Toplumları bir arada tutan bağlar çözülüyor. Bu bağlar çözüldükçe de toplum-içi gerilim ve çatışma potansiyelleri gün yüzüne çıkıyor. O nedenle de günümüzde huzurlu toplum yok desek çok yanlış olmaz.
Dinler tarihi esasında bu tür bağların yaratılması tarihidir. İnsanlık, tarihin ilk evrelerinde farklı kavimlerin bir arada yaşaması sorununu ortak bir tanrıya inanmak üzerinden çözmüştür. Zaman geçtikçe toplumlarda yeni farklılaşmalar ortaya çıktıkça dini yorumlar farklılaşsa da “tek tanrı”ya inanış düzen sağlayıcı bir imkan olarak hep var olmuştur. Sonraları, imparatorluklar farklılıkların bir arada yaşamasını sağlayan otoriteler olarak dinin yerini almışlarsa da bu süreçte gerçekleşen değişimler imparatorlukların güçlerini zamanla erozyona uğrattıkça yerlerini ulus devletlere bırakmıştır. Sanırım bu toplumsal tarihin en kısa anlatımı böyle olabilir.
Ulus devletlerin kuruluş süreçleri Batı’da ve Doğu’da farklı olmuştur. Batı’da ulus devletler, belirli bir sosyal kimlik (ya da ulus) etrafında homojen sayılabilecek bir nitelikle kurulmuşlarken, Doğu’da ulus devletler, farklı kimliklerin içinden o sırada egemen olan kimlik etrafında diğer kimliklerin bir biçimde bastırılmasıyla kurulmuşlardır.
Ne var ki zamanla, özellikle küreselleşme süreçlerinin sonuçları olarak, Batı’nın homojen ulus devletleri diğer toplumlardan aldıkları göçlerle heterojenleşirlerken, Doğu’nun ulus devletlerinde de egemen kimliğin devlet içindeki hakimiyetinin zayıflaması sonucu zaten hetorojen olan bünyeleri giderek daha fazla görünür olmuştur. Sonuçta, toplumları bugüne dek bir arada tutan bağlarda yeni zayıflıklar ortaya çıkmış ve tabii peşinden de toplum-içi gerilim ve çatışma potansiyelleri ortaya çıkmıştır.
Kısacası, günümüzde ulus devlet çatısı altındaki farklı toplulukların nasıl bir arada yaşayacağı konusu yine insanlığın gündemindedir. Bugüne dek bulunmuş yollar tükenmiş görünmektedir. Bu durumda ulus devlet çatısı altında farklı toplulukları hangi ortak bağlarla nasıl bir arada yaşatılabilecektir?
Böyle bir arayış kaçınılmaz olarak insanlar arasında farklı kimliklerden kaynaklanan ve birlikte yaşamaya sorun çıkaran bakış açılarının değişimini kaçınılmaz kılar. Bir başka deyişle, egemen kimliğin baskısı altında kalan mağdur azınlık kimliklerin bir araya gelmeleri sorunu çözecek bir adım olarak görülebilir ama asıl yapılması gereken bu kişiler arasında ortak bir bağ üretebilmektir. Bu ortak bağ, bu kişilerin zihniyet dünyalarında kimliklerin farklılıklarını görmeyen bir anlayışın sağlanmasıyla mümkündür. Çünkü o zaman, geldiğimiz etnik ve inanç bağlarımızdan kurtulur ve birlikte yaşamaya engel olabilecek bu türden engeller ortadan kalkabilir.
Kısacası, ulus devleti meydana getiren bağlar çözülüyor. Bugüne dek insanlık tarihinin ürettiği farklılıklarla birlikte yaşama mekanizmaları etkilerini yitiriyor. Özellikle bizim gibi toplumlarda egemen kimliğin egemenliği de (ancak diğer azınlık kimlikleri baskı altına almakla sürdürdüğü egemenliği de), bir sona yaklaşmakta. Yeni toplumda farklılıklarla birlikte yaşamayı sağlayacak yeni mekanizma insanların zihniyet dünyalarında oluşmakta olan “radikal demokrat” düşünce ve tavırla sağlanabilir. Bu düşünce ve tavır, mağdur kimliklerin yalnızca yan yana gelip, iş birliği ya da güç birliği yapmasıyla değil, aralarında kimlikleri görmeyen bir zihniyet dünyasının yaratılabilmesi ve geliştirilmesiyle mümkündür.