Fikret Başkaya
Turizmin ‘bacasız sanayi’ olduğu, dünya barışına hizmet ettiği, farklı kültürleri birlerine yaklaştırdığı, yoksulluğun çaresi olduğu, yoksul ülkelerin kalkınmasının bir aracı olduğu… söyleniyor. Gerçekten öyle mi?
Turizm (seyahat) XVIII’inci yüzyılda soylular sınıfının (Aristokların), XIX’uncu yüzyılda da burjuvaların bir etkinlik alanıydı… XX’nci yüzyılda, daha çok yüzyılın ikinci yarısında işçi sınıfının ücretli izin hakkını kazanmasıyla, özellikle emperyalist ülkelerde ‘kitle turizmi’ de olanaklı hale geldi ve hızla yaygınlaştı… Aslında kitle turizmi işçi sınıfının, bir bütün olarak da emekçi kitlelerin ‘boş zamanına’ kapitalistler tarafından el konulmasıydı… Kitle turizmiyle birlikte turizm (seyahat) varlık nedenine yabancılaştı…
Önceki dönemlerde seyahat zevkli ama zorlu bir insan etkinliğiydi. Bilinmezlikler, tehlikeler, riskler, sürprizler, zorluklarla yüzleşmeyi, büyük bir fizikî çabayı gerektiriyordu… Zamanla tren, otomobil ve uçağın yaygın kullanılmasıyla seyahat kolaylaştı. Şimdilerde turizm büyük bir ekonomik sektör… Dünya Turizm Örgütü’ne göre, sektör hızlı bir tempoyla büyümeye devam ediyor. 1950 yılında 25 milyon olan turist sayısı, 1980’de 279 milyona, sektörün mali portesi de 1.260 milyara ulaşmıştı… Turizm sanayiinin 2019’daki portesi de dünya GSYH’nin (milli gelirin) %10’u düzeyinde. Dünya istihdamının da %15’ini temsil ediyor ve 1500 milyar dolarlık bir porteye sahip… Turizm hızlı bir tempoyla metalaştı, ekolojik yıkımın araçlarından biri haline geldi. Her şey yapaylaştı (sunileşti)… Turizm atmosferin ısınmasında yaklaşık %8’lik paya sahip… Aslında beklenenin aksine ‘turistik alanlar’ kapalı alanlar haline geliyor. Lüks otellerde ‘her şey dahil’ uygulaması sadece bir ‘kapalı alan’ yaratmıyor, aynı zamanda akıl almaz bir israf demek…
Zengin turizmi için inşa edilen oteller, oralarda yaşayan nüfusu kovuyor ve daha da yoksullaştırıyor. Turizm alanlarında yaşam pahalanıyor. Özellikle de yoğun turizm mevsiminde konut kiraları yükseliyor… Turistik kent merkezlerindeki halk kovulup, lüks oteller yapılıyor. Venedik, Barselona, Dubrovnik gibi kentlerde turizm karşıtı eylemliliklerin ortaya çıkmasının nedeni turizmin yaşamı çekilmez hale getirmesi…
Bir önemli sorun da turizmin neden bir ‘ihtiyaç’ haline geldiğidir. İnsanlar bulundukları yerden kaçmaya neden onca istek duyuyor? Zira, kapitalizm yaşamı çekilmez hale getirmiş bulunuyor… İnsanlar tatile çıkmadıklarında bir ‘eksiklik duygusuna’ kapılıyor… İyi de ‘eksiklik duygusunun’ nedeni ne? Oysa yaşamın dışarda bir yerlerde değil, yaşanılan yerde bir anlam ve değer taşıması gerekmiyor mu?.. Velhasıl, turizmi sorgulamak yaşam tarzımızı sorgulamayı, yaşam tarzımızı sorgulamak da kapitalizmi sorgulamayı gerektiriyor. Turistik yerlere gidilerek yaşanılan yer unutulmak isteniyor… Bir iki haftalığına da olsa bir ‘rahatlama’ umuluyor… Aslında turizm eleştirisine kapitalizm eleştirisi eşlik etmelidir…
Turizm artık bir ekolojik yıkım aracına dönüşmüş bulunuyor. Her seferinde daha çok uçak kullanılıyor ve uçaklar önemli bir sera gazı emisyonu ortaya çıkarıyor. Büyük turist gemilerinin (kruvaziyerler) bir günde 1 milyon arabanın çıkardığı kadar ince parçacık ve kükürt emisyonuna neden oluyor…
Türkiye 1980’de ünlü 24 Ocak Kararları’yla, dışa açılma tercihi yaptı ve turizm yeni paradigmanın önemli bir unsuruydu. Turizme devasa kaynaklar aktarıldı. Artık zengin turizmi bir kurtarıcı sayılıyordu… Turizm şirketlerine ucuz kredi, abartılı teşvikler sunuldu, beş yıldızlı oteller inşa edildi. O kadar ki, turizm kapitalistleri nerdeyse 5 kuruş harcamadan devasa otellerin sahibi oldular… Sahil şeridinde yaşayan nüfus kovuldu. Verimli güzelim topraklar devasa oteller ve golf sahalarıyla kaplandı, betonlandı, asfaltlandı… Aslında Türkiye’nin turizm siyaseti yerli, daha çok yabancı turistlere ucuz tatil yaptırmak demeye geliyordu… Fakat yıkım sadece 5 ve 7 yıldızlı otellerin eseri değildi. Yazlık ev furyası da önemli tarım alanlarını kullanım dışına attı… Sahiller betonlaştı, asfaltlandı, denizler kirlendi. Yılın bir-iki ayı kullanılan yüz binlerce yazlık konut inşa edildi… Şirin sahil kasabaları ve kentleri birer metropole dönüştü…
Beş yıldızlı bir otelin bir günde harcadığı enerjiyi, kullanılan suyu, ortaya çıkan israfı ve çöpü düşünmek bile rahatsız edicidir… 1000 kilometre yoldan gelen zengin turistler denize değil, otelin havuzuna girmeyi yeğliyor… Ve o havuzun ısınması, bakımı için enerji harcanıyor… Yegâne amaç kâr ise, bunda şaşılacak bir şey olabilir mi? Lüks otellerde insanlar ekseri güvencesiz ve düşük ücretlerle çalıştırılıyor… Her şey dahil uygulaması tam bir israf, utanmazlık, şımarıklık…
Turizm endüstrisi eleştiriden muaf… Turizmin yararlılığına dair genel bir konsensüs söz konusu… Diğer sanayi dalları rahatlıkla eleştirilebiliyor, turizm endüstrisi hariç…
Aslında bir ülkenin en verimli topraklarının zengin turizmi için heba edilmesi kabul edilebilir değildir. Üstelik, içerde ve dışarda ortaya çıkabilecek bir olumsuzluk, işte, savaş, çatışma, deprem, salgın hastalık (pandemi), atmosferik olaylar… turist akınını durdurabilir… Corona virüs neler olabileceğini göstermiş olmalıdır… Bir de turizmin her şeye rağmen küçük bir azınlığın işi olduğu da unutulmamalıdır…