Ahmet Güneş
Yasal şiddet ve anayasal zulüm ile bir asır süren travmalar bize miras kaldı. Anımsayan, kanıksayan, unutmaya çabalayan bir sürü kuşak devretti. Her bir anlatım başka bir tarih yazımını, farklı bir yüzleşmeyi rehin bıraktı. Devrilenin devrim peşinden ve düşünden vazgeçtiğini görmedik çok şükür. Bugüne bunlarla vardık.
Bazen getirildik diye dürtüyorum kendimi. Belki bir davet, belki bir ısrar, belki de bir kaza. Adı her ne ise burada kendimize mekân ve zaman bulduk. Dilerdik ki yeri ve meskeni biz bilelim ama işte coğrafya; bir sürü tespitle insanın başına bela. Bunu hem anladık hem de yaşadık. Neyse ki anladığımızla kalmadık, yaşamak istediklerimizin yolunda yürüdük.
Giderek ya da vazgeçerek iz sürdük; suçlar ve cezalar ömür boyu, bunu da gördük. Bildiğimiz ve öğrendiğimiz her şeye bir şüphe kulpu taktık. Çünkü geçmiş netameli ve öyle bir şey ki herkese bir yerden bir yara açıyor. Devam eden yani hâlâ olan ne varsa, başladığı yerin akıbetini bilmiyor. Sorsan düşeş, baksan bahar bahçe, dinlesen cehenneme odun taşıyan günahlar silsilesi. Hepsini yaptık, yapmaya devam ediyoruz.
Vuku bulan ne varsa, o ân ne olduysa, illaki bir kabuk düşürüyor, yara kaşınıyor. Gördük ki derman en fazla bir insan ismi, derman bulmaya yanaşmadı insan. Yine olan her ne ise, gelecekte bir yerde, pusu da olur ödül de, bekleyecek. Yanaşan ve yetinen birçok karar, başka çarelere kapı da oluyor, anahtar da. n, hayat boyu devam ediyor.
Hislerin ve karabasanların gündoğumu, beklenen güne yakışmıyor. Sonra aynı gecenin karanlığında yitiyor. Böyle başlıyor yaşamak, kurulan hayat, gidilen aynı yol. Müdahale edenin hükmü kalmıyor geleceğe. Sönüp bir başka karanlıkta fener oluyor. Karşılaşan imkânsızlar, şatafatsız bir serüvenle yollar çiziyor.
Her tercihin bir ömrü bir de sonu var, demişler. Sonucundan bahsetmeden tembih etmişler. Dinleyen ve ses veren, sonra sesi bir başka yere taşıyan, gırla ve isimsiz kalabilmişler. Nedense şu günlerde herkesin bir adı var. Herkesin bir şeyi olma buyruğu, modası diyelim; daha ne kadar sürükleyecek bu düzeni? Bir soru en fazla sorunludur. Bu da bir cevap arayan her şeyin şanıdır.
Kırılgan bir avaz, kısılan bir çağrı, unutulmuş bir imdat, umursamayan bir kulağa denk gelmiş. Bazen böyle düşlemek, bu kadar görmek bir hayat boyu sürer. Gel dese bir olay, kaç dese bir olacak, gitme dese kendine güvenmeyen bir karar. Ve böyle başlar bir tekrar. Düğüm atılmış bir ip, bentlerle ayrılmış bir arazi, duvarların arasında kalmış bir bahçe. Biraz da böyle bakıyor yeryüzü insana.
Herkes çehresine ve çevreye kuşkuyla bakıyor. Güven bir kitap, güven bir hitap, güven bir hayatta kalma stratejisi. Tersine makbul olan ne varsa ve kimse, hayret ve histeri onu kovalıyor. Tekin veya değil, bir arada aslında ama çok kere unutulan bir doğal yasa.
Bomboş bir ev, nostalji üreten bir yalan, yolu gösteren bir serap, buğulanmış bir ayna. Çarpıtan çağırmakla meşhur. Çağın manipülasyonu, tesellinin losyonu, ayartmanın adı hep aynı yerden bağırıyor: dön, gel, var.
Oysa uzak ve varılamayan ile keşfedilmeyen, bekleyendir ve gidilecek bir yol her zaman vardır. Kıyaslamak harita göstermez, aldanmak bir yere götürmez. Aynıların aynı yerde olduğu yerde, ayrılanların yolu elbette kesişir. Yerküre bir bulma yeri, aramakla başlıyor.
Haftanın kitap önerisi: Gayatri Chakravorty Spivak, Madun Konuşabilir mi? / Çeviren: Emre Koyuncu, Dipnot Yayınları