Diyarbakır’da gözaltı operasyonlarında tutuklanan 16 Kürt gazetecinin avukatları tutukluluğa itiraz etti. İtirazda Anayasa’nın 36’ncı maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesine de dikkat çekildi
Diyarbakır’da 8 Haziran’da gözaltına alınan 20’si gazeteci 22 kişiden 16 gazetecinin tutuklanmasına itiraz edildi. Tutuklanan gazeteci avukatları, Diyarbakır Sulh Ceza Hakimliği’ne itirazda bulundu. Bugün yapılan itiraz dilekçelerinde gazetecilerin tutukluluklarının kaldırılarak tutuksuz yargılanması talep edildi.
Gazetecilere savcılık ve hakimlik sorgusunda mesleki faaliyetlerle ilgili sorular sorulduğunu, ortada somut bir delil yokken gazetecilerin “örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklandıklarına dikkat çekilen itiraz dilekçesinde, “Kararın kaldırılması ve gazetecilik mesleki yapan ve mesleki faaliyetleri nedeniyle tutuklama kararı verilen müvekkilin serbest bırakılması gerekmektedir” denildi.
Gazetecilerin uzun yıllar gazetecilik ve program yapımcısı olarak çeşitli basın kuruluşlarında çalıştıklarına dikkat çekilen dilekçede, dosyada kısıtlama kararı alındığı ve bu nedenle delillerin avukatların denetimine açılmadığı bunun da silahların eşitliği ilkesiyle çeliştiği kaydedildi. Kısıtlama kararının hukuksuz olduğu vurgulanan dilekçede, “Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin bütünen hiçe sayıldığı bu anlamda ilkesiz ve hukuksuzca verilmiş kararlar ile savunma hakkını anlamsızlaştıran savcılık ve sorgu makamları hak arama inancını zayıflatmaktadırlar. CMK’nın 153/2 maddesine uyarınca alınan kısıtlama kararı müvekkile ve tarafımıza tebliğ edilmemiştir. Bu kısıtlama sonucu müvekkil aleyhinde ne tür delil olduğunu, bu delillerin hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini inceleme imkânımız olmadığı gibi suçlamaya karşı savunma delili sunma ya da lehe delil toplanmasını talep etme hakkımızda ortadan kaldırılmıştır. Bu kısıtlama kararı ile Anayasanın 36. ve AİHS’nin 6. maddelerinde düzenlenen adil yargılama hakkı ihlal edilmiştir” ifadelerine yer verildi.
Kötü niyetli bir karar
Kısıtlama kararının bulunmasına rağmen bir takım basın çevrelerine soruşturmaya dair bilgilerin sızdırıldığına işaret edilen başvuru dilekçesinde, böylelikle gazetecilerin soruşturma safhasında adil yargılanma haklarının ihlal edildiği dile getirildi. Gazetecilerin tutuklama sevk talebi evrakının ifadeden önce hazırlandığı ve kopyala yapıştır mantığı ile evraka eklendiği, tutuklamaya sevk edilen 21 sevk karında; kişiye özgü sevk gereği duyulmadığı kaydedilen başvuruda, dosyada yer almayan deliller gerekçe gösterilerek tutuklanmasının hukuki bir değeri ve bağlayıcının bulunmadığı, bunun da suç ve cezanın şahsiliğini yerle bir eden, kötü niyetli bir karara işaret ettiği vurgulandı.
Açık ve gizli tanık beyanlarında gazetecilerin isminin anılmadığı, sadece birtakım televizyonlar hakkında beyanlarının bulunduğu aktarılan başvuruda, ancak gazetecilerin söz konusu televizyonlarda çalışmadığı ve gazetecilerin bir ajans ya da prodüksiyon şirketinde çalıştığı bu durumun gazetecilerin örgüt üyesi olmasına şüphe kazandırmayacağının, Anayasa Mahkemesi’nin Cemil Uğur kararında vurgulandığının altı çizildi.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi
Anayasa’nın 141/3 maddesinde hakim ve mahkemelerin gerekçeli yazması zorunluluğu hükmüne işaret edilen dilekçede, her gazeteci için somut deliller değerlendirilmeden yazılan kararların gerekçeden yoksun madde tekrarının karara yazılmasından ibaret olduğu aktarılarak, bu durumunun Anayasa’nın Anayasa’nın 141/3 maddesine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kabul ettiği “dürüst yargılama hakkında” Anayasa’nın 36’ncı maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesine aykırı olduğu hatırlatıldı.
Tutuklama kararında soruşturma konusu suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunmasını ve verilmesi beklenen ceza ile delillerin tam olarak toplanmamış bulunması da gerekçe olarak gösterildiği anımsatılan başvuruda, “Bu gerekçe gerek CMK 100’ün gerek Ay 19/4’ün ve gerekse AİHS md 5/1.c’nin mantığıyla bağdaşmamaktadır ve AİHM içtihatlarına da aykırıdır. Koruma tedbirlerinden birisi olan tutuklama tedbirinin düzenlendiği Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesine göre ancak kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin varlığı halinde tutuklama kararı verilebilir. Aksi bir durumda verilen tutuklama kararı, tedbir amacını aşacak; tutuklamanın bir tedbirden çıkararak adeta bir cezalandırma yöntemine dönüşmesine yol açacak ve hem ulusal hem de uluslararası çerçevede korunan hakların ihlal edilmesi durumunu doğuracaktır. Bu sebeple de tutuklama tedbirinin ancak kanunda yazılı hallerde ve ceza kanunu ilkelerine bağlı kalınarak uygulanması gerekmektedir. Bu ilkelerden en ayırt edici olanı ise orantılılıktır. Orantılılık ilkesinin doğal sonucu olarak, tutuklama istisnai ve nihai bir koruma tedbiridir” ifadelerine yer verildi.
