Tamil Kaplanları’nın 1983’te silahlı mücadele başlatarak bağımsızlık talebinde bulunmaları iç savaş sürecini başlatan ilk adım oldu. 2009 yılında Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları’nı ağır bir yenilgiye uğratan Sri Lanka Devleti, 7 yıl içinde daha da kötüleşen ekonomisi nedeniyle IMF’ye muhtaç hale geldi
Prof. Dr. Mustafa Durmuş
(Ağustos 2016’da yazıldı)
Bu yılın başında, 25 Ocak’ta, Dünya Bankası’nın eski baş danışmanlarından, Nobel ödüllü ABD’li iktisatçı J. Stiglitz, “Sri Lanka’nın Yeniden Doğuşu” başlıklı kısa bir makale yazdı. Bu makalede yazar, 2009 yılındaki Tamil Kaplanları’nın yenilgisi ile sona erdirilen iç savaş sonrasında geçen 6 yıl içinde sağlanan politik istikrar sayesinde ülkenin övülmeye değer bir ekonomik büyüme hızını yakaladığını (yılda ortalama % 6,7), ayrıca eğitim ve sağlık hizmetleri alanında çok önemli ilerlemeler kaydettiğini açıkladı.
Stiglitz, bu yazıda 30 yıla yakın süren iç savaş yıllarına göre, ülkenin artık çok daha fazla şansının olduğunu, doğru tercihler yapabileceğini, iç savaşın baskısından uzak stratejiler ve politikalar uygulayabileceğini, hatta bundan böyle Hint Okyanusu’nda, tüm bölge ekonomileri için yeni bir finans merkezi, uluslar arası yatırımlar için ise bir güvenli liman, kısacası tüm bölge için bir ekonomik bağlantı merkezi olabileceğini söylüyordu.
Yaklaşımı öz itibariyle, ekonominin sadece piyasalara bırakılmaması, devletin ekonomik alanda daha fazla rol üstlenmesi gerektiği biçimindeki bildik Keynesyen düşünceye dayanıyordu. İç savaşın temel nedenini oluşturan ‘Tamil Sorunu’nun çözümüne ilişkin olarak, doğrudan bir şeyler söylemese de, dolaylı olarak, yeni ekonomik gelişme modelinin içine eskinin dışlanmışları olan Tamillerin de dâhil edilmesi, ama bunun sadece zengin Tamillerle sınırlı kalmaması biçiminde bir öneri sunuyordu. Yani Tamillerin kolektif kimlik haklarının tanınması, ayrımcılığa son verilmesi ya da herkes için demokrasi gibi konular Stiglitz’in önerileri arasında açıktan yer almıyordu. Ve yazar bu yeni ekonomik model ile ülkenin IMF’ye muhtaç olmaksızın gelişmesini ve kalkınmasını sürdüreceğini iddia ediyordu.
Ancak öyle olmadı. Bu makaleden sadece 6 ay gibi kısa bir zaman geçmesine ve yapılan genel seçimlerle yeni bir liberal görünümlü Koalisyon hükümetinin iktidara gelmesine rağmen, ülke Haziran ayında IMF’nin kapısını çalmak zorunda kaldı. Ekonomi hızla kötüleşirken, yapısal ekonomik sorunlar ve Tamil Sorunu bir kez daha kendini dayatmaya başladı.
Öyle ki, 1980’lerin başlarındaki ekonomi alanında neo liberal uygulamalarla başlattığı serüvenini, 27 yıla yayılan ve dünyanın en acımasız iç savaşlarından biri olarak nitelenen bir iç savaş ile devam ettiren ve 2009 yılında bu savaşın devletçe, daha önce görülmemiş sertlikte yürütülen askeri operasyonlarla bitirilmesinin ardından geçen 7 yıl sonra, ülke bir kez daha IMF’nin ocağına düşerek tamamladı.
