Oyundaki isimsiz karakterimiz gidecek hiçbir yeri göstermiyor. Çok yere gidiyor ve çok sorular sorup cevaplara inanamayınca başlıyor gördüklerini sıralamaya; devlet, sistem, ordu, toplu kıyamlar, soykırımlar, caddeye ulaşan cinnetler. Ne nasihat ne de vaat var bu oyunda
Ahmet Güneş
Tanıklık ve oradan doğan yaşanmışlık yan yana gelince, hatta üst üste binince farklı bir deneyim, başka bir pencere açar insanın kalