Ahmet Güneş
Kırılgan bir avaz yankılanıyor ama artık dışarıya değil, içeriye. Her daim yayılan öfke, itibarlara biat ediyor. Serzeniş bir moda, herkese son derece yakışıyor. Bir yokuşun başı, bir ağacın dalı, kırılmış bir kapı kolu mesafesinde, bakıp bakıp şaşırmayı susturuyor. Susmak en eski alışkanlık, hatta bugünlerde ucuz bir alışveriş listesinin en başında.
Mecbur hissetmenin maskeleri ile kofluğa yerleşmenin loşluğu, isyanın şafağından yeğ tutuluyor. Çok şey biliniyor, çok şey bilinmezden geliniyor. Hangisi diğerinden daha ağır, buna kimse bir cevap vermiyor.
Huzurun bir rüya olduğunu gösterdiler, mutluluğun bir hayal olduğunu öğrettiler. Mahvedilen ve dirilen her ne kaldıysa, istikralı bir hizaya soktular. Biri diğerini kovalıyor, biri neden diğeri de sonuç oluveriyor. Kaçmanın hızını belirleyip kovalamışlar da. Nereden nereye bir yolu kaybetmektir ki tüm saatler durmuş. Renkler bütün resimlerden göçmüş.
Gökte kuş, suda balık, çölde kum; mesken aynılaştığımız yerdir, öyle bir hatırlayış. Gelenin gideni merak etmesi, gidenin geleni tahmin etmesi, sürekli bir itina ile gizlendi. Kimsenin terk edemeyeceği bir yer kalmadı. Siyah beyaz bir terkediş bakışı, kıyısını kaybetmiş bir dalga, gölgesini kaybetmiş bir kaya, her sokak arasında, belki de herhangi bir caddede görülebilen bir yas sayıklaması. Yani bir sınırın bir adım ötesi, biraz daha yani.
Acıya terbiye öğretmişler. Biraz üstünde bu terbiyenin ya da biraz aşağısında, ayıp diye amansız bir yafta. Kıvrılıp bir yanına, dinlemek ve inanmak, ne basit bir ayartılma. Çıplak olsan, suç ve günah ile giyinsen, taşısan her yere, yine de böyle; kıvrılmak. Sessizce. Sessiz ve sadece dinleyen. Asla tereddüde bulaşmadan, yaşamak. Ve en önemlisi hayatta o şekilde kalakalmak. Büyük iftihar, işkence izi bırakmayacak kadar coşkulu alkışlar.
Merak edenlerin masallarını dinleyenler de göçtü buradan. Dayanamam artık deyip kaçanlar da oldu, masal olmak için. Masallardaki kahramanlar seyirlik, olanlar iyilik ve kötülükle aynı sonda haykırıyor; Sen dünyasın, git buradan.
Bir adamın kaybettiği gelecek, bir kadının aradığı gelecek, hiç gelmeyecek gibi bir dedikodu. Ve kadim bir müneccimin varsaydığıdır: Söz yaratandır.
Bana hissettiğimi sayıkla, bana söylemediğimi açıkla, bana korktuklarımı sırala. Dizilsin ve yeniden yazılsın. Bu oyun, bu monolog, bu halüsinasyon. Bu bir şenlikten sayılmıyor. Üzül ve üzgün adımla başla diye bir beddua, bir tesadüf, bir alternatif, bir yol, bir manşet. Değişmeyi ve değiştirmeyi araya sıkışmış bir parantez gibi öğretiyorlar. Oysa herkes bilir; Cennette cinnet var, dünyada cehennem!
Varmanın her şeyin toplamı sanılmasının arifesinde sloganların mirası hatırlanacak. Dışında kal, dışında yaşa ama yaşa. Zamansız ve engelsiz bir çizgi, sınırları silen bir silgi. Taşınacak şeyler var, karşılaşacak şeyler var ve tabii bırakılacak. İzahsız bir anlaşılma kaygısı, merakı, yargısı ya da sezgisi her an bir kalp çarpıntısı, bir hayat değiştirme olasılığı. Zor bir yaşamak, zorlamayan ölüm arayışı, kıyaslanıyor ve her birine bir kuşku yapıştırılıyor: Hoş geldin yaşamamak.
Haftanın kitap önerisi: Jerzy Kosinski, Boyalı Kuş / Çeviren: Aydın Emeç, Ece Yayınları