IMF, Sri Lanka Hükümeti’nin 3 Haziran 2016 tarihli niyet mektubunun ardından, 36 ay içinde parçalı olarak kullanılmak üzere, “Uzatılmış Fon Kolaylığı (EFF)” kaynağından 1,1 milyar SDR’lik (1,5 milyar ABD doları) tutarında bir krediyi ülkeye vereceğini açıkladı. Bu kredi karşılığında Sri Lanka Hükümeti, yeni vergilerin konulmasını, kamuya ait neredeyse her şeyin özelleştirilmesini, ticaret ve yatırım rejiminin daha da serbestleştirilmesini ve bütçe açığının % 3,5’e düşürülmesini kabul etti.
Her ne kadar nüfusu, ekonomisinin boyutları, coğrafi ve kültürel özellikleri nedeniyle Türkiye ile farklılıklar gösterse de Sri Lanka’daki gelişmeleri önemsememiz gerekiyor, çünkü iki ülkenin bu konudaki sorunu ve bununla ilgili olarak yaşanan süreçler birbirine benziyor ve Sri Lanka çok önemli bir tarihsel deneyim oluşturuyor. Ayrıca “Sri Lanka Modeli Çözüm”, bir süre öncesinde, benzer soruna sahip ülkelerde popüler bir çözüm olarak gündeme getirilmişti.
Sri Lanka bu noktaya nasıl geldi? İç savaşta neler yaşandı? Bu savaş ne tür insani, ekonomik, sosyal ve ekolojik zararlara yol açtı? Bundan sonra bu ülkeyi ne tür riskler bekliyor? Bu soruların yanıtını 1980’lere kadar giderek aramak gerekiyor.
Bu arada dünyanın bir başka bölgesinde, L. Amerika’da, şu ana kadar dünyadaki en uzun iç savaş olarak kayıtlara geçen (50 yıldan fazladır devam eden ve 220,000 insanın ölümü ve 6 milyon insanın yerinden edilmesiyle sonuçlanan) Kolombiya Devleti ile FARC arasındaki iç savaş Küba’nın aracılığı ile sonlandırılıyor. Her iki tarafça yapılan açıklamalara göre özetle, bundan böyle silahlar susacak, müzakere masası kurulacak ve FARC’a, açık alanda demokratik siyaset yapması imkanı tanınacak. Kolombiya’da bu sorunun savaşçı yöntemlerle bitirilmesini savunan muhalefete rağmen bu görüşmeleri başlatan devlet başkanı Juan Manuel Santos’un ise bu yılki Nobel barış ödülü ile ödüllendirilmesi öneriliyor.
Bu yazıda Sri Lanka’da 27 yıl süren iç savaşın neden olduğu insani, toplumsal, siyasal ve asıl olarak da ekonomik tahribata yer verecek ve bu ülkede gelinen nokta itibariyle, 2009 yılında hayata geçirilen ‘askeri çözüm’ün sağladığı politik istikrarın, giderek derinleşen ekonomik sorunlarla beraber ne kadar kalıcı olduğunu sorgulamaya çalışacağız.
Tamil Sorunu: Ulusal Sorun
Yaklaşık 21 milyonluk Sri Lanka nüfusunun % 75’i Singal (Budist) ve % 11’i Sri Lankalı Tamiller’den (Kuzeydoğu-Hindu), % 4’ü Hintli Tamiller’den ve kalanı diğer etnik kimliklerden oluşuyor.
