Ertuğrul Kürkçü
2023 seçimlerine bir yıldan az kaldı. Siyasal güç tablosu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık bir biçimde Erdoğan ve iktidar bloku aleyhine şekilleniyor.
24 Haziran 2018 seçimlerinde oluşan toplumsal rıza denklemi -Cumhur İttifakı yüzde 53,7, Millet İttifakı yüzde 33,9- 2022 yazı itibariyle tersine döndü. 2022’nin bütün kamuoyu yoklamalarının ortalaması Millet İttifakı’nın iktidar blokunun düşüş hızından daha düşük bir hızla, ama istikrarlı olarak yüzde 30’lardan yüzde 40’lara yükselmeyi sürdürdüğünü buna karşılık yüzde 30’lara gerileyen iktidar blokunun arayı kapatma olasılığının zaman geçtikçe azaldığını gösteriyor.
En az bunlar kadar önemlisi, iki bloka da kurumsal olarak dahil olmayan, heterojen istikrarlı olarak varlığını koruyagelen, yüzde 20’lik bir “küme”nin 2022 anketlerinde iyice belirginleşmiş olması. Bu “küme”nin önemli bir bölümü HDP seçmeni ve HDP’nin “demokratik ittifak” çağrısının hitap alanında yer alan toplumsal ve politik güçlerden oluşuyor.
Yeni güç tablosu iki değil, üç kutuplu olarak şekilleniyor ve kalıcılaşıyor.
İktidar blokunun ipleri sıkı sıkıya kendisine bağlı olan Erdoğan, bu koşullar altında gidilecek bir seçimi kazanmayı hayal dahi edemez ve arkasına güçlü bir blok dizemez. Ne var ki, bu seçimden de kaçamaz. Bu koşullar altında kişisel profilini ülkenin kaderinin kendi kaderiyle birleştiği bir “ulusal lider” konumuna yükseltmek üzere yerel ve uluslararası bir gösteri sahnesi kurmaktan başka bir çıkış yolu yoktur.
Nitekim, Putin’le Soçi görüşmelerinden dönüşte verdiği demeçler ve “13. Büyükelçiler Konferansı”ndaki konuşması, Erdoğan’ın önümüzdeki aylarda ucu uluslararası kamp değiştirme çalımlarına hazırlandığına dair işaretler veriyor.
Birincisi; Putin, Hamaney, Reisi, Biden ve Scholz’un uyarılarına rağmen Kuzey Doğu Suriye’de SDG güçlerine yönelik yeni saldırı başlatmayı içeren “güvenli hat” oluşturma kararlılığı. Soçi dönüşünde basına “Putin bu konuları Esad’la görüşün dedi, zaten istihbaratçılarımız görüşüyor” yolunda demeçler vermesine karşın Erdoğan “Konferans”ta, İran’ı ve Rusya’yı karşıya alma pahasına “Güney sınırımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bir hat kurma kararımız bakidir” diyerek dünyaya ve Türkiye’ye meydan okudu.
İkincisi, gene Büyükelçiler Konferansı’nda her koşulda İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı “veto hakkı”nı yeniden ileri sürmesi, ABD ve Avrupa’yı karşıya alma pahasına, “NATO genişlemesi”ni “Kürt düşmanlığı” ile koşullaması ve ittifakı Türkiye’nin çözemediği “iç çatışması”na rehin kılma oyununu sürdürmekten imtina etmeyeceğini açıkça ortaya koymasıydı.
Üçüncüsü, bütün bu tartışmaların orta yerinde Soçi dönüşü Şanghay İşbirliği Örgütü’nün sonbaharda Özbekistan’da toplayacağı zirveye “Sayın Putin’in ricası” üzerine katılma beyanıydı. Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası, Batı’ya ayranı kabararak “Şanghay Beşlisi’ne biz de katılalım” diye hamle ettiği ancak, bizzat Çin ve Rusya’nın “Şimdi sırası değil” uyarılarıyla geri çekildiği hatırlardadır. “Putin’in [son] ricası”nın Rusya-Batı çatışmasında Türkiye’yi Rusya’yla aynı fotoğrafa yerleştirme arzusuyla yakından ilgili olduğuna kuşku yok. Erdoğan, Şanghay’da fotoğrafa girmenin ücretini Suriye’de tahsil için elinden geleni ardına koymayacaktır.
