Gerekli” diktatör, “zorunlu” müttefik, “Kapalıçarşı” pazarlığı… Tuhaf günler. Erdoğan Rubleyle alışverişten söz ediyor ve Amerika’nın Sesi’ne VPN üzerinden girilebiliyor. Bu kadar karmaşanın ortasında bir biz ‘yerli’ durumundayız herhalde. Kıymetini bilmek lazım.
M. Ender Öndeş
Benim rahmetli babam pinti bir adamdı. Yani öyle evin temel ihtiyaçları konusunda değil ama mesela saatlerce yanında gezdirse bi tanecik gazoz içmeyi aklından bile geçiremezdin. Dondurma, sinema filan zaten sıfır! “Lüzumlu şeyler-lüzumsuz şeyler” ayrımı onun kafasında tam olarak netti; seferberlik görmüş adam, n’apayım, öyleydi işte.
Cezaevi ziyaretlerinde de, muhabbet bitip sıra para bırakma işine gelince, bırakırdı bırakmasına ama her seferinde laf sokmadan da edemezdi: “E, size aybaşında mutemet gelip rubleleri dağıtmıyor mu?”
“Evet baba” derdim ben, “Cezaevi avlusunda isim okuyarak imza karşılığında dağıtıyorlar!”
İkimiz de işin dalgasındaydık tabii ama bu memleketin huyudur, devleti yönetenler, bal gibi dünya kapitalist sistemine ekonomik ve politik olarak bağımlı oldukları halde, kendilerini Anadolu’nun öz be öz evladı olarak pazarlarken geri kalanları ise ‘ecnebilerin casusu’ olarak görmeyi severler. Daha doğrusu bu sevmek de değil; memleket zaten böyle yönetilir. Bütün sağcı demagojinin iki temel klişesinden biri, solcuların her şeyi itiraz eden ama hiçbir şey yapmayan salt yıkıcı insanlar olması; ikincisi de, bu itirazları memleketin iyiliğini düşündüklerinden değil, yabancıların çıkarları için menfaat karşılığında yapmaları. O kadar ki, sol ve sağ kavramları bütün dünyada bilinen evrensel kavramlar olduğu halde, “dış güçler bizi sağ-sol diye ayırdılar” muhabbeti hep vardır bizde mesela; öyle bir saçmalık yani.
Geçtiğimiz ayın başlarında, henüz Finlandiya-İsveç tartışmaları sürerken Financial Times’te Gideon Rachman imzasıyla yayınlanan yazının Erdoğan tanımlamasını görünce, bu iç güç-dış güç saçmalıkları yeniden aklıma geldi: “Sinir bozucu fakat vazgeçilmez bir müttefik!”
İlk anda insanın aklına Roosevelt’in Nikaragua diktatörü Somoza için söyledikleri geliyor ama (burada yazmam mümkün olmayan) o ayıp sözcükler aslında yeni durumu Rachman kadar ifade etmiyor. “Sinir bozucu ve vazgeçilmez”, yeni zamanların terminolojisine daha iyi bir örnek bir örnek sanki. Aynı günlerde İtalyan basını daha da açık bir dil kullanmıştı, o da iyiydi bak: “Gerekli diktatör, zorunlu müttefike dönüştü.”
Tabii ki Rachman yazısında uzun uzun Erdoğan’ın ne kadar baskıcı olduğundan, Türkiye’nin nasıl bir hapishaneye dönüştüğünden filan bahsediyor ama bunların hepsi giriş ve gelişme. Sonuç ise şöyle şekilleniyor: “Ekonomik krizden çıkmak için Türkiye’nin yabancı ülkelerin desteğine ihtiyacı olabilir. Burada da NATO müttefikleri yardımcı olabilir. Ekonomik desteğin karşılığında Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine karşı daha mantıklı kararlar alabilir. Eğer bu kulağa İstanbul-Kapalıçarşı’da pazarlık yapmak gibi geliyorsa, öyle olsun.”