Ülke, tarihinde, başta Portekiz, Hollanda ve Britanya olmak üzere Batılı ülkelerin sömürgesi oldu ve ancak 1948 yılında bağımsızlığını elde edebildi. Siyasal bağımsızlığa rağmen, ekonomik kalkınma ve büyümesi yeterli olmayınca işsizlik ve yoksulluk başta olmak üzere ciddi ekonomik sorunlarla boğuşmaya başladı. Bu arada kurduğu demokrasi çok cılız kalırken, etnik grupların hakları gözetilmedi, yaygın insan hakkı ihlalleri yaşandı. Daha çok ülkenin Kuzeydoğusunda yerleşik olan Tamillerin kendi ana dillerini kullanmalarına izin verilmediği gibi, arazi ve mülk sahibi olma ya da eğitim alma hakları da kısıtlanmış durumda. Tamillerin ülke yönetiminden dışlanmalarının ve ekonomik alanda kendilerine yer verilmemesinin, yarım yüzyılı aşan sorunların, çatışmaların ve 27 yıl süren kanlı iç savaşın temel nedenini oluşturduğu ileri sürülüyor.
Bir başka anlatımla ,“Tamil Sorunu” olarak da bilinen sorun bir “ulusal sorun” niteliğinde ortaya çıkıyor. Bağımsızlık (1948) sonrası, kimlik haklarının gözetilmediğini ileri süren Ayrılıkçı-Bağımsızlıkçı Tamil Kaplanları’nın (TEKK) 1983 yılında başlattığı silahlı mücadele ile iç savaş süreci başlıyor. Bu yıllar aynı zamanda Sri Lanka’nın neo liberalizmle tanıştığı ve bu yönlü bir birikim, büyüme ve bölüşüm modelini hayata geçirdiği yıllar. İç savaş sürecinde ateş kesler ya da çatışmasızlık aşamaları yaşansa da, her seferinde taraflardan birinin saldırısı ya da provokasyonu ile iç savaş yeniden alevleniyor ve Ağustos 2008- Mayıs 2009 arasında Sri Lanka Ordusu’nun düzenlediği ve ‘askeri çözüm’ olarak da bilinen büyük operasyona kadar sürüyor.
Bu savaşta, Budist çoğunluk Singaller, ülke merkezinde yaşayan Hintli Tamiller, Müslümanlar ve parasal destek sağlayan bazı kesimler Sri Lanka devletinin yanında, buna karşılık ülkenin Kuzeydoğusunda yaşayan Sri Lankalı Tamiller, TEKK’nin yanında yer aldılar. Tamil-Singal çatışmasının özünde din ya da inanç farklılıkları değil, daha ziyade ekonomik- politik faktörler, asıl olarak da ulusal sorun yatıyor. Nitekim Tamillerin dışında, 1971 ve 1988-90’da Marksist Halkın Özgürlük Cephesi de (JVP) ordu ile savaştı. Hindistan, önceleri TEKK’yi destekledi ama R. Gandhi’nin bu örgüt tarafından öldürülmesinin ardından desteğini azalttı.
İç Savaş, Çatışmasızlık Süreci ve Son Saldırı
Tamil Kaplanları’nın 1983’te silahlı mücadele başlatarak bağımsızlık talebinde bulunmaları iç savaş sürecini başlatan ilk adım oldu. 27 yıllık bu süreçte birkaç kez, ama asıl olarak 2002 yılında ateşkes imzalandı ve 2006 yılına kadar çatışmasızlık süreci devam etti.
Çatışmasızlık sürecindeki en önemli gelişme 2004 yılında TEKK’nin bölünerek, Albay Karuna’nın 5,000 kişilik ayrı bir ordu kurması oldu. Bu örgütü çok zayıflattı zira devlet Karuna’yı örgüte yaptığı son askeri operasyon sırasında kullandı. Bu süreçte ABD ve Batı TEKK’yi terörist bir örgüt olarak ilan etti, bu da yenilgide etkili oldu. 2008 yılı sonuna doğru Sri Lanka ordusu son saldırısını başlattığında Birleşmiş Milletler Örgütü’nün bunun ölümcül bir saldırı olduğuna dikkat çekerken, aynı zamanda devletin terörizme karşı savaşma hakkının bulunduğunu da savunması TEKK’nin yalnız kaldığının bir göstergesiydi.
