Ingiltere, Avrupa Birliği’nden ayrılma (Brexit) süreci ile gündemde. Bu görüntünün hemen altında ise “kapitalizmin beşiğinin” bir sol rüzgarla sallanmakta olduğu gözlenebilir. Jeremy Corbyn, İngiliz müesses nizamının ve anaakım medyasının yaylım ateşi altında partisini ve ülkesini sola taşıyor. İşçi Partisi programı Corbyn’in liderliğinde sosyalist ilkelere geri dönerken, iktidardaki Muhafazakarları da ciddi olarak zorlamaya başladı.
İngiltere İşçi Partisi’nin yıllık konferansı bugün Liverpool’da başladı. On üç bin delegenin katılımıyla üç gün sürecek konferansa, Corbyn’in “İngiltere’yi bir ayrıcalıklı zümre için değil çoğunluk için yeniden inşa etme” perspektifinin damga vurması bekleniyor.
Siyasi rakipleri, “IRA teröristleri ile işbirliği yapan tehlikeli bir radikal” ve “modası geçmiş bir sosyalist” olduğu iddiasıyla yıllarca Corbyn aleyhine bir karalama kampanyası yürüttü. Son zamanlarda ise, mesnetsiz “anti-semitizm” suçlamalarıyla karşı karşıya. İşçi Partisi sağ kanadı ile Muhafazakar cephenin birlikte yürüttüğü bu kampanya, bir sosyalistin İngiltere devletinin başına geçme ihtimalinden müesses nizamın duyduğu endişenin dışavurumu. Buna rağmen Corbyn önderliğinde solun yükselişi sürüyor.
Gençlik yıllarından beri bir sol aktivist olarak tanınan Corbyn, 1983’ten bu yana Londra milletvekili olarak parlamentoda bulunuyor. 1980’li yıllar, sosyal devlet anlayışına, işçi haklarına ve sendikal örgütlülüğe karşı en ağır darbelerin vurulduğu Thatcher dönemine tekabül ediyor. “İrlanda sorunu” ise en kanlı dönemine giriyor. İşçi Partisi, ekonomik, siyasal ve ideolojik her düzeyde verilen bu saldırıya karşı duramıyor ve “seçilebilir bir parti” olma amacıyla sağa kayıyor. Parti içinde sol kanadın sesi sürekli bastırılıyor. Efsanevi sosyalist lider Tony Benn ve genç Jeremy Corbyn dışında bu saldırılara karşı emeğin ve İrlanda halkının yanında muhalif duruş gösterebilen neredeyse hiçbir milletvekili kalmıyor. Corbyn, nükleer silahlanmaya ve Ortadoğu’da İngiltere’nin ABD ile birlikte yürüttüğü saldırgan dış politikaya muhalifti. Bu nedenlerle kendi partisi içinde bile “vatan haini” suçlamalarına maruz kaldı. İrlanda barış sürecini ise destekledi.
1997 yılında Tony Blair liderliğinde iktidara gelen İşçi Partisi, Thathcher’ın oluşturduğu sağ ideolojik/politik zemin üzerinde hareket etmeyi sürdürdü. İkinci Dünya Savaşı sonrası İşçi Partisi’nin kurduğu sosyal devlet, 1970’lerde girilen kriz sonrası Thatcher tarafından neredeyse ortadan kaldırılmıştı. 1980’li yıllardan bugüne sağ ya da “sol” bütün iktidarlar bu sağ konumda ülkeyi yönettiler. Blair’in en önemli icraatı Irak’ın ABD tarafından işgaline verdiği destek oldu. 2010 seçimleri ile iktidar, sağ siyasetin gerçek sahibi olan Muhafazakarlara devredildi. Yunanistan’da Syriza’nın sol popülist iktidarı altında yaşanan hayal kırıklığı sonrası Avrupa ve ABD genel bir sağ popülist rüzgara kapılmış izlenimi veriyordu. Macron ve Trump gibi…
İşte böyle bir dönemde İngiltere’de derinlerde büyümekte olan sol dalga, 2015 yılında Corbyn’i İşçi Partisi’nin başına taşıdı. Partinin hem üye sayısı hem de aldığı oylar o günden beri yükseldi. Sol kanat aktivistleri birleştiren Momentum grubu bugün İşçi Partisi’nin motor gücünü oluşturuyor. 2017 seçimlerinde iktidardaki Muhafazaka Parti parlamentoda çoğunluğu kaybetti. Anketler, bundan sonraki seçimler için Corbyn başkanlığında İşçi Partisi zaferine işaret ediyor.
İşçi Partisi’nin yeni programı, varlıklı azınlık için vergi artışı ile kaynak sağlanarak sosyal devletin yeniden inşası, eğitim ve sağlık hizmetlerinde reformlarla toplumsal refah düzeyinin yükselmesi yanında barışçı bir dış politika öngörüyor. Bu program, İngiliz İşçi Partisi için köklere geri dönüş anlamı taşıyor. Sağ politikalar altında varılan nokta, toplumun çoğunluğu için yoksullaşma ve güvencesizleşme oldu. Corbyn’in programı, ülkeyi yeniden sosyal demokrat ve barışçı bir rotaya taşımayı vaad ediyor ve özellikle gençlik arasında büyük karşılık buluyor. Corbyn popüler bir lider ama gücü, Syriza ve Podemos örneklerinde olduğu gibi popülist söylemden gelmiyor. Partiye programı, ilkeleri, sendikal bağların yeniden kuruluşu gibi somut dönüşüm önerileri getirirken topluma da emekten ve barıştan yana yeni bir ekonomik, siyasal ve ideolojik zemin sunuyor. Ayakları yere basıyor. İngiltere’de yaşanacak bir değişim tek kalmayıp Avrupa’yı ve ABD’yi de etkileme potansiyeli taşır; ne de olsa olay, “kapitalizmin beşiğinde” yaşanmakta. Birkez daha “hava dönüyor”.