İlham Bakır
Son bir hafta içerisinde Dersim’de iki genç intihar ederek yaşamına son verdi. Daha yaşamlarının baharında iki taze fidanı kurumuş birer dal parçasına dönüştürenin ne olduğuna, bu gençleri yaşamda tutacak bir yaşamı neden öremediğimize dair sorulara cevap vermek de biz yaşayanlara düşüyor. Öyle her şeyin, insanları bir buğday tanesi gibi öğüten vahşi, kıyıcı düzenin eseri olduğunu söyleyip yaşamlarımıza kaldığımız yerden devam edemeyiz. Elbette bu bilgiye ezelden beri sahibiz ve ezelden beri biliriz ki devlet, iktidar ataerk sistem ne çocukluğumuzu, ne gençliğimizi ne yaşlılığımızı yaşamamıza izin verir. İnsan, hayvan, bitki tüm tabiat bir bütünen bir meta olmanın ötesinde bir değer taşımaz bu sistem için. Ve yine biliriz ki bu çark çok devasa bir çarktır, dünyada gücünü ve kötülüğünü götürmediği, tesir etmediği iğne ucu kadar bir yer kalmamıştır. Bir insanın bu çark karşısında kendini tek başına bulduğunda umutsuzluğa kapılmaktan, yenileceğini düşünmekten, onunla mücadele azminin kırılmasından başka bir sonucun ortaya çıkması pek olası değildir. İşte Dersim’de Hakan ve Ali bu yüzden, kendilerini sistem karşısında yalnız buldukları, dayanacak, güç alacak yer bulamadıkları için, yaşam umutlarını, mücadele azimlerini kaybettikleri için yaşamlarına son verdiler.
Kendini yalnız hissetmeyen bir insan kolay kolay vazgeçmez hayattan. Bizi öldüren yalnızlıktır asıl. İster kendi elimizle canımıza kıyalım, ister açlıktan ve yoksulluktan ölelim, ister devletin hapishanesinde, ister sistemin fabrikasında katledilelim, ölümümüzün asıl nedeni yalnızlıktır. Siyasetin asıl gayesi insanın yalnızlığına çare olmaktır. Bir olmanın, beraber olmanın, omuz omuza, sırt sırta vermenin, biz olmanın hasılı yalnız kalmamanın çözümünü üretmeyen hiçbir siyasetin muktedirin yedeğine düşmeme şansı yoktur. Öyleyse bu iki gencin hayatına son verdiği Dersim’de siyaset üretenlerin bu ölümlerin nedeninin asıl olarak sistem değil bu gençlere umut olamayan, onları yalnızlığa düşmekten kurtaramayan kendi siyasetleri olduğunu görmeleri, bunun özleştirişini vermeleri gerekir. İnsanları yalnızlaştırmak en sistematik soykırım yöntemlerinden biridir. Yalnızlaştırmak özünde sistemli bir “ruhkırımı” operasyonudur. Dersim coğrafyası çok uzun yıllar boyudur soykırımın envai çeşidine tanıklık etmiş ve buna karşı direnmenin, toplumsallığını korumanın bir yolunu bulmuş ve ayakta kalabilmeyi başarmış bir coğrafyadır. Ancak insanı yalnızlaştıran, ruhunu kıran ve temel direniş dinamiği olan toplumsallığını hedef alan soykırım yöntemi doğru bir biçimde bilince çıkarılmazsa, ortada direnecek bir toplum kalmayacaktır.
Ekonomiden sosyal yaşama, işsizlikten düşsüzlüğe her alanda güçlü bir kolektivizmin yaratıldığı, bir gencin yaşamına son vermeyi değil, yaşamını nasıl geliştirip özgürleştirebileceğine dair zamanı demleyeceği alanlar yaratmayı esas almak gerekiyor. Yani insanların birbirine dokunduğu, yarasını bildiği, yarasına şifa olmaya koştuğu, bir insanın düşlerini bildiğini, düşlerine yoldaş olmaya koştuğu yalnızlığın çoğalamayacağı ilişkiler yaratmak gerekiyor. Öyle iki tarlalık fasulye mercimek ortaklığıyla, yılda bir kere festival yapmakla, basın açıklamaları yapmakla birliktelik çoğaltılmıyor, yalnızlık eksilmiyor. Yalnızlığı eksilmedikçe gençlerimizin düşleri, umutları eksilecek; yılgınlıkları çoğalacak. Sistem bizi yalnızlaştırmak için bin bir çeşit icadı sürüyor yaşamın içine. Bizim bununla baş etmek için ne yeni icatlara ne de Amerika’yı yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var. Bizleri binlerce yıldır var eden ancak şimdilerde vazgeçtiğimiz bir tek şeye ihtiyacımız var yalnızca. Birbirimize dokunmaya. Birbirimize dokunacağımız olanakları, fırsatları çoğaltmaya.