İnsani kayıplar
Birleşmiş Milletler Örgütü’nün (BM) 2011 yılına ait bir raporuna göre, Sri Lanka’daki iç savaş sırasında 80,000 ile100,000 arasında insan öldü. 2015 yılında yayımlanan bir raporda ise, son BM Raporu kaynak gösterilerek, çoğunluğu Tamil olmak üzere toplam 200,000 insanın hayatını kaybettiği ileri sürülüyor.
Ancak, Sri Lanka iç savaşı tarihinde, çatışmasızlık sonrasında, 2008 Ağustos- 2009 Mayıs döneminde Sri Lanka ordusunun yaptığı ve devlet açısından zaferi getiren askeri saldırı hem çapı, hem de sivil kayıp boyutları başta olmak üzere sonuçları itibariyle çok yankı bulan bir operasyondur.
Bir rapora göre bu saldırı sırasında 300,000 insan yerinden edilirken, 2009’un ilk 5 ayında 40,000 sivil hayatını kaybetti. Aileler, topluluklar yok edildi. 2011 tarihli iki diğer resmi rapor bu 9 aylık yoğun operasyon sürecini ve sonuçlarını şöyle özetliyor:
“Binlerce Tamil sivil Kuzey’de bir köşede sıkıştırıldılar. Devlet güçlerinin yoğun ateşi çoluk, çocuk kadın yüzlerce Tamil sivilin ölümüne neden oldu. Mayıs 2009 saldırısının ardından 290,000 sivil Tamil yurtlarını terk etti. 14,000’i denizden Kızıl Haç tarafından kurtarıldı. TEKK kadroları yakalandıkları anda infaz edildiler. Kayıplar ve kadınlara tecavüz (son saldırı sırasında) işkence vakaları yaygın olarak görüldü. Binlerce insanın ölüsü kaydedilmeden gömüldü. 40,000 ameliyat vakası ve 5,000 organ yitimi belirlendi. Ağustos 2008-Mayıs 2009 arasında 7,721 ölüm ve 18,479 yaralı vakası ortaya çıktı”
“Ocak-Mayıs 2009 arasındaki ordunun operasyonu sonucunda 300,000 Tamil göç etmek zorunda kaldı. TEKK’nin toplam gerilla sayısı en fazla 30,000 kadardı. Savaşın son haftalarında 300,000 Tamilli sivil taraf değiştirdi ve Devlet tarafına geçti. Savaş sonrasında 12,536 kayıp vakası bildirildi. Bu, dünyada şu ana kadar görülen en yüksek kayıp sayısıdır. Bunların bir kısmı gözaltı sırasında gerçekleşti”
İç savaş sırasında (özellikle son operasyonda) kadınların ve çocukların, ölümlerin yanı sıra, cinsel tacize uğradıkları, köle gibi alınıp satıldıkları uluslar arası raporlara yansıdı. Araştırmacılara göre savaşın gerçek insani kayıpları aslında çok daha yüksek zira mevcut istatistikler sadece savaş sırasında ölenlerle ve kayıt altına alınmış olanlarla sınırlı. Örneğin savaşın dolaylı etkileri olan açlık, hastalıklar ya da zorunlu göçler veya hapishanelerdeki, kamplardaki ölümler bu sayıya dâhil değil. Ayrıca bu savaş nedeniyle sayılarla ifade edilemeyecek kadar büyük ölçekte ekolojik hasar ortaya çıktı, doğal çevre tahrip edildi.
İç savaş sonrasında kamplara 220,000 Tamilli sivil tutsak olarak gönderildi. 1 milyondan fazla (% 90’ı Orta Doğu’da çalışmak üzere) Sri Lankalı yurt dışında çalışıyor. Göçün her aşamasında kötü muameleye tabi tutuluyorlar. Orta Doğu’dakilerin % 90’ı Kafala Sistemi ile yani pasaportları işverenlerinde tutulu olarak çalıştırılıyorlar. Üçte biri ev hizmetçiliği yapıyor (özellikle kadınlar), çok uzun saat ve her türlü fiziksel, cinsel ve sözlü taciz altında, çok az dinlenip, çoğu zaman da ödenmeyen düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar.
