Yusuf Gürsucu
Türkiye coğrafyasında yaşayan halkların tamamının en çok tükettiği ve hemen her yemek sofrasında yer açtığı çayın, yurttaşların yaşamında önemli bir yeri var. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Rize, Artvin, Trabzon ve Giresun illerini kapsayan yaklaşık 83 bin hektar alanda 1 milyon üretici aile tarafından yapılan yaş çay tarımında, yıllık 1 milyon 100 bin ile 1 milyon 300 bin ton arasında değişen miktarda yaş çay üretilirken, yılda ortalama 230- 250 bin ton kuru çay elde ediliyor.
Dünya Çay Komitesi’nin hazırladığı ‘Dünya Çay Raporu’na göre, yılda kişi başı en çok çay tüketen ülkeler sıralamasında 3.5 kilogram ile Türkiye’nin ilk sırada yer alıyor olması, yurttaşların yaşamında çayın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Çayın bu kadar çok tüketildiği Türkiye’de üretilen çay miktarı tüketimi karşılar seviyede. Çay üreticisi her yıl oynanan oyunlarla sürekli zarar eden pozisyonda tutulurken, yurttaşlar ise çaya yüksek bedeller ödemek zorunda bırakılıyor.
Geçtiğimiz günlerde AKP iktidarı tarafından hazırlatılan yeni Çay Kanunu meclise gelirken, kanunda üretici hakları hiçbir biçimde yer almadı. Kanunun tamamen sermaye çıkarları üzerine kurgulandığı açıkça görüldü. Kanunda çay tarımı şöyle yer alıyor; Kendi adına düzenlenen çay bahçesi ruhsatnamesine sahip, gerçek veya tüzel kişiliğe haiz yaş çay üreticileri tarafından yapılacağı veya yaptırılacağı yer alan teklifte yaş çay üreticileri, Bakanlığın ilgili kayıt sistemine kayıtlı olmak ve üretimde bulunduğu sürece kayıtlarını güncellemek zorunda olacağı Kanunda belirtilirken, bu şartları sağlayacak çiftçi sayısı ise neredeyse yok. Oysa 1 milyon aile çay tarımı yaparak geçinmeye çalışıyor.
Kanuna göre çay sektöründe faaliyet gösteren işletmeler A, B ve C grubu işletmeler olarak gruplandırılarak çay tekellerin kontrolüne veriliyor. Nasıl mı? Teklifte, A veya B lisanslı işletmeler, ihtiyaç duydukları yaş çayı sözleşmeli üretim ile temin edecekler, her pazarlama yılı için sözleşmeli olarak temin edilmesi gereken asgari yaş çay miktarı Bakanlık tarafından belirlenecek ve çay yetiştirilecek alanları da Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından tespit edilecek. Bu durum çay tarımı yapılan alanların daraltılacağını açıkça ortaya koyarken, Unilever (Lipton) gibi dünya çay tekellerinin çıkarlarına hizmet edilecek.
Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı (DOKA) uzun yıllardır işi gereği doğu Karadenizde sermayenin burnunu sokmadığı alan bırakmama yönünde hızlı adımlar attı ve atmaya devam ediyor. DOKA, bölgeyi Organik Tarım Bölgesi olarak geliştirme propagandaları yaparken, tüm sahil sanayi vb. yatırımlar ile kaplanmış, derelere HES’lerle el konmuş, yüzölçümünün yarısına maden lisansları dağıtılmış bölge adeta taırmdan uzaklaştırılıyor.
DOKA’nın bu çabalarına bazı desteklerde çay üzerinden gelmişti. HES vb. mücadelelerine önderlik etmiş insanlar, DOKA’nın yönelimi içinde organik tarım birlikleri oluşturma işine girişmişlerdi. Organik çay üretimi için sertifika peşine düşülüp kooperatifler kurmaya ve bu kooperatifleri birliklerde birleştirmeye girişen arkadaşlarımızı o dönem çok uyardık. Uyarılarımızda bölgede çay tarımının bazı alanlara sıkıştırılacağını ve büyük bölümünün çaylık olmaktan çıkarılmak istendiğini, büyük bir çorabın halkın başına örülmek istendiğini anlatmaya çalıştık. Bakanlığın nerede ve ne kadar çay üreteceğine karar verecek olması ve sözleşmeli üretim dayatması o günlerde atılan adımların sadece bir devamıdır.
Lipton’un sahibi Unilever, Afrika ve Asya’da çok büyük arazilerde kölelik koşullarında çalıştırdığı işçiler eliyle yürütülen çay üretim maliyeti, Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar düşük ve üretimi arttırma potansiyellerinin çok yüksek olması nedeniyle Karadenizde çay üretilmesi onlar için gereksiz bir durum.
Bu nedenle Karadeniz çayını sadece karışımlarda bir çeşni olarak kullanmasına yetecek bir üretim genel hedefleri. Bu noktada DOKA’nın organik çay desteği arzulanan bir hedef olarak yeniden gündeme geleceği günler yakın. İngiliz tefecilerine, Körfez ülkeleri milyarderlerine borçlarını ödeyemeyen Türkiye, borcunu dünya tekellerini ülkede hakim kılıp yol vererek ödeme peşinde olduğunu düşünmek için fazlaca nedenimiz var.
Varlık Fonu’na devredilen ÇAYKUR’un Katarlılar’a satıldığı yönünde ciddi iddialar yapılmıştı. Katarlıya mı yoksa başkasına mı satıldı ya da satılacak bilmiyoruz! Ama son 6 yıldır sürekli zarar ettirilen ÇAYKUR’un yakın zamanda kime satıldığını öğrenebileceğimizi düşünüyorum.
Son olarak AKP hükümetinin eski Tarım Bakanı olan Ahmet Eşref Fakıbaba’nın sözlerini hatırlayalım. Fakıbaba, Türkiye’de çay bahçelerinin ortalama 2 ila 2.3 dönüm arasında değiştiğine dikkat çekerek, “Dünya artık 5 bin dönümden aşağı tarım yapmıyor. Çayın esas anavatanı Rize. Mutlaka sözleşmeli bir şekilde bu alanları büyüterek… 100 dönümden aşağı olmamak kaydıyla, emin olun buna destek verilip çayın özel sektör..“ vesaire sözleriyle ifade etmeye çalıştığı şey çay üreticisinin üretimden uzaklaştırılmasından başkaca birşey değil.
Son birşey daha ekleyelim, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nin yürütücü olarak yer aldığı, TÜBİTAK tarafından finanse edilen “Çay Bitkisi Gen Havuzunun Oluşturulması ve Ticarî Çay Çeşit Adaylarının Belirlenmesi” başlıklı proje, isminden de anlaşılacağı gibi çayın ticarisini, ticari olmayanını ayrıma tabi tutulmak istendiğini gösteriyor. Bu proje yukarıda vurgulamaya çalıştığımız sürecin bir parçası ve tamamlayıcısıdır.
Ancak onlar halka rağmen tüm planları yapma kudretine asla sahip olamazlar. Son olarak, ‘çay varsa umut var’ diyelim.