İyi bir öykü kitabı bu ve bence kendi okurunu bulacaktır. Beni buldu işte mesela; umarım daha çoğunu bulur
M. Ender Öndeş
Kötü bir huyum var, kimse bilmez pek ama ben tanırım kendimi: Kıskançlık! Ama öyle ilk akla gelen mevzularda filan değil benim kıskançlığım; edebiyat işlerinde öyleyim sadece. İyi bir şey okuduğumda, okuduğum şey başımı döndürdüğünde, o şeyleri benim yazmayı akıl edememiş olmam, akıl edemeyecek kadar yeteneksiz olmam, canımı sıkar. Şu kadarını söyleyeyim ki anlayın: “Ben Ruhi Bey Nasılım”daki “O kadar ilginçtir ki yüzü / ayakları bilmem var mıdır” dizelerini okuduğumda, koca Edip Cansever’e sövmüşlüğüm vardır. Bildiğin haset yani!
Epey bir zamandır öykü kitaplarıyla haşır neşir oluyorken, geçen günlerde Deniz Faruk Zeren’in “Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu” kitabına başladığımda, aynı şey oldu yine. Okudum bitirdim ve sonra dönüp baktığımda, benim kara kaplı defter gözüme pek zavallı göründü birden. Abartılı mı? Değil. Bir kitapta, öyle iki lafın arasında adamın biri size “Upuzundu. Güzel bir kavak ağacı olacakken Piro olmuştu” diye anlatılmışsa, orada durup yutkunursunuz, insan rencide olur durduk yerde.
Benim ayıbımdır, Deniz Faruk Zeren’in önceki kitaplarını okumadım, yazarlık macerası üzerine de hiçbir bilgim yok. Açıkçası, kitabın ismi ilgimi çekmişti daha çok ama sağ olsun, Emirali kitabı gönderdiğinde kendimi yine de biraz vasata göre ayarlamıştım. Kitabın ismi ilgimi çekmişti, çünkü sadece başlıktan bunun bir cezaevi ‘dokunuşu’ olduğunu sezmiştim ve tam da bugünlerde ben de -bir siyasal yazı tasarımı vesilesiyle- o dokunuşların bizi nasıl iyileştirdiğini ve zaman içerisinde ‘yoldaşlık’ kavramının nasıl deforme olduğunu düşünüyordum. Aynı tuvaletten bozma banyolardan, aynı ranzalardan geçmiş biri olarak tam da o öykü yakaladı beni ama hepsi o kadar değil. Öyküleri anlatmadan bu duyguyu nasıl anlatayım bilmiyorum ama Zeren’de uzun süredir rastlamadığım ilginç bir dil var. Dolambaçlı, karmaşık gibi görünen, dağılıp giden ama çıkmazlara girmeden ilk sokaktan dönüp yine öykünün gövdesine bağlanan, daha doğrusu o gövdeye sarmaşık gibi dolanan bir dil bu. Yer yer Nibel Genç’i anımsatan bir zikzaklı, kıvrımlı geçişkenlik. Yani düşünün ki, öyküde/romanda aksiyonu seven ve mesela Yaşar Kemal’ın Anavarza tasvirlerinin yarısında baygınlık geçiren ben, 6-7 sayfada anlatılan ‘Şeytan Küçesi’nde bir an olsun ‘nedir bu’ demedim.
Bir de, başkasını bilmem tabii benim bir ölçüm var bu işlerde; çok basit: İyi öykünün ziyan edilmiş roman olduğunu düşünürüm hep. Yani öykü, içindeki insanların kurtların kuşların taşların yaşamının aradan kesilip çıkarılmış bir dilimi gibidir. Bazen üç cümleyle öyküye girip çıkan karakterler vardır da arkalarında nasıl bir derya olduğunu bilemeyiz. Yani üçgen gibidir öykü; kapalıdır tamam; ama al eline cetveli, uzat bütün kenarlarını dışa doğru, bambaşka bir uzayın sonsuza doğru uzanan bambaşka açılar çıkar ortaya. ‘Enikli Kapı’nın Havuş Abla’sı öyküde Havuş Abla’dan ibarettir ama uzatılmış çizgilerin birinde geçmişiyle geleceğiyle onun kendi hikâyesi sınırsızdır; Yılmaz’ın babası neden tabanca taşır ve neden kılıfta değil de hazırda taşır, onu anlatmaz bize öykü ama sezgilerimizi uyarır, kalanına biz bakarız, vb… Öykünün ziyan ettiği roman odur işte. Yani bana göre öyledir.
Kitabın ‘yıldızlı pekiyi’yi hak eden en değerli parçası, ‘Yeşil Çin Erikleri’ tam öyle bir öykü işte. Her bir anı bambaşka bir kahramanlık ve dirayet olan bir dizi olayı ve bütün uçları başka öykülere, romanlara varabilecek karakterleri bu kadar sıradanlaştırarak anlatmak, ama öte yandan bu kadar yalın sözcüklerle okurun yüreğini yakalayıp burmak, gözlerine yaş yürütmek, ciddi bir söz ustalığıdır ve benim gibilerini kıskandırır elbet.
Ama belki de romandan kesilip çıkarılmış bu öyküde hepimiz için önemli olan şey, muhtemelen ‘oylamayla’ (!) doktor yapılmış olan Kemal’in tıp biliminin içine hikâyeyi dahil etmesi işin en kritik yanıdır. Öykü kitaplarının ilginç yanı, sıralamaya boş verip zıplaya sıçraya okuma imkânı vermesidir ya, ben zıplayıp sıçrayıp hep yeniden ‘Yeşil Çin Erikleri’ne geldiysem, bir sebebi olmalı bunun.
İyi bir öykü kitabı bu ve bence kendi okurunu bulacaktır. Beni buldu işte mesela; umarım daha çoğunu bulur. Hak ediyor çünkü. Ben yine kıskanıyorum, o ayrı; hallederim ben o sorunu. “Onun tarzı farklı abi” filan derim kendime, uydururum bir şeyler…
**
KÜNYE
Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu
Deniz Faruk Zeren
Dipnot Yayınları