Sivillerin üzerine açılan ateşle 17 kişinin yaşamını yitirdiği Digor Katliamı’nın üzerinden 29 yıl geçti. O gündün bugüne sadece faillerin değiştiğini belirten siyasetçi Mahmut Alınak, katliam yapan zihniyetin değişmediğini söyledi
Ev baskınları, koruculuk dayatması, zulüm ve işkence politikalarına karşı 14 Ağustos 1993’te yürümek isteyen sivillerin üzerine açılan ateş sonucu çocuk, genç ve yaşlı 17 kişi yaşamını yitirdiği, 200’den fazla kişinin yaralandığı Digor Katliamı’nın üzerinden 29 yıl geçti. Her katliam gibi Digor Katliamı’nı yapanlar da mahkemelerde aklanırken, Avruğa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), katliam nedeniyle Türkiye’yi maddi manevi tazminata mahkum etti.
‘Seslerinde dehşet ve telaş vardı’
Katliamın yaşandığı Kars’a giden milletvekillerinin içerisinde yer alan eski DEP Milletvekili Mahmut Alınak, yaşananları ve sonrasını Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı. Meclis’te olduğu bir sırada Digor Katliamı haberini aldığını söyleyen Alınak, “Digor Katliamı olduğunda ben ‘sözde’ milletvekiliydim. Katliam günü Meclis’teki odamdayken telefonla Digorlular aradı. Seslerinde dehşet ve telaş vardı. Özel timlerin halka ateş açtığını ve birçok ölü ve yaralı olduğunu söylüyorlardı. Yaralılar Kars ve Erzurum devlet hastanelerine kaldırılmıştı. Hastaneyi kuşatan polisler yaralılara kan vermek isteyenleri engelliyorlarmış. Benden duruma müdahale etmemi istiyorlardı. Telefonda bağırış çağırış sesleri ve kadın çığlıkları geliyordu. Ben, hemen Kars valisini arayıp yaralılara kan verilmesinin sağlanmasını istedim. Vali tedirgindi. Bana emniyetin kendisine verdiği bilgileri tekrarladıktan sonra, hastanedeki polisleri geri çekeceğini söyledi” dedi.
Özel timler tarafından yapıldı
Gözaltına alınanlara büyük işkenceler yapıldığını hatırlatan Alınak, “Akşam arkadaşlarımla toplanıp Digor’a bir heyet göndermeye karar verdik. Biz görüşme halindeyken, telefon yağmuru devam ediyordu. Emniyet amirleri telefonuma çıkmıyordu. Bu nedenle ben de sürekli valiyi arıyordum. Valinin çaresizlik içinde olduğunu anlamak zor değildi. Belli ki inisiyatif tamamen özel timlerin eline geçmişti. Bu telefon trafiği sabaha kadar sürdü. Ertesi gün uçakla Erzurum’a hareket ettik, oradan Kars’a geçtik. Vali, sorularımıza cevap veremiyor, açıkça söylemese de kurduğu cümlelerden katliamın özel timler tarafından yapıldığı anlaşılıyordu. Emniyet müdürü ise bir yalan makinesi gibi çalışıyordu. Sorularımıza verdiği cevaplar çelişkilerle doluydu. ‘PKK ateş etti, güvenlik güçlerimiz de karşılık verdi’ diyor ve devlet güçlerine toz kondurmuyordu” diye konuştu.
‘Bir dehşet havası çöreklenmişti’
Valilikten ayrıldıktan sonra hastaneye geçtiklerini ve hastanenin tıklım tıklım yaralılarla dolduğunu söyleyen Alınak, şöyle devam etti: “İnsanların hepsi kurşunla yaralanmıştı. Çok sayıda ağır yaralı vardı. Hepsini ziyaret ettikten sonra Digor’a gittik. Digor ölüm sessizliği içindeydi. İnsanlar dükkânların camekânlarından korku dolu gözlerle bize bakıyorlardı. Digorlu olduğum için hepsini tanıyordum. Bir dehşet havası çöreklenmişti şehrin üstüne. Biz de halka cesaret vermek için şehrin ana caddesinde yürüyerek Kaymakamlığa gittik.”
‘PKK’ye yıkmaya çalıştılar’
Emniyet müdürünün kendilerine PKK’lilerin olayın olduğu yerin bitişiğindeki yüksek bir tepeden ateş ettikleri iddiasında bulunduğunu ifade eden Alınak, “Oysa görgü tanıkları sözü edilen tepenin devlet güçlerince kuşatıldığını ve o bölgede kuş dahi uçurtulmadığını söylüyorlardı. PKK’lilerin devlet güçleri içinden ateş açması mümkün olmadığına göre, failler tepeyi kuşatan özel timlerdi. Ayrıca emniyet müdürünün iddia ettiği şekilde PKK’lilerin ateş açması ve devlet güçleri ile PKK’liler arasında silahlı bir çatışmanın olması halinde, ölen ya da yaralananların olması gerekirdi. Oysaki ne PKK’lilerden, ne de devlet güçlerinden ölü ya da yaralı vardı. Bu çelişkiyi sorduğumuz Kars valisi bizi cevap vermedi” diye konuştu.
