuğunu düşüren kadınlar oldu. Komşularımın çoğu erken doğum yaptı. Kanaması durmayan kadınlar vardı. Tuvalet ihtiyacımızı, ped ihtiyacımızı karşılamakta çok zorlandık. Eşim kepçelerle ceset çıkarılırken birinin kolu, başka birinin elinin ayrıldığını görmüş. O süreci atlatamıyor. Çocuklarımı bir sene okula geç gönderdim. Eğitim, sağlık, barınma haklarımızı kullanamadık”
Devlet bize yardım etmedi
Depremden sonra iktidardan ve yetkililerden herhangi bir yardım ve destek gelmediğinin altını çizen Tabak, bugün de Türkiye’nin depreme hazır olmadığını söyledi. Hâlâ riskli binaların olduğuna dikkat çeken Tabak, önlem alınması gerektiğini vurguladı. Tabak, “Deprem vergisi çıkarıldı ama bize hiç yardım gelemdi. Hâlâ da deprem vergisi alınıyor. Devlet hiçbir vergiyi kaçırmıyor. Bir gün destek amaçlı telefonum çalmadı. Kendi çabamızla ve imkânlarımızla yaşamaya çalıştık. O zaman çadır kuracağımız bir alan vardı ama şu an bir deprem olsa çadır kuracağımız bir alanımız bile yok. Deprem toplanma alanları yok. Hala riskli binalar duruyor. Devlet hiç bir şekilde binaların sağlamlaştırılmasına destek vermiyor. İki kaynım hâlâ riskli binada yaşıyor. Her an bir depremde yıkılabilir. Ölen kişilerin sayısı daha fazlaydı. Toplumdan gerçekler gizlendi” dedi.
Deprem vergileri nerede?
Depremden sonra özel iletişim vergisi, zorunlu deprem sigortası ve imar barışı uygulaması gibi birtakım düzenlemeler getirildi. 17 Ağustos 1999’da yaşanan depremin ardından “geçici” denilerek alınmaya başlanan ve 2002’den itibaren de kalıcı hale getirilen ‘deprem vergileri’nden bugüne kadar 66 milyar 143 milyon lira toplandığı kamuoyuna yansımıştı. Yurttaşlar, 20 yıldır başta cep telefonu olmak üzere internet, bankacılık işlemleri, spor toto, milli piyango, uçak biletleri, gümrük ve pasaport işlemleri gibi birçok hizmet bedelinin içinde deprem vergisi ödüyor. Bu paralar ile binaların güçlendirilmesi ve tüm Türkiye’de deprem güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Ancak dönemin Maliye Bakanı AKP’li Mehmet Şimşek deprem paralarının duble yollara harcandığını açıklamıştı. Bir önceki Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da “Bu vergiler deprem için getirilmiş olsa, alınır biterdi. Bütçenin ihtiyacı olduğu için toplandı, milleti aldatmanın alemi yok” demişti. Marmara depremi sonrası 26 Kasım 1999’da çıkarılan 4481 sayılı kanun ile ek gelir, ek kurumlar, ek emlak ve ek motorlu taşıtlar vergisi getirildi. Özel iletişim ve özel işlem vergisi adı altında iki yeni vergi de konuldu. 2003 yılında özel işlem vergisi kaldırıldı ancak özel iletişim vergisi kalıcı hale getirildi. Bu vergi 2019 yılı için cep telefonu kullanan abonelere konuşma ücretinin yüzde 25’i, yeni abonelere ise 65 lira olarak yansıyor. Deprem vergilerinin tam olarak nerelere harcandığı ise bilinmiyor.