Yine raporlara göre, Sri Lanka iç savaşı alt yapıyı, araziyi, mülkü, sosyal dokuyu ve aile yapılarını paramparça etti. Psikolojik travma ölçülemeyecek büyüklükte oldu. 300,000 insan yerinden oldu ve 250,000’i geri döndü, ama hala ciddi sorunlar yaşıyorlar. Savaş bitti ama kadınların güvenliğine yönelik tehditler devam ediyor. Çocuk ve kadın tecavüzleri artarak sürüyor. Aile içi cinsel tacizler patlama yaparken, insan ticaret arttı. Orta Doğu’ya hizmetçi akını başladı. Kuzeyde 40 yaş altı 90,000 dul kadın var. 40,000 tek ebeveynli (kadın) hane mevcut. Kadınlar ya başkent Kolombo’daki dokuma fabrikalarında çalışmak ya da Orta Doğu’da hizmetçilik yapmak için göçe zorlanıyor. Keza inşaat şirketleri çok ucuza işçi çalıştırıyorlar.
İç savaş ekonomideki yapısal sorunları derinleştirdi, ekonomiyi IMF’nin kucağına itti
Sri Lanka aslında 1980’lerden bu yana bir yapısal kriz yaşıyor. Bu krizi derinleştiren faktörlerden biri de bu 27 yıl süren iç savaş. Bu süreç ayrıca son derece otoriter bir devlet yönetimi yapısını ortaya çıkardı ya da daha da güçlendirdi. Bu otoriterliğin en belirgin zaman dilimi ise 2005- 2015 yıllarını kapsayan 10 yıllık bir dönem. Bu dönemin 7 yıllık kısmını Tamil Kaplanları’nın yenilgisinin ardından yönetimin otoriterleşmesindeki zirve oluşturuyor ki bu sadece hukuk, insan hakları, demokrasi gibi konularda büyük kayıpların değil, aynı zamanda ekonomi alanında ciddi bir kriz sürecinin oluştuğu yıllardır.
Bu süreç 2015 Ocak ayında yapılan genel seçimlerde iktidarın devrilip yerine yeni bir Koalisyon Hükümeti’nin gelmesiyle sonuçlansa da, sonrasında neo – liberal ekonomik ajanda derinleştirilerek uygulandı ve beraberindeki ekonomik sorunlarla, sonuçta ülke kurtarılmak üzere (!) IMF’ye başvurmak durumunda kaldı.
İç savaş sırasında ekonomik durum
Sri Lanka dünyadaki nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu ülkelerden biri. Düşük gelirli, hububat ve pirinç üretimi ve ihracatına dayalı ekonomiye sahip bir ülke. Ülkede 1977’den itibaren neo – liberal dışa açık büyüme stratejisi uygulanmaya başladı. Bu ciddi bir yabancı sermaye girişi sağladı, hazır giyim-dokuma ve turizm sektörleri atağa kalktı. 1983’e kadar ekonomik büyüme hızı % 8’lere kadar yükseldi. 2000’lerin başlarına kadar büyüme hızı % 4-5’in altına düşmese de, nüfus artış hızı bundan indirildiğinde reel büyüme 1990’larda % 1,3’e kadar düştü, kişi başına düşen gelir ise 850 dolar civarında kaldı. Sadece yetersiz büyüme değil, % 25’lere kadar yükselen resmi işsizlik de büyük sorun oldu. Gelir bölüşümü adaletsizliği arttığı gibi etnik kökene göre çarpıcı bir farklılaşma da ortaya çıktı. Bu durum refahtan en az pay alan Tamillerin rahatsızlığını daha da artırdı.
