Veli Saçılık
Saray tarafından esir tutulan Selahattin Demirtaş esaret koşullarında yazılarıyla, savunmalarıyla siyasal gündeme katkılar sunmaya devam ediyor. Demirtaş’ın, HDP 5. Kongresi sonrası, T24 Haber sitesinde yayınlanan yazısı, üzerinde tartışmaya değer bir yazı. Demirtaş’ın, yeni dönemeçte inisiyatifli siyaseti teşvik etmek ve idare-i maslahatçılığı bozmak için çabaladığı aşikâr. HDP’nin saldırılar karşısında savunmadan öte, edilgenlikten kurtulup karşı bir atak geliştirmesi gerektiği de ortada. Öte yandan, varlığını HDP ve Kürt yokluğuna armağan etmiş olan sağlı-sollu sistem partilerinin yerlerinden milim oynamadan, Demirtaş’ın muhalefet şerhi koyarak aktardığım “HDP’lilerin iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batırması – siyaset ve şiddetin bir arada olamayacağı – Türkiyelileşmek için adım atmak gerektiği” vb… yönlü açıklamalarının gerçekten bir anlamı olacak mı? Bu sorunun cevabı elbette birkaç satıra sığmaz.
Kobane Kumpas Davası kapsamında ve diğer siyasi kumpas davalarında on bini aşkın HDP’li esir ama diz çökmeden, ödün vermeden direniş sergiliyorlar. Kapsamlı tutuklama saldırılarına rağmen HDP’nin örgütsel yapısını ayakta tutmaya devam eden bütün HDP’liler takdiri hak ediyorlar. HDP’nin 5. Kongresi’ne katılan on binlerce insan “inadına özgürlük” karalılığını bir kez daha dosta-düşmana göstermiş oldular. Ülkenin dört bir yanından gelen insanlar, kürsüden yapılan konuşmalar, salona asılan pankartlar Kürt sorununun çözümünden de öte Türkiye’nin bütün sosyal-siyasal sorunlarına atfen “çözüm biziz” mesajı verdiler. Diyarbakır’da başka, İzmir’de başka konuşan düzen siyasetçilerinin aksine bütün halkları, emekçileri kapsayan bir tarz ortaya çıkardılar. Kürdü Türkleştirmek, Aleviyi Sünnileştirmek, kadını yok saymak, emekçiyi köleleştirmek üzerine siyaset kuran Cumhur ve Millet ittifaklarından çok daha fazla HDP’nin “Türkiyeli” olduğu kongre atmosferinden anlaşılıyordu.
2023 yılında 100. yılına girecek olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin yapısal krizi seçim yaklaştıkça derinleşiyor. Türkiye’de, Türk, Sünni, Batıcı kimlik üzerine inşa edilen resmi ideoloji esaret altında tuttuğu halkların uyanışı, işçi sınıfının örgütlenme mücadelesi, değişen sosyolojik muhtevaya cevap olamaması ve Kemalist Cumhuriyetin, “Türk-İslam Sentezi” politikasının doğal sonucu olarak ortaya çıkan siyasal İslam ile girdiği mücadeleyi kaybetmesinden dolayı, Türkiye bir yıkımla karşı karşıya. 15 Temmuz kontrollü darbe girişimi sonrası, Yeni Türkiye muktedirleri, “eski-yeni devlet” koalisyonu kurarak, devletin militarist bütün kodlarını koruyup ihya edecek şekilde fabrika ayarlarına döndüler. Eski ve Yeni Türkiye’nin militer unsurlarının koalisyonu ile kurulan Yeni Türkiye, oldukça basit bir sözleşmeye dayandı, eskiler yenilerin “Tek devlet, tek millet” tekerlemesini “tek din, tek mezhep, tek dil”i de içerecek şekilde ulus-devleti yeniden tanımlamasına karışmayacak, yeniler de eskilerin “Kürt anasını görmesin de…” siyasetini sürdürmesini ölümüne destekleyecekti… Bir de, yürütme yani kolluk gücü, askerden alınıp, polise verilecekti. Yüz yıllık mücadele sonucunda kazanılmış demokratik haklar bu defa asker postalıyla değil, polis copuyla ortadan kaldırıldı. Dahası, TBMM’nin dokunulmazlığının yerini, devlet emrindeki mafyaların ve her fırsatta “devlet benim sen kimsin” diyen polislerin dokunulmazlığı aldı. Böylelikle otokratik parti devleti, popülist siyaset, dokunulmaz (para)militerler ile birlikte; Irkçı İttihat Terakki ile ümmetçi Hürriyet İtilaf 3. Milliyetçi Cephesi inşa edilmiş oldular.
S. Demirtaş’ın “siyaset ile şiddetin bir arada olmayacağı” tespiti barış ortamı kurulmadan demokratik siyaset yapılamayacağına işaret ediyor sanırım. Diğer yandan, HDP’nin en büyük bölüğünü oluşturan Kürt siyasal hareketinin PKK ile sosyolojik taban ortaklığından dolayı HDP’yi şiddetle ilişkilendirmek egemenlerin en çok sevdiği retorik. HDP, A. Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını talep ederken de, müzakerelerin derhal başlamasını isterken de barış ilkesi üzerinden hareket ediyor. Kürtleri yok sayan, savaşı ekonomik-politik rant kapısı olarak gören devlet elitleri Kürtlerin haklarını konuşmamak için terör gargarası yapmayı tercih ediyorlar. “Sivas’ın ötesindeki” Kürtlerin varlığını inkâr ederek, Sivas Madımak’ta yakılan Alevileri asimile ederek Türkiyelileşmeyi değil, Türk-İslam siyasetini tercih ediyorlar.
Yukarda bahsettiğim bağlamda sevgili S. Demirtaş’ın sözlerini çubuğu başka yöne bükerek tekrar tartışmamız gerektiğinin altını çiziyorum. Sağcı da olsa, solcu da olsa Türk olmak çok konforlu bir alan. Kürtler kendi iç devrimini yaparak, ulusal haklarını savunmanın ötesinde, Türk devrimci-demokratlarıyla yol yürüyecek bir siyaset zemini oluşturdular. Cumhuriyettin kuruluşundan bugüne Kürt sorunun çözümünde esaslı bir duruş sergileyememiş olan Türk demokratlar, iktidarı MHP’nin, sistem muhalefetini İyi Parti’nin kontrol ettiği açmazı bozacak bir çıkış yapmak zorundalar. Türkiyelileşmemeye direnenin, inkâr-imha-asimilasyon politikalarında ısrar edenin Türk egemen siyaseti olduğunu yüksek sesle söylemek zorundalar. İşkence, gözaltı, tecrit, yargısız infaz, mitinglere bomba koymak gibi şiddet araçlarına sonuna kadar abanıldığı (yalandan da olsa üzüntü açıklaması bile yapılmadığı), HDP’nin barış ve demokrasi çağrılarının terör olarak suçlandığı ortamda değişimi HDP’den beklemek pek gerçekçi görünmüyor. S. Demirtaş’ın ortaya koyduğu fikirlerin hayat bulması için HDP’nin inisiyatifli davranması gerektiği kadar, “Türk tarafının” ırkçı-şoven hegemonyayı kıracak bir hamle yapmasıyla mümkün olacaktır. Cumhuriyetin 100. yılında “cumhuriyet” sözcüğünün önüne “demokratik” sözcüğünü koymak Kürtlerden daha çok Türk demokratlarının görevi olsa gerek.