Murat Çakır
Almanya’daki farklı araştırma kurumlarının olası resesyon ve dramatik sosyal sorunlarla ilgili gerçekçi öngörüleri egemen siyaseti, ama bilhassa Alman askeri-sınai kompleksini fena rahatsız etmişe benziyor. Gerçi Scholz hükümeti Almanya kamuoyunu sadece çetin geçmesi kesinleşen sonbahar ve kış aylarına hazırlamakla kalmıyor, aynı zamanda yıllar sürecek bir dönem için “kemer sıkmaya” razı etmek istiyor. Özellikle Yeşil bakanlar ısrarlı bir biçimde “halkın kendi payına düşeni taşıması gerekir” ve “gerekirse barış için üşürüz” demagojisini tekrarlıyorlar – sanki durumdan halk sorumluymuş gibi. Ama bu bile militaristler için yeterli değil.
İnsanlar yaygın medyaya düşen haberleri okuduğunda daha da kaygılanıyorlar: Yerel yönetimler hem kamu binaları ile sosyal konutlardaki kalorifer ısılarını düşürmeye hazırlanıyor hem de yoksul kesimleri “donmaktan korumak” gerekçesiyle az ısıtılan spor ve sergi salonlarına kitlesel olarak yerleştirmeyi planlıyorlar. Süresi geçmiş gıda maddelerini dahi satın alabilmek için oluşturulan bekleme sıraları uzarken, enerji tekellerinin rekabet çıkarlarını korumak için kurulmuş olan Federal Ağ Ajansı, “2023’te ısınma masrafları en az üç katına çıkacak” diyor. “Ne yapabiliriz, kış geliyor” diyerek sırıtan Şansölye vekili Habeck sorumluluğu yoksul kesimler ile emekçilerin sırtına yükleyerek, “toplumsal dayanışmanın sınırlarının çok ötesine geçmeliyiz” çağrısını yapıyor.
NATO medyası da pasifizmi “vatan hainliği” ile eşitleyerek militarizm propagandası yapıyor. Dahası egemen siyasete, NATO’ya ve ABD’ne yönelik en ufak eleştiriyi ve enerji krizini atlatmak için diplomatik yollar denenmesini isteyen her görüşü “diktatör Putin’in destekçileri” diye karalıyor. İşte tam da böylesi, toplumda savaş politikalarına tepkinin arttığı bir dönemde, askeri-sınai kompleks yukarıdan sınıf savaşını ilân ediyor.
Alman sermaye fraksiyonlarının baş sözcüsü FAZ gazetesinde yayınlanan bir makalede üst düzey subaylar ile Federal Ordu’nun üniversitelerinde çalışan öğretim üyeleri, Rusya’ya yönelik yaptırımların genişletilmesini savunarak, diplomatik çözüm yollarının Almanya’nın çıkarlarına ters düştüğünü ileri sürüyorlar. Makalede “Batı şimdi ekonomik ve -Ukrayna’ya masif silah yardımı yapılarak- askeri adımlar atmalıdır. Rusya’nın zayıflığı Batı politikasına, kullanılmaması ağır ihmal anlamına gelecek opsiyonlar sunmaktadır” denilerek, Rusya’nın yıpratılmasına yönelik adımların hızlandırılması isteniyor.
Askeri-sınai kompleks temsilcileri Scholz hükümetine “toplumun siyaseten hem fikir olmasının sağlanması için, tüm etkin toplumsal ve siyasi güçleri tek cephede toplama” önerisini yapıyorlar. Önümüzdeki iki yılın, doğal gaz darboğazı ve enerji krizi nedeniyle “çok çetin geçeceğini” öngören militaristler, Alman ordusunun silahlandırılarak “NATO’nun Doğu cephesinde öncü rol üstlenmesini” istiyorlar. Gerekçe olarak da “Avrupa’nın, Batının Çin’e karşı verdiği küresel güç mücadelesinde ABD’nin Hint-Pasifik bölgesine yoğunlaşabilmesi için, Rusya’ya karşı inandırıcı biçimde caydırıcı politika izlemesi gerektiği” söyleniyor.
Makale tam anlamıyla yukarıdan ilân edilen sınıf savaşı anlamını taşıyor. “Vatan cephesinde” mezarlık sessizliğini ve toplumsal rızayı sağlama görevi ise egemen siyaset ile NATO basınına düşüyor. Gerek siyasetçiler gerekse de burjuva yorumcuları her daim “durumun bu kadar vahim olacağını bilemezdik, o nedenle herkes üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmeli” diyerek, krizlerin “Allah vergisi” olduğunu ima ediyorlar.
Halbuki, bırakın barış hareketinin temsilcilerini ve sayıları az olsa da radikal Avrupa solunu, burjuva bilim insanları dahi yıllardır silahlanma ve Rusya ile gerginliği artırma politikalarının acı faturaları olacağını, bu faturanın ise halka çıkartılarak derin sosyal ihtilaflara yol açacağını söyleyerek, egemen siyaseti uyarıyorlardı. Kiliseler ve sendikalar da bu uyarıları tekrarladılar. Ancak bu uyarılar dikkate alınmadı, çünkü yetersizdiler ve yetersiz kalmaya devam edecekler – yukarıdan ilân edilen savaşa aşağıdan sınıf mücadelesi ile yanıt verilmediği müddetçe…