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda (CMK) tutuklama kararının üst temel normlar olarak Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde sıkı koşullara bağlandığı hatırlatılan başvuruda, “CMK uyarınca tutuklamaya karar verebilmek için ‘;’Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgular ve bir tutuklama nedeni’ bulunmalıdır. Ayrıca verilecek kararın ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir. Bu belirlenirken de işin öneminin, verilmesi beklenilen ceza ve güvenlik tedbiri ile ölçülü olması koşulu kesin olarak aranacaktır. Başka bir deyişle, somut olayda başka bir önlemle ya da güvenlik tedbiriyle (örneğin adli kontrolle) bir sonuca ulaşılabilmesi mümkünse tutuklamaya karar verilemeyecektir. Yasada verilebilecek ceza ile ölçülü olması ifadesi tutuklama kararına başvurulmamasının gerekçesi olarak sayılmıştır. Yani verilecek ceza miktarı ile ölçülü olmayacaksa tutuklama kararı verilmeyecektir. Yoksa verilecek cezanın miktarı bir tutuklama gerekçesi değildir” diye belirtildi.
AYM’nin Cemil Uğur kararı
Gazetecilerin örgüt üyesi olduğu iddiasının KCK sözleşmesine dayandırıldığının altı çizilen başvuruda, aynı suç isnadıyla tutuklanan gazeteci Cemil Uğur hakkında Anayasa Mahkemesi’nin gazetecinin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verildiği belirtildi. Gazetecilerin mesleki faaliyetleri nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun örgüt üyeliği suçunun düzenleyen 314’üncü maddesi nedeniyle yargılanmalarının hem Anayasa Mahkemesi hem de Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi tarafından sık sık eleştirildiğinin altı çizilen başvuruda, şu ifadeler kullanıldı: “AİHM, özellikle, yasaklı örgütlerin eylemlerinin işlenmesini bizzat teşvik etmeyen açıklamalarını yayımladıkları için kovuşturulan gazeteler ve gazetecilerin davalarında sürekli olarak ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar vermiştir. Mahkeme, bu tür bir uygulamanın, medya mensuplarının çalışmalarını kısmen sansürleme ve kamusal bir tartışmada yeri olan görüşleri ortaya koyma yetilerini azaltma etkisine sahip olabileceğini saptamıştır.”
Venedik Komisyonu’nun TCK’ 314’üncü maddesi için “314. maddenin uygulanmasında, yerel mahkemelerin birçok davada bir kişinin silahlı bir örgüte üyeliği hakkında çok zayıf kanıtlara dayanarak karar verdiğini ve bu durumun, 314. maddenin uygulanmasının ‘öngörülebilirliği’ hakkında soru işaretleri doğuracağını kaydettiği dile getirilen başvuruda, Venedik Komisyonu’na göre 314’üncü maddenin zayıf temelde uygulanmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7’nci maddesinin ihlaline yol açabileceğine dikkati çektiği aktarılarak, “Buna göre Komisyon, Yargıtay içtihadında yer alan kriterlerin harfiyen uygulanmasını tavsiye etmiş ve yerel mahkemeler nezdinde sanığın silahlı bir örgüte üyeliğine karar vermek için bu kriterlerin her birinin ayrıca ve titizlikle incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır” diye kaydedildi.
‘Hak ihlaline yol açmaktadır’
Dosyaya sunulan delillerin kuvvetli suç şüphesi uydurması ve hukuka aykırı olduğu aktarılan başvuruda, şu ifadeler kullanıldı: “Bu delillerin değil hükme esas alınması, istisnai bir tedbir olan tutukluluk kararı verilmesinde dahi dikkate alınması Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere taraf olunan uluslararası sözleşmelerce korunan Adil Yargılanma Hakkı, Özgürlük ve Güvenlik Hakkı, İfade Özgürlüğü Hakkı’ın ihlaline yol açmaktadır. Çok sayıda Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre uygulanan tutuklama tedbirinde hukuka aykırı şekilde elde edilmiş ve suçun işlendiğine dair kuvvetli şüpheyi uyandırmayan delillere dayanılması, bu delillerin tek veya ana suçlayıcı delil olarak kullanılması ve güvenilirliğine ilişkin kuşkular bulunduğu halde bunun giderilmemesi birçok hakkın ihlali sayılmaktadır. Dosyada müvekkilin üzerine atılı suçu işlediğine dair iddialara dayanak olarak gösterilebilecek hukuken geçerli ve/veya somut bir delil bulunmamaktadır. Müvekkilin basın faaliyetleri sebebi ile tutuklanması Anaysa Madde26 ve Anaysa Madde 28 kapsamında hak ihlaline yol açmaktadır.”
Başvuruda, tutuklama kararlarının yeniden gözden geçirilerek, gazetecilerin tahlisine karar verilmesi talep edildi.
DİYARBAKIR