Ahmet Güneş
İnsan gittiği yerde bile değişiyor. Gittiği yeri de değiştiriyor. Yerleşemeyen yerliler, özgür yersizler, her gördüğü yere gitme hayali kuranlar; ne toplanıyor ne de ayrılıyorlar. Kararsız bir bulut gibi gökyüzünde, üstümüzde. Talih bir tembih gibi duruyor.
Şefkatli bir aldırış, şevkini yitirmiş bir kılavuz nereye ve nasıl götürüyorsa, oraya. Körelmiş bir bıçak üstünde yürümek mi, köhnemiş bir dünyada yaşamak mı? Ağırlığını unutmuş bir tercih götürür belki buradan en uzağa. Umudu da hayali de en çok unutulan bir masala, buraya en yakına. İnsan ister, istemediğine denk gelir.
Görüntüler acı veriyor. Çünkü acı her yerde aynı şiddette çekilmiyor ve görülmüyor. Kıtadan kıtaya, ülkeden ülkeye yer değiştiriyor sevinçler ve gözyaşları. Bir de göz ve deri renkleri yer belirliyor bakmaya ve görmeye. Her şeyin bir yeri var, yerinde kalmışlığı, kalmaya mahkûm edilmişliği var. Dünyada ne çok yer ve yersiz var.
Saf dışı kalmalar, hamle yapamamalar, küresel krizler, manipülasyonlar. İçinde yaşadığımız ne çok kavram var. Her biri birer katliam, birer yavaşlatılmış idam, istikrarlı talan. Tarihten bu kadar öğrenilmiş, herkesin elinde ve fikrinde bu kadarıyla dönüyor dünya.
Hayatı umursayan yok, hayallerin hayata karışmasını dert etmeyen çok. Birleşip birleşip dağılmak için her yol bizi yolcu ediyor; yalınayak, sonra at ile, sonra uçak ile. Oysa ay yerinde, aynı bakışla dünyayı dikizlemekte.
Ölenin hatırasını yanlış anlatmak, yaşayanın derdini çarpıtmak uzmanlık isteyen meslekler oldu artık. En iyi yalan, en sıkı hile kimden gelirse, o gelsin. Liyakat dediğimiz, kötülüğün boyunu uzatıp zafere giden bir yarar. Bilinir ki başarı ve fayda, aşırı kirli birer alışkanlık. Dünya kabul etmesin diye bir uzun bekleyiş var.
Ezber sözler, evvelden gelen tedbirler, sınanmamış vaatler birer çember gibi. Başka bir yere bakmak, farklı bir yerden yürümek henüz keşfedilmedi. Demişlerdi zaten, bu dünya bu dünyadan daha büyüktür. İkametimiz yanlış bir adreste, adı konulmamış bir sürgün bu.
Kötülüğün değmediği çağ yok. Karşılaşmalarda riyakarlık, yan yana gelmelerde bahaneler, sürükledi ve sürüyor. Her şey silme ve silinme müsabakasında. Beyan edilen sözler, art niyetli randevular, kısılan sesler peş peşe geliyor. Hayalini yitirmiş insanlar ile hallerine alışmış insanlar çoğalıp götürür bizi, sonra döneceğimiz yerde bırakır.
Bir derman yarasını arıyor bir dünyada. Bir kâbus rüyaya evirilmeyi bekliyor bir uykuda. Bir damla akıbetini merak ediyor bir denizde. Bir taş düştüğü dağı arıyor bir sokakta. Bir dal kırıldığı ağacı arıyor bir odunlukta.
Suyun sesi, kırılmanın yankısı, düşmenin ağrısı, düş olmanın sancısı ve akan kanın geçmişi. Her biri heyecanını kaybetmiş bir gelecek bıraktı buraya. Bakın burası gelmeyecekleri bulma dünyası. Gidenlerin kalanları kaybettiği bir uçurum ağzı.
Derdi devran döndürenler ve kederi omuzlayıp yürüyenler, karşılaşmalı bir gün. İsabetli bir isyanın yankısını duymalı herkes. Dönen, dövüşen ve düşen bilir, bilinmesini bir ömür bekler. Herkes bilir, her hatırlama birçok şeyi unutmanın bedelini ister.
Haftanın kitap önerisi: Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak / Çeviren: Osman Akınhan, Agora Kitaplığı