Kapalıçarşı pazarlığı, günümüzün (1960’ların uçak gemisi gönderme siyasetine pek benzemeyen) emperyalist ilişkilerini daha doğru ifade ediliyor. Tek kutuplu olalıberi şirazesinden çıkan dünya tablosunda yerel despotlara ‘kendi kumunda oynama özgürlüğünü’ tanıyan, özellikle Ortadoğu gibi karmakarışık ortamlarda onların ‘vazgeçilmezlik’ zırhına mümkün olduğunca dokunmayan ama bir yandan da bu tür Somozist aile çetelerinin kontrolden çıkarak dengesizleşmesinden rahatsız olan kapitalist dünyanın efendileri, işlerini böyle yürütüyorlar artık. Zaman zaman sert, zaman zaman yumuşak bir yoldan gitseler de, sonuç itibarıyla aslında kendilerine dert edindikleri şey, tabii ki ekonomik çıkarlardan, finansal/ticari anlaşmalardan başkası değil ve Silivri’nin soğukluğu-sıcaklığı onları pek ilgilendirmiyor. Rojava özgülünde IŞİD’i yendikleri için Kürtlere bin türlü övgü düzseler de aynı Kürtleri vurması için Erdoğan’a ne isterse vermeye hazırlar mesela, veriyorlar da. Bugünlerde Erdoğan’ın planladığı yeni Rojava seferi de muhtemelen o ‘Kapalıçarşı pazarlığı’nın sonuçlarına göre gelişecek. Rachman, bir makale yazarı olarak ‘Kapalıçarşı’ esprisini bulmuş olmaktan ötürü çok memnundur herhalde; bu arada o pazarlıkların çocuk ölümlerine yol açıyor olması da pek umurunda değil gibi görünüyor.
Öte yandan, yine de bu bir bağımlılık ilişkisi olmaktan çıkmıyor; karşılıklı bağımlılık değil, bağımlılık! Zaman zaman ortaya atılan “TL’ye dönme” gibi lafların sadece ajitasyon değeri taşıdığını, “gerekirse tezek yakarız” muhabbetlerinin de trollere özgü olduğunu biliyoruz. Dahası, dış dünya ile olan ilişkilerde (örneğin İsrail’le) siyasal alanda en sert lafların edildiği zamanlarda bile ticari ilişkilerin gerilimden milim etkilenmediği bilinmeyen şey değil.
Yani aslında kapitalist dünya, bugün hâlâ, eğer isterse bir ülkeyi, örneğin Türkiye’yi, bilinen finansal yollarla çökertme ya da hayli zor duruma düşürme imkânına sahip; Türkiye ekonomisinin kırılgan yapısı da buna uygun. Ama bunu yapmıyorlar; yapmayı kendi karmaşık çıkarları açısından uygun bulmuyorlar, mevcut yıkıldığında ortaya çıkacak yeni tabloda o çıkarların nasıl yürüyeceğinden de emin değiller ve bu durum, ilginç bir şekilde iç siyasete ‘milli’ bir hava katıyor; daha da ilginci aynı ‘milli’ hava, itiraz eden herkesi ‘batının casusu’ kategorisine sokuyor, memleketini sevenlerle memleketini yabancılara şikâyet edenler gibi ucube kategoriler oluşuyor! Ayda bir Londra tefecilerine rapor verenler, muhalefeti ‘İngiliz ajanlığı’yla suçlayabiliyor, vs… Üstelik bu karışıklığın ortasında Erdoğan, algı kampanyalarıyla kendisini “bastırıp dediğini yaptıran adam” pozisyonunda sunabiliyor. Geçenlerde Reuters’e “Halk diplomasinin faydalarının farkında. Zaman zaman ekonomi ya da mülteciler konusunda şikâyet etseler de güçlü bir Türkiye için Erdoğan’a oy vereceklerdir” diyen ‘AKP’li bir yönetici’ de sanırım buna güveniyor. Göreceğiz. Ben de merak ediyorum gerçekten, insanların bu ‘fayda’ları ne kadar önemseyeceğini.
“Gerekli” diktatör, “zorunlu” müttefik, “Kapalıçarşı” pazarlığı… Tuhaf günler. Erdoğan Rubleyle alışverişten söz ediyor ve Amerika’nın Sesi’ne VPN üzerinden girilebiliyor. Bu kadar karmaşanın ortasında bir biz ‘yerli’ durumundayız herhalde. Kıymetini bilmek lazım.
Babam o kadar da yanılmamış demek. Ruble kısmını tutturmuş en azından ama bana faydası yok. O zaman da yoktu, şimdi de yok.