Pakrat Estukyan
Kimileri için kan dökmekten öte bir anlamı olmayan kurban bayramının, kişinin duruşuna, tutumuna ve dünya görüşüne göre farklı anlamlar içerdiğini de belirtmek gerekir
Türkiye’den bakınca İslam diniyle özdeş olarak andığımız ‘kurban’ kavramının, günümüzdeki hali Tevrat’ta anlatılan bir öyküye dayanır. İbrahim peygamber tanrıyı hoşnut etmek için oğlunu kurban etmeye hazırlanırken gökten inen koç, puta tapan inançların insan kurban etme geleneğini de sonlandırır.
Tevrat’ın bu öğretisi daha sonra indiğine inanılan diğer tanrı kelamlarında, yani İncil’de ve Kuran’da da yerini alarak günümüze ulaşır. Tanrıyı, daha öncesinde ise tanrıları hoşnut etmek için insan kanı dökme inancı gerilerde kalsa da, kutsal davalar için insan kurban etme hali günümüzde de sürmekte. Savaşlar insanları kurban etmenin en yaygın yöntemlerinden biridir örneğin. Geçmişte kurbanlığa gösterilen ihtimam bu kez de ‘şehit’ kavramıyla ululanan, yüceltilen savaş kurbanlarına gösteriliyor.
Gerçekte istila ve işgalden öte anlamı olmayan savaşları Papa’nın veya Şeyhülislamın dualarıyla kutsayınca, bu seferlerde düşenler de bağlı olduğu dinin meşrebine göre hak yolunda zayi olmuş martirler veya şehitler sayılıyor. Böylesine kutsallık atfedilen bir yüceltme karşısında, geride kalanlar da ‘keşke bana da nasip olsa’ demekten alamıyor kendini. Oysa o garibim martir veya şehit, bu payeden kurtulmak, yaşama tutunmak için var gücüyle savaşmış, gücü yettiğince çok düşmanı eşek cennetine gönderdikten sonra kendisi de martirlik veya şahadet denen bu mübarek payeye ulaşmıştı.
Bir dana bile kesileceğini fark edince iki gün boyunca Karadeniz’de yüzerek canın kurtarmaya çalışırken ‘mahluk u kâmil’ diye nitelenen insanın şehit olmak için can atacağına inanmak çok da gerçekçi olmasa gerek.
Yaşamdan koparılan genç insanların arkasından ‘şehitler ölmez’ sloganlarıyla, ateş düşen ocakları bayraklarla süsleyerek militarizmin değirmenini çevirenler, aslında daha çok kurban, daha çok kan ve gözyaşı için çabaladıklarını farkında olmayanlardır.
İnsanlık eski kurban geleneğini sadece “vatan, millet, sakarya” nutukları arasında kan dökerek sürdürmüyor. O yüzden de insanları kâh trafik canavarına, kâh ‘cihat’ sosuyla kutsanmış terör belasına, kâh iş cinayetlerine kurban ederek kapitalist modernite dediğimiz ilahı hoşnut etmeye çalışıyoruz. İnsanlığa hizmet adına kendini feda eden bilim insanlarının şehadetini de bir köşeye yazmak gerekir. Bir bakteriyi veya virüsü tanımlamak için, x ışınlarının tıpta işlevsel kullanımını sağlamak veya bir aşı geliştirmek için kendini kurban edenlerin sayısı hiç de küçümsenecek gibi değil. Bunlara ‘doğa felaketi’ diye adlandırdığımız, aslında büyük çoğunluğunu ellerimizle ürettiğimiz afetlere kurban gidenleri de eklemek gerekir. Derme çatma binalar ürettiğimiz için deprem kurbanları, dere yatağına apartman diktiğimiz için sel kurbanları haberleri duyuyoruz. Irkçı nefret kurbanlarını, maganda kurşunu kurbanlarını da unutmamak gerek.
Kimileri için kan dökmekten öte bir anlamı olmayan kurban bayramının, kişinin duruşuna, tutumuna ve dünya görüşüne göre farklı anlamlar içerdiğini de belirtmek gerekir. Bayramlar aynı zamanda toplum içinde paylaşmanın, dayanışmanın da simgesidir. Bayrama küskünlükle girilmez ilkesi de aynı şekilde bu dinsel ritüelin olumlu unsurlarından biridir.
Garibim İshak, tanrının gönderdiği koç sayesinde babası Hazreti İbrahim’in bıçağından kurtuldu ama bizler kendi yarattığımız ilahların gazabından kurtulmuş değiliz henüz.