‘Devlet suçüstü yakalandı’
Katliamın yaşandığı noktaya gitmek için yola çıktıklarında bir polisin kendilerine “Gerekirse Meclis’i basar, Meclis’ten kelle alırız” diyerek tehdit ettiğini anlatan Alınak, “Gittiğimiz köylerde bazı yaralılar özel timlerin olaydan sonra dipçiklerle kendilerini öldürmeye kalkıştıklarını söylediler. Olaydan sonra birçok ölü ve yaralı ibret olsun diye ayaklarından panzere bağlanıp yerde sürüklenerek şehre getirilmişlerdi. Digor Katliamı hakkında hazırladığımız 23 Ağustos 1993 tarihli raporu Cumhurbaşkanlığı’na, Meclis Başkanlığı’na, Başbakanlığa ve Adalet Bakanlığı’na ve basına gönderdik. Israrlı çabalarımız üzerine katliamı yapan özel özel timler hakkında Kars Ağır Ceza Mahkemesi’ne dava açıldı. Yani devlet bir kez daha suçüstü yakalanmıştı” dedi.
Katliamlar bitmedi
Mahkemenin mermiler üzerinde balistik inceleme yapmadığını, çünkü mermileri atan uzun namlulu silahların hepsinin devlete kayıtlı olduğunu ifade eden Alınak, “Digor’da katliam yapan zihniyetle yıllar sonra Roboski, Nusaybin, Sur, Cizre, Silopi ve daha pek çok yerde katliam yapan zihniyetle aynıydı. Bu zihniyet, ta Koçgiri’den, Geliye Zîlan’dan ve Dersim’den bugüne kadar sürüp gelen bir zihniyettir. Değişen şey sadece faillerdir” diyerek bitirdi.
Açık hava müzesi
Katliamın 29’uncu yılında katliamın gerçekleştiği yerde ağaç eken eski milletvekilli ve yazar Mahmut Alınak, “Digor katliamının yapıldığı yerde Açık Hava Müzesi kurduk. Asurluların Kudüs Katliamı’nda Mescidi Aksa’dan kalan Ağlama Duvarı, Yahudilerin binlerce yıldır gidip yas tuttukları bir tapınaktır. Bu müze de, katliamın her yıldönümünde acımızı tazeleyeceğimiz kutsal bir mekan olacaktır. Tarih unutmuyor bizler de unutmuyoruz ve mutlaka hesap soracağız ifadelerini kullandı.
Ne olmuştu?
Devletin koruculuk dayatmaları, ev baskınları, işkence politikalarına “dur” demek için yürümek isteyen binlerce köylü 14 Ağustos 1993 sabahı Nexşan köyünde bir araya geldi. İlçenin 20 köyünden gelen binlerce kişi sabah saatlerinde Digor’a doğru yürüyüşe geçmek istedi. Aralarında çocuk, yaşlı, kadın ve gencin olduğu kitlenin önü Digor’a 2 kilometre kala kesildi. Özel harekat polisleri, askerler ve silahlı sivil giyimli kişilerin önünü kestiği kitle, yürüyüşlerinden vazgeçmeyeceklerini söyledi. Bunun üzerine birçok noktadan kitlenin üzerine ateş açıldı. Yayılım ateşi sonucu 5’i çocuk 17 kişi olay yerinde yaşamını yitirdi, resmi olmayan rakamlara göre ise 200’ün üzerinde kişi yaralandı.
Sadece 8 polis sorumlu tutuldu
Yaşanan katliamın ardından yürütülen soruşturmada sadece 8 polis sorumlu bulundu. Yıllar sonra bu polisler hakkında “Kasten insan öldürmek” ve “Kasten insan öldürmeye teşebbüs etmek” suçlamasıyla dava açıldı. Toplam 11 yıl süren yargılamada mahkemeden bir karar çıkmaması üzerine davanın avukatı Tahir Elçi, 2004 yılında “Uzun yargılama”, “Etkin soruşturma yürütülmemesi” ve “Yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle davayı doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. AİHM’de davanın kabul edilmesi üzerine Türkiye’deki mahkeme, 2006 yılında davayı karara bağlayarak 8 polisi “Meşru müdafaa” gerekçesiyle beraat ettirdi. Mahkemeye yazılı savunma gönderen polisler, kitle içerisinden kendilerine roketatarlarla ateş açıldığını iddia etti. Ancak katliam sonrası yapılan araştırmada olay yerinde roketatar saldırısı olduğunu dair hiçbir delil bulunmadı. Türkiye’nin beraat kararı vermesinin hemen ardından kararını açıklayan AİHM 2. Dairesi, Türkiye’yi maddi manevi tazminata mahkum etti.
HABER MERKEZİ