Ali Sinemilli
Türkiye ve İran devletlerinin tarihsel olarak bu coğrafyada bir rekabet içinde oldukları biliniyor. Fakat son bir yılda yaşananlar, bu rekabetin giderek belli alanlarda bir kırılmaya doğru gittiğine işaret ediyor. Türkiye’nin başta Suriye olmak üzere Irak, Lübnan, Körfez ve Orta Asya’da attığı adımlarının bu durumun ortaya çıkmasında önemli bir payı bulunuyor.
Bilindiği üzere, Türkiye -öncesi olsa da- özellikle 2016 yılından bu yana Suriye’de fiili bir savaş yürütüyor. Daha evvelinde bazı gruplar, çete yapıları üzerinden Suriye’de varlık göstermek isteyen Türkiye, bu yöntemin başarısız olduğunu görünce doğrudan kendisi sahaya inmiş ve gelinen aşamada Suriye’nin önemli bir kesimini işgal etmiş durumda. Kuzey batı Suriye’de ciddi bir toprak parçası ve Serêkaniyê ile Girê Spî alanları hali hazırda Türkiye’nin kontrolü altında. Şüphesiz bu işgal Suriye devletini rahatsız ettiği kadar rejimin arkasındaki yegâne güç İran’ı da fazlasıyla rahatsız etmiş görünüyor. İran açıktan bir tavır göstermese de Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapan açıklamalarını tekrarlaması bunun sonucu oluyor.
İran dışişleri bakanlığı sözcüsünün Türkiye’nin yeni işgal tehdidi üzerine ülkesinin tutumunu soran gazetecilere, ‘Son Astana görüşmesinde Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini net bir biçimde ilan ettik’ cevabı vermesi de İran’ın bu meselede aynı noktada durduğunu gösteriyor. İran, Suriye’deki bir nüfuz kaybının bölge genelinde bir domino etkisi yaratacağını düşünmekte ve siyasetini buna göre belirlemektedir.
Elbette, İran ile Türkiye’nin karşı karşıya geldiği yegâne yer Suriye değildir. Irak coğrafyası da son bir yılda Türkiye’nin izlediği politikalar neticesinde her iki ülkenin karşı karşıya geldiği bir sahadır. AKP-MHP iktidarının hemen her fırsatta Lozan Anlaşması’nın yüzüncü yılına vurgu yapması ve bu temelde Irak’ta adımlar atması İran’ı ziyadesiyle rahatsız etmektedir. İran nasıl ki kendisini Suriye’nin hamisi olarak görüyorsa Irak’ta da öyle görmektedir. Bu iki alanda başka bir gücün etkili olmasını istememektedir. Irak’ta ABD öncülüğündeki batılı güçlerin on yıllara dayanan müdahalelerine İran’ın nasıl karşı koyduğu bilinmektedir. Bugün, benzer girişimlerde bulunan Türkiye’ye karşı da İran’ın güçlü bir refleks sahibi olduğu görülmektedir.
Hatırlanırsa, 2 Şubat’ta Neçirvan Barzani ile görüşen Erdoğan, ‘Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte Irak’ta yeni bir süreç başlayacaktır’ demiş ve o süreçte bu açıklama çokça değerlendirme konusu olmuştu. Türkiye Irak’taki seçimlerin ardından KDP ve Sünni güçler eliyle bir hamle yapmak istemiş fakat İran karşı hamlede bulunarak Türkiye destekli bu bloğun dağılmasına yol açmıştır. İran attığı adımlarla hem bu bloğu iş yapamaz hale getirmiş hem de daha da ileri giderek bu güçleri KDP örneğinde görüldüğü üzere savunmaya çekmiştir. KDP’nin merkez olarak gördüğü Hewlêr’e dönük saldırılar, yargı eliyle alınan kararlar, Şii güçlerin Türkiye karşıtı keskin beyanları bu rekabetin yansımalarıdır.
Kuşkusuz, İran ile Türkiye arasında bölge düzeyinde yaşanan karşı karşıya gelişler bunlarla sınırlı değildir. İran son günlerde Türkiye’nin kendisine yedeklemek için büyük uğraş verdiği ‘Türki’ cumhuriyetler ile yakın temas içindedir. Türkmenistan cumhurbaşkanı ardından birkaç gün önce Kazakistan devlet başkanı da İran’a geldi ve üst düzeyde görüşmelerde bulundu. Yine Tacikistan ve Azerbaycan ile ikili ilişkilerin geliştirilmesi için İran ciddi bir çaba göstermektedir. Körfez’de de Türkiye’nin karşı ataklarına cevap mahiyetinde İran’ın diplomatik girişimleri artmaktadır.
Hiç şüphesiz, son günlerin önemli bir gündem maddesi de İsrail’in Türkiye’deki vatandaşlarını İran nedeniyle uyarmasıdır. Böyle bir uyarının arka cephesinde ne var bilinmez ama, İran’ın İsrail vatandaşlarını Türkiye’de hedef yapacağı tartışması dahi ilişkilerin çok sıkıntılı olduğunu göstermektedir. Ki, İsrail başbakanı adeta ateşe körükle gidercesine ‘Türkiye ile ortaklaşarak birçok saldırıyı boşa çıkardık’ demiş ve Erdoğan’a teşekkür etmiştir. Elbette İsrail’in Türkiye’yi de yanına alarak İran karşıtı bir açıklamada bulunması var olan gerginliği katlamıştır. İran ve İsrail’in birbirlerini baş düşman olarak gördükleri bilinmektedir. Bu durumda Türkiye -tarihsel kimliği ile bağlantılı olarak da- doğrudan İsrail tarafında saf tutmuştur.
Açık ki, bölge genelinde İran ile Türkiye arasındaki hegemonik mücadele devam edecektir. Eldeki veriler bu gerginliğin kısa vadede nihayete ermeyeceğini göstermektedir. Basına yansıdığı kadarıyla Türkiye diplomatik görüşmeler ile bu durumu yumuşatmak niyetindedir. Son iki haftada İran ile Türkiye dışişleri bakanlarının iki telefon görüşmesi olmuş, 19 Haziran’da gerçekleşen son görüşmede Türkiye tekraren İran dışişleri bakanını davet etmiştir. Fakat İran’ın bu davete cevabı ‘uygun bir zaman bulmaya çalışıyoruz’ düzeyinde olmuştur. Belli ki, İran, Türkiye’nin bölge düzeyinde attığı adımları kendisi için hayati tehdit olarak algılamakta ve bertaraf etmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin girdiği her alanda karşısına İran’ın çıkması tesadüf değildir. Öyle görülüyor ki, önümüzdeki dönemde bu mücadele artacak ve iki güçten biri kırılacaktır. Çünkü diğer tüm meselelerde olduğu gibi bu konuda da ara süreçler tamamlanmaktadır.