Bu başlıklar çoğaltılabilir…
Erdoğan, enflasyonu düşüremez, tarımın çöküşünü önleyemez, işsizliğe çare bulamaz, Kürt sorununu çözemez, barış kuramaz, demokratik standartları yükseltemez, mezhep çatışmasını gideremez, kadınların köleleşmesini ve kadın cinayetlerini durduramaz… Çünkü, bütün bu çatışmalarda ezilenlerin, yoksulların, baskı altındakilerin karşısındaki kampın lideri, istibdadın başı odur.
Ancak, müstebit, ezdiği, ezdirdiği, soyduğu, emeğine el koyduğu, mülksüzleştirdiği milyonların oylarına bir şekilde talip olabilir: Onların kendisiyle aynı kampta oldukları yanılsamasını besleyerek, bu yanılsamayı besleyecek maddi ve manevi koşulları oluşturarak; bu oyunun içinde cereyan edeceği sahnenin gerçek hayatmış gibi görünmesini sağlayarak; milyonların, önlerine serdiği “metaverse”i hakiki Türkiye’ymiş gibi algılamalarına, bu oyuna gönüllü katılıp ütülmelerine sebep olarak.
Erdoğan, apaçık 2022-23 sezonunda alternatiflerinin mukabil öneri ve eleştirilerin görünmez, işitilmez kılınmasını önlemek üzere baskı ve şiddetin her düzlemde seferber edileceği uzun sürecek bir performans için bütün ülkeyi bir gösteri mekanına çevirmeye hazırlanıyor. Ulusun “makus talih”ini yenen liderin bir sahneden öbürüne, bir tablodan öbürüne koşturacağı tek kişilik bir gösteri bu: Antiemperyalist Erdoğan, “kuvvacı” Erdoğan, Doğucu Erdoğan, Batı’yı kendi silahıyla vuran Erdoğan, Allah’ın Erdoğan’ı, Erdoğan’ın Allahı…
Üstelik ortaya atacağı temalar, istismar edeceği sorun ve çelişkiler tamamen kurmaca da olmayacaktır: Emperyalizm diye bir şey vardır, NATO bu sosyo-ekonomik formasyonun istila gücüdür, kapitalizm Batı uygarlığının temelidir vb., vb….
Ama demokratik muhalefetin sıkı durması gereken nokta tam da burasıdır: Öyledir diye, Türkiye’yi daha da beterine, Asyatik despotluklarla, yoz teokrasilerle, hırsız oligarşilerle, faşist diktatörlüklerle aynı safa sokma gayretlerinde antiemperyalist hikmet arayanın istikamet “Doğu” diye gösterilen yerlerdeki mezar sessizliğinin “huzur” ve “refah” olduğuna kanmaya razı olanın, Türkiye’deki ahbap çavuş kapitalizmine mazeret arayanın kendisine muhalif demek için bir nedeni kalmaz.
Siyasal İslam-faşizm-militarizm ittifakının demokratik ve sosyalist eleştirinin diline ve söylemine sarılma, itibarını çalma teşebbüslerinin sürekli ve sistematik teşhiri ve halklara üçüncü bir seçeneğin var ve gerçekleştirilebilir olduğunun ısrarla gösterilmesi muhalefetin bütün dönem boyunca görevi budur.
Örnek mi arıyorsunuz: İşte taze taze Kolombiya, Şili, Bolivya… Böyle bir “Batı” da var. İşte Rojava, böyle bir “Doğu” da var!