M.Ender Öndeş
“Irak’ta yaşanmakta olan durum ile ilgili olarak Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu’na geçmiş olsun dileklerimizi ilettik. Büyükelçiliğimizin ve personelimizin Irak makamlarının aldığı önlemlerle güven içinde olduğunu öğrendik.”
Bu sözlerin sahibi, Ünal Çeviköz. CHP Milletvekili ve “Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı.” Zaho’da bir piknik alanı bombalanıyor, biri bebek 9 kişi ölüyor, dünya çalkalanıyor, alanı TSK’nin bombaladığı konusunda AKP hükümeti dışında kimsenin kuşkusu yok ve muhtemelen 6’lı masanın gelecekteki ‘Dışişleri Bakanı’ adayı olan Çeviköz, bunları söylüyor. Güzel. Kime geçmiş olsun diyor? Çavuşoğlu’na. Neden? Çavuşoğlu’nun orada bir akrabası filan mı ölmüş ya da yaralanmış? Hayır. Peki, Zahra ne olacak? Zahra, şu şey canım, üstün Türk ırkından olmayan 1 yaşındaki bebek. Onun annesine mesela, bir şey diyor mu sayın müstakbel hariciye nazırımız? Hayır.
Güzel. Bunlar hep böyle güzel zaten. Hâlâ unutmuyorum, bir Faruk Loğoğlu vardı eskiden, şimdi n’oldu bilmiyorum, o da şu ‘MİT tırları’ mevzusu patladığında, “koordinasyon eksikliğini” eleştirip çok kızmıştı. Devlet terbiyesi!
***
Başka bir yerden başlayacaktık aslında, Sri Lanka’dan. Malum, iyice bir karıştı oralar, sonunda çete reisi Gotabaya Rajapaksa, istifa edip sarayını, tahtını bıraktı gitti. Hepimiz sevindik tabii; bir yerde halk hareketi olur da kim sevinmez. Ama bir tuhaflık vardı ortada. Hareket büyük ölçüde sınıfsaldı, yoksulluktan, açlıktan kaynaklanan bir isyanla karşı karşıyaydık ama ülkenin en dip yoksulluğunu yaşayan Tamil bölgesinde pek bir hareket yoktu. Sonra biraz daha derinden bakılınca ve bazı çeviri makaleler okununca mesele anlaşılır gibi oldu. Tamiller, en son 2009’da en korkunç noktasına ulaşan ağır bir soykırım süreci yaşamış, 100 binden fazla sivilin katledildiği operasyonu da bizzat Gotabaya Rajapaksa ve kardeşi, o zamanın başbakanı Mahinda Rajapaksa yönetmişlerdi. Tamil halkı, elbette bütün o tecavüzler, infazlardan sorumlu olan bu kirli ailenin defolup gitmesini istiyordu ama bir yandan da, daha on yıl önce bu ikisini ‘savaş kahramanı’ olarak omuzlarda taşıyanların şimdiki muhalefette yer aldığını acıyla izliyor ve Tamil soykırımının hesabını sormayı aklından bile geçirmeyen muhalefete kuşkuyla yaklaşıyordu.
Dahası, muhalefet saflarında -seçilemedi ama- yeni cumhurbaşkanı adaylarından biri olarak eski ordu komutanı Sarath Fonseka da yer alıyordu ki, daha ne diyeyim ben. Veli Küçük’ün ya da diğer JİTEM’ci generallerden herhangi birinin, on, yirmi, yüz, hatta bin kat beterini düşünün! Mullivaikkal denilen daracık bir toprak parçasında tek seferde 70 bine yakın insanı katleden birlikleri yöneten ve bizzat infazlara da katılan Fonseka’dan söz ediyoruz. Protestoculara “gelin bu işe bir çözüm bulalım” diye yaklaşan şimdiki genelkurmay başkanı Shavendra Silva ise, soykırım sırasında tecavüz ve cinayet şebekesi olarak bilinen meşhur 58. Tümen komutanı olarak, Tamil camiasında berbat bir şöhrete sahip. “Teslim olan herkesi öldürün!” diye böğüren bir adamdan söz ediyoruz, daha azından değil.
“Ama bu kimlikçiliiik” diye sesini yükseltenleri duyar gibi oluyorum. Eh, iyi, öyle olsun da bu kimlikçilik değil ki, düpedüz kimlik! Bir halk, kimliğinden ötürü bildiğin soykırımdan geçiriliyor ve soykırımı yöneten çetenin yerine gelenler, gelmek isteyenler de bu tarihle yüzleşmek niyetinde değil. Yeni seçilen başkan Ranil Wickremesinghe de, katillerin yargılanmasını engelleyen, dosyaları hasıraltı eden adam olarak tanınıyor.
N’apsın şimdi Tamiller? Tamam, rezil çete gitti, cehennem olup gitsin ama şimdi ne yapsın Tamiller? Var mı bir emriniz?
***
Peki, biz ne yapacağız şimdi?
Zahra’nın annesine değil, Çavuşoğlu’na ‘geçmiş olsun’ diyen bir güruhu nereye koyacağız hayatımızda? Kürtlerden söz etmiyorum yalnızca, toplamda bu iktidarın gitmesini ve gerçekten ‘yeni’ bir defterin açılmasını isteyen insanlar ne yapacak?
Sevgili Demirtaş, HDP’nin kendini iyi anlatması gerektiğini söylüyor ve tabii ki haklı ama böyle bir derin çelişki var bu toplumda ve siyasette. Siyasal iktidarı her konuda en ağır sözlerle eleştiren, hatta hakaretler yağdıran muhalefet, mesele ‘milli’ bir noktaya geldi mi, keskin bir virajla geri dönüp sözde ‘milli’ bir şemsiyenin altına sığınıyor. O anda ne özgürlükçülük kalıyor, ne laiklik, ne insan yaşamı! Yukarıdan aşağıya, tabana kadar yayılan milliyetçilik/devletçilik zehri, bütün zihinleri çürütüyor, bağımsız muhakeme yeteneğini öldürüyor.
Trajikomik örneklere kadar gidiyor mesele bizde. Ne tarih bilinci, ne akıl fikir kırıntısı! Bakıyorsunuz, adam sanal medyada 1970’lerin Şah Rıza Pehlevi döneminden fotoğraf paylaşıyor, başı açık üniversite öğrencileri filan. Altına da yazıyor: “Mollalardan önce İran böyleydi işte” diye. O ‘güzel’ zamanlarda İranlı devrimcilerin Evin Cezaevi işkencecilerine sağ yakalanmamak için yanlarında siyanür hapı taşıdıklarını da, o Pehlevi denilen hırsızın kaçarken uçağına dolar ve altınları zor sığdırdığını da unutuyor.
1930’ların Çankaya balolarından modern fotolar paylaşıyor ya da. Ama aynı günlerde Zilan deresinde su yerine kan aktığını görmezlikten geliyor. Yahu balo, tamam, güze, anladık da, sen oradan bakıyorsun tarihe; bir sor bakalım gazla zehirlenip adeta ‘haşarat’ gibi katledilen o insanlara, onlar ne diyor?
Geçtim tarihi, şimdi bile, kıytırık bir Avrupa ülkesinin yöneticisi Türkiye’yi eleştirse “muhaliflik başka, bu iş başka” deyip hem sokakta, hem de uluslararası platformlarda ortalığı yıkıyorlar. Burada ‘faşizm’ diye adlandırdıkları baskı rejimine o platformlarda toz kondurmuyorlar.
***
“Sevgili Halkım” diye başlıyor sözlerine Kılıçdaroğlu geçen gün, sanırım bize hitap ediyor, tamam dinliyoruz: “Daha NATO’daki imzanın mürekkebi kurumadan Finlandiya ve İsveç’ten gelen skandal açıklamalar, Erdoğan’ın yine hiçbir şey alamadan imza attığını gösterdi.”
Pardon, ne alması gerekiyordu Erdoğan’ın? Siz ne almak istiyorsunuz, mesela İsveç’ten? Ragıp Zarakolu’yu mu? Orada yaşayan diğer mültecileri mi? Ne verelim abime? Amineh Kakabaveh var, olur mu? Versinler, alalım, götürüp Silivri’ye tıkalım! Yahu Allah aşkına, İsveç Erdoğan’ın baskısıyla Kürtlere savaş ilan etse mesela, kaç santim uzayacak senin boyun? İsveç’e, bizdeki Terörle Mücadele Yasası’nın bir nüshasını göndersek de aynını yapıp önüne geleni içeri atsalar mesela, pek mi lazım sana?
F-16 meselesinde de öyle. Mesela ABD, Türkiye’nin 1974’lerdeki afyon hikâyesinde olduğu gibi şu tarım ürünlerini ekmesini yasaklasa, diyeceğim ki, bu hadi bir nevi ‘ulusal onur’dur. F-16 niye peki? Tayyarenin kanadını mı yiyecen? Daha fazla silah, daha fazla bomba hangi derdine ilaçtır senin? ABD verdim gitti dese, F-16’larla kimin tepesine bomba yağdırılsın istersin? Erdoğan kötü, tamam, sen kimi vurmayı düşünüyorsun? Roboski’de yeni çocuklar doğup büyüdü arada, ister misin onlardan? Kaç tane olsun?
Yani tamam, esneyelim, HDP derdini herkese anlatsın da, bu ‘milli mesele’ sendromunu nasıl çözeceğiz? Herhangi bir meselede, iki taraf arasında hemen ortaya çıkan bu derin yarılma ne olacak?
***
“Yeni Büyükelçilik binamız güvenli bölgededir ve alınan tedbirlerle emniyettedir” diyor müstakbel Nazır Çeviköz. Mübarek olsun elçiliğiniz abi. Güle güle oturun. Allah nazarlardan saklasın.
Zahra ne olacak peki? Bir bebek için dünyada olabilecek en güvenli yerdeyken vuruldu o: Annesinin kucağında! Daha ötesi var mı? Annesinin kucağında diyorum yahu, başka ne diyeyim?
Zahra ne olacak Zahra?
Var mı bir diyeceğiniz?