“Canım babacığım, 30 yıl oldu bizi bırakıp gideli… Elinde olsa, bizi bırakmazdın. 30 yıldır seninle her gün konuşuyorum. Benim için her şeyin üstünde olan bir kişisin, babamsın… Sen sadece bizim değil, çok sevdiğin ülkenin babasız çocukların da babasısın…”
Temmuz 2009’da, Dicle Anter’den Meryem Göktepe’ye ve Kemal Türkler’in kızı Nilgün Türkler’e kadar siyasi cinayetlerde babasını, yakınlarını yitirmiş olanların katıldığı bir etkinlikte bunları söylüyordu Ayçil Yurdakul… Cevat Yurdakul’un kızı…
Çok küçüktü o günlerde muhtemelen. Annesi Ülker Yurdakul, “Çocuklar daha kötüsünü yaşadı” diye anlatıyor: “Evden silah seslerini duymuşlar. Pencereden bakıyorlar ki babalarının arabası. Acar, babasının o haliyle karşılaşmış maalesef. Uyuyor zannetmiş. Sarsmış…
O esnada çekip almışlar. Ayçil’i tutmuşlar, gidememiş babasının yanına…”
Cevat Yurdakul… Adana Emniyet Müdürü… Halkın polisi… Yıllar sonra, 2006’da yine faşistlerin katlettiği bir savcı olan Doğan Öz’ün kızı Bengi Heval Öz’ün sorularını yanıtlarken 28 Eylül 1979 sabahını şöyle anlatıyordu Ülker Yurdakul: “Cevat benden sonra babamla birlikte Reşatbey Mahallesi’nde oturduğumuz evden çıkmış. Evin çok az ilerisinde, kavşakta, terörist katiller pusu kurmuşlar.
Keresteciler Çarşısı’nın çok yakınında önceden şoförünü öldürerek gasp ettikleri bir otomobil ile yolu kapatmışlar. Araçtan inen iki kişi ve yaya bekleyen bir kişi aracı çapraz ateşe almışlar. Otomobilde 28 kurşun bulunmuştu. Cevat ilk kurşunu başından ve göğsünden almış. Hemen oracıkta hayatını kaybetmiş…”
Adana’da bir şövalye
Şimdi anlatılsa rivayet sanılır. Bütün bunlar, 39 yıl önce, bir eylül sabahında, Adana’da oldu. 1942 Ordu-Ulubey doğumlu Cevat Yurdakul, henüz 37 yaşındayken Adana Emniyet Müdürüydü. Pol-Der’li miydi değil miydi belli değil ama sıradan bir polis olmadığı kesin. Zor bir çocukluktan gelip yükselmiş, demokrat ve aydın düşünceli bir adam. Ölümünün sebebi de bu zaten. Zamanın Ecevit hükümeti tarafından Adana’ya Emniyet Müdürü olarak atandıktan sonra, boş durmamıştı hiç.
Faşist cinayetlerin dosyalarını yeniden ele alıp failleri yakalamak, işkence olaylarına bizzat hücrelere inerek müdahale etmek, hatta bütün bunlar yetmezmiş gibi şehirdeki karaborsa ve yolsuzluklarla da mücadele ederek stokçu fabrikalara baskın düzenlemek… Tehditler başlamıştı zaten. Ölümünden bir ay önce, Adana’da basın toplantısı düzenleyen MHP Antep Milletvekili Cengiz Gökçek ve Sivas Milletvekili Ali Gürbüz, “Yurdakul görevi bıraksa da yurtdışına kaçsa da yakasını elimizden kurtaramayacak” diyerek işareti vermişlerdi. Daha sonraları askeri savcıların tespitlerine göre, MHP yöneticilerine bizzat Alpaslan Türkeş’ten gelen ‘Yurdakul’u öldürün’ emriyle 27 Eylül günü MHP İl Merkezi’nde bir toplantı yapıldı. Aynı gece, ‘muhtar’ diye bilinen infaz çetesi şefi Sezai Durmaz’ın evinde cinayet planlandı. Cinayet ekibi Halil İbrahim Altınışık, Mustafa Gülnar ve Kadir Akgöllü’den oluştu; şoförünü katlettikleri bir taksiyi gasp ederek Yurdakul’a pusu kurdu.
Bugünden bakınca…
Yurdakul’un öldürülmesi Adana’da büyük tepki yarattı. Halkın öfkesinden korkanlar cenazeyi apar topar Ankara’ya ve oradan da Ordu’ya kaçırdılar. Adana’daki polislerin bir bölümü emniyet binası önünde sloganlar atarken, bir gün göreve çıkmayarak telsizleri kapattılar. Telsizlerini açtıklarında ise yalnızca Adana Sıkıyönetim Komutanı’na küfrediyorlardı. Direnişteki 300’den fazla polisten 25’i gözaltına alındı, 14’ü tutuklandı.
Cinayetten 4 gün sonra Adana’ya gelen Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Adana Emniyet Müdürlüğü görevini vekâleten (daha sonra 12 Eylül’de idama götürülen sanıkları bile dövmesiyle şöhret yapacak olan) İl Jandarma Alay Komutanı Osman Çitim’e verdi. Sonrası bildik hikâye… Kendisi de polis olan eşi Ülker Yurdakul, tetikçilerin değil arkadakilerin bulunması için çok uğraştı. 3-4 kişi ceza aldı sonuçta ama emir verenler ve tabii Türkeş de beraat etti. Ceza alanlar da çıktılar daha sonra; kimisi haraç çetelerine katıldı, kimisi eroin işlerine takıldı. Bu arada, devlet, “terör şehidi değil, görev şehidi” olduğu için aileye ödenen tazminatı bile geri istedi. “Cevat Yurdakul, ‘barış içinde, esenlik ve başarı önce halkımın, toplumun sonra benim olsun’ diyen bir düşünce adamıydı.
Onun için katledildi. Barıştan ve esenlikten korkanlar yok ettiler” diyordu amcası Necip Yurdakul. Anlatılsa rivayet sanılır…
Yurtdışına eğitime giden, yüksek lisans yapan, Fransız Filolojisi okuyan bir polisi vurdular o gün. Rivayet gibi hakikaten değil mi… Bugünden bakınca, o kadar uzak görünüyor ki her şey…
Arif Mostarlı