İç savaşların ekonomik kaynakları ve yatırımları yok ederek ekonomiye ciddi zarar verdiği biliniyor. Çünkü savaş harcamalarının eğitim, sağlık, sosyal refah harcamaları ve alt yapı hizmetlerinden vazgeçmek gibi alternatif maliyetleri olduğu gibi, savaşlar hem içerdeki yatırımları caydırıyor, hem de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye gelişini engelliyor .
Sri Lanka’da yaşanan iç savaş da, tıpkı K. İrlanda ya da İspanya’da olduğu gibi, ülke ekonomisinin de kötüleşmesine, işsizlik ve yoksulluğun artmasına, yatırımların azalmasına ve ekonominin yavaşlamasına (hatta küçülmesine) neden oldu.
Kısıtlı kaynakların ordu ve savaş için harcanması ekonomik büyümeyi engellerken, Kuzeydoğu’da refah düzeyi ciddi olarak geriledi. 1985 yılından itibaren özellikle de Tamil Bölgesi olan Kuzeydoğudaki yüksek yoğunluklu iç savaş sonucunda, ekonomik büyüme hızı sert bir biçimde düştü, turist girişleri ve yabancı sermaye yatırımları yarı yarıya azaldı. Buna karşılık askeri harcamaların toplam kamu harcamaları içindeki payı süreç içinde 5 kat arttı, bütçe açığı % 17’ye çıktı ve faiz oranı da % 20’ye fırladı .
İç savaşın ilk yılları olan 1983-1988 arasında bu savaşın toplam ekonomik maliyeti 4,2 milyar dolar oldu. Bu 1988’deki milli gelirin % 68’ine denk düşüyor. Marga’ya göre, 1983-1996 arasındaki 14 yıllık zarar 1996 milli gelirinin üç katı. Arunatilake etal’e göre ise, 13 yıllık süreçteki kayıp 1996 milli gelirinin % 200’üne eşit.
Savaş sırasında (1983-2000) Güney ekonomisi ılımlı bir ekonomik büyümeyi yakalarken Tamillerin yaşadığı Kuzey ekonomisi ciddi olarak küçülme gösterdi. Bu bölgede 1990-1995 arasında kişi başına düşen gelir 350 dolardan 250 dolara düştü. Bu yıllık % 6,2 küçülme demek.
Sonuç olarak, hem uzun hem de kısa vadede Sri Lanka iç savaşının ekonomi üzerindeki etkileri olumsuz oldu ve yıllık ortalama milli gelir kaybı % 9 olarak gerçekleşti. Savaş harcamaları da Sri Lanka ekonomisine her hangi bir iktisadi katkı sağlamadı.
Sri Lanka’da iç savaşın ücretler üzerindeki etkilerini doğrudan anlatan çalışmalara rastlanmamışsa da, diğer bazı çalışmalardaki verilerden iç savaşın işçi ücretleri üzerindeki azaltıcı yönde etkileri olduğu tahmin edilebilir. Bir çalışmaya göre, Sri Lanka’da iç savaşın
önemli bir döneminde, 1983-1996 arasındaki toplam iktisadi kayıp 1996 milli gelirinin %160’ından fazlaydı. Bu özel tüketim harcamalarındaki düşüş, alt yapı tahribatı, vazgeçilen yatırım gelirleri, azalan turizm gelirleri ve ölüm ve yaralanmaların neden olduğu emek gücü kayıpları ve savaş bölgesinde vazgeçilen üretim kayıpları biçiminde kendini gösteriyor. Savaş sonucunda kişi başına düşen gelir 850 dolara kadar düşmüştü
(Kuzey’de 250 dolara kadar gerilerken). Bu gelişmelerin istihdamı azalttığı, bunun da işgücüne olan talep azalmasıyla, ücretleri baskıladığı, düşürdüğü ileri sürülebilir.
Kuşkusuz bu savaşta kazananlar da oldu. Bunların başında yerli ve yabancı silah tüccarları ve savaş sanayinde faaliyet gösteren şirketler geliyor. Keza asker-sivil politikacı -bürokrat- işadamı üçgeninden oluşan yaygın bir rüşvet ağı mevcuttu.
2015 sonrası
2015 başındaki genel seçimler sonrasında kurulan yeni Koalisyon Hükümeti demokrasinin restorasyonu, hukukun üstünlüğü, iyi yönetişim, fiili başkanlık sisteminden vazgeçilmesi ve hızlı bir ekonomik toparlanma sözü vererek iş başına geldi. Tamil Sorunu için özel olarak bir şey söylenmese de, Koalisyon partileri içinde adı konmamış bir anlaşmanın olduğu ileri sürülüyordu.
Yeni hükümetin yarattığı balayı havası bazı solcu gruplarda ve sivil toplum örgütlerinde demokrasi umudunu artırdı. Bu kesimler ulusal sorunun çözülebileceğine ve şoven Singala-Budist grupların geriletilebileceğine inançlarını sürdürdükleri için Hükümeti desteklemeye devam etseler de, sadece bir yıl içinde yeni iktidarın gerçek yüzü ortaya çıktı. İktidar seçim öncesi verdiği sözlerin hiç birini tutmadığı gibi, eğitimin ticarileştirilmesi gibi özelleştirme projelerini hızlandırdı, buna karşı çıkan öğrenci hareketini zorla bastırdı. Tamil Sorunu’nun çözümü konusunda Hükümet hiçbir somut adımı atmadığı ve bu adımlara yönelik yeni işaretler de olmadığı gibi, yeni anayasa önerisinde de buna yer vermedi.
Bu bir yıl içinde, işçilerin işten atılmasını kolaylaştıran yasalar çıkartılırken, Tamil Sorunu bir kez daha rafa kaldırıldı. En önemlisi de hükümet neo liberal politikaları en sert biçimde uygulamaya başladı. Bunun sonucunda işsizlik, enflasyon ve cari açık ve bütçe açığı arttı, döviz rezervleri eridi. Başbakan neo liberal politikaların derinleştirilerek sürdürüleceğinin de işaretini verdi. Hükümet ve IMF’nin tek çözümü ülkeye yabancı sermaye girişlerinin artırılması oldu. Bu çerçevede yeşil ışık için IMF’ye başvuruldu.
Bu durum mevcut ekonomik sorunların daha da derinleşmesine ve ülkenin IMF üzerinden küresel kapitalist sisteme daha da bağımlı hale gelmesine neden olurken, aynı zamanda toplumsal huzursuzlukların artmasına da yol açıyor.
Nitekim bu gelişmelere ilk tepki üniversite hocaları ve öğrencilerinden geldi. Sendikal taleplerinin karşılanmaması halinde akademisyenler iki günlük uyarı grevi yapacaklarını açıkladılar. Öğrenciler eğitimdeki özelleştirmelere karşı mücadeleyi sürdürüyorlar. Tohum, su özelleştirmesi ve gübredeki devlet desteğinin azaltılması yoksul köylüleri, alt yapı projeleri balıkçılığa zarar verdiğinden bu durum balıkçıları harekete geçirebilir. Ayrıca orta ve üst sınıfların bir bölümünün memnuniyetsizliği de giderek artıyor. KDV uygulaması esnafın protestosuna neden oluyor. Hükümet üyeleri bile bu konuda bölündüler.
Sonuç olarak, 2009 yılında Sri Lanka devletinin askeri bir çözüm ile aştığını düşündüğü Tamil Sorunu tekrar gündeme gelecek gibi gözüküyor. Bu durumda Sri Lanka deneyimi ulusal sorunun, anti demokratik bir biçimde, farklı kimliklerin kolektif haklarının varlığı reddedilerek, anayasada bu haklar bir toplumsal uzlaşı örneği olarak güvence altına alınmaksızın, savaşçı politikalara sığınılarak, kalıcı bir biçimde çözüme kavuşturulamayacağını ortaya koyan acı bir deneyim olarak tarihteki yerini alacaktır.