Ali Sinemilli
AKP-MHP iktidarının ciddi bir kriz yaşadığı kesin. Yönetememe krizi, meşruiyet krizi ya da başka tanımlar getirilebilir mevcut duruma. Fakat görünenin de ötesinde bir krizin yaşandığı, mızrağın çuvala sığmadığı açık. Hemen her gün bir yerden içinde bulunulan vaziyetin vahameti yansıyor. Özellikle de savaş cephesinden gelen haberler akıl alır gibi değil.
İlgili olanlar bilir. Kısa bir süre önce, PKK’nin silahlı kanadı HPG bir açıklamada bulundu. HPG, yaşanan savaşta Naci Kaygısız adında bir askerin öldüğünü, cenazesinin ellerinde olduğunu ve eğer ailesi isterse kendilerine teslim edebileceklerini ifade etti. Bu haber deyim yerindeyse gündemi sarstı. Hemen her kesimden dijital medya kullanıcısı, yapılan açıklamanın peşine düştü, yorum yaptı, fikir beyan etti. Yine belli başlı basın yayın organları bu açıklamayı haberleştirdi, kamuoyuyla paylaştı. Fakat her nedense AKP-MHP iktidarından bir ses çıkmadı. Ne Savunma Bakanlığı ne Genelkurmay Başkanlığı açıklamada bulundu. Yine ‘bitirdik de bitirdik’ diyerek neredeyse haftalık olarak halka vaatlerde bulunan İçişleri Bakanı da olaya sessiz kalmayı tercih etti. O da beklendiği üzere ‘görmedim-duymadım-bilmiyorum’ ekibine dahil oldu.
Kuşkusuz, sorumlular sessiz kaldı diye mevcut durum ortadan kalkmadı. Sorun orta yerde duruyor. Elbette yaşananlar bununla sınırlı değil fakat gündeme gelen örnek savaşın gidişatını anlamak isteyenler için oldukça çarpıcı bulundu ve bir tartışma yarattı.
Bilindiği üzere, HPG savaşın gidişatına yönelik düzenli olarak açıklamalar yapıyor. Bu açıklamalarda iki temel husus fazlasıyla dikkat çekiyor. Birincisi ‘Türk ordusu kimyasal silahlar, hatta taktik nükleer silahlar kullanıyor’ deniliyor; ikincisi, ‘ordunun kayıpları açıklananların çok çok üzerinde, kayıplar gizleniyor’ deniliyor. Zaten gerek kimyasal silahlara gerekse de asker kayıplarına ilişkin basına servis edilen görüntüler de bu açıklamaları destekliyor ve işlerin hiç de iktidar sözcülerinin dediği gibi gitmediğini gösteriyor.
Hatırlanırsa, savaşın daha üçüncü gününde Hulusi Akar kameraların karşısına geçmiş ve ‘operasyonun hedeflerine ulaştığını’ dile getirmişti. Lakin aynı Hulusi Akar birkaç gün önce Hakkari’de yaptığı konuşmada -ki operasyon boyunca Akar’ın kaç defa bu alana geldiği bilinmiyor- ‘moral ve motivasyona ihtiyacımız var, en önemlisi bu’ dedi. Elbette bu konuşmayı yapan Akar’ın oldukça moralsiz olduğu gözlerden kaçmadı.
Peki! Ne oldu da üçüncü günde ‘her şey yolunda’ açıklaması yapan Savunma Bakanı, üçüncü ay biterken ‘morale ihtiyacımız var’ noktasına geldi? Şimdi merak edilen bu.
Belli ki, Akar’ın sayısız kez savaş bölgesini ziyareti de, burada yaptığı son açıklama da TSK’nin planının ters teptiğini, vaziyetin iyi olmadığını yeterince açık ediyor. Hakeza, iktidarın baş kalemşoru A. Selvi’nin bir süre önce yaptığı ‘Suriye operasyonu için öncelikle pençe-kilit operasyonunun başarıyla tamamlanması gerekiyor’ değerlendirmesi de yürütülen savaşın gidişatını anlamak açısından önemli. Açıkça görülüyor ki, Akar’ın ‘moral lazım’ söylemi ile Selvi’nin ‘operasyonun sonucuna bakmak lazım’ değerlendirmesi birbirini bütünleyen ve sahadaki hakikati ifşa eden beyanlar oluyor.
İktidar cenahı, ordu sözcüleri sahadaki mevcut durumu gizlemeye çalışsalar da gerçekler bir biçimde ortaya çıkıyor, kendisini göstermeyi biliyor. Kah HPG’nin açıklamalarıyla Kah iktidar kanadını temsilen konuşan-yazanların itirafları ile bu gerçeklik gün yüzüne çıkıyor. Yani iktidar ne kadar tersini iddia etmeye çalışsa da gerçekleri gizlemeye gücü yetmiyor.
İşte! Naci Kaygısız adlı askerin başına gelenler de böylesi bir zeminde daha fazla anlam buluyor, tartışma konusu oluyor. Vatan-millet edebiyatıyla sahaya sürülen bu askerler savaş dışı kalınca bırakalım onlara sahip çıkılmasını, bombardımana tabi tutulup parçalarının dahi kalmaması -inanılması zor ama sahadan gelen bilgiler bu yönlü- tercih edilen yol oluyor.
Güya bununla büyük ülke, büyük devlet ülküsü hayata geçiriliyor. Ne büyük devlet ki, askerinin cenazesine dahi sahip çıkmıyor!
Açık ki, kendi geleceğini ülkenin geleceği olarak gören ve bu uğurda nice maceralara girişen diğer tüm iktidarlar gibi AKP-MHP iktidarı için de artık yolun sonu görünüyor. Bu iktidarın Başur Kürdistan’a ne amaçla saldırdığı, buradan elde etmeyi umduğu başarıyla içerde neyi öngördüğü artık sır değil. Belli ki evdeki hesap çarşıya uymadı, Ankara’da yapılan hesap bir kez daha Zagroslara çarptı ve geri döndü. Şimdilerde iktidarın Rojava’ya operasyonu gündemleştirdiği görülüyor. Başur’da denenip de yapılamayan Rojava’da bir kez daha denenmek isteniyor. Niyet bu.
Haliyle, bu durumda akla şu soru geliyor; Başur Kürdistan’da kendi askerinin cenazesine dahi sahip çıkmayan bir ordu-iktidar Rojava Kürdistan’ında ne yapabilir? Rojava ki, bugünlere, on binleri bulan devrim şehidi sayesinde geldiğini söylüyor ve onların anısına bağlılık temelinde savaşa hazırlandığını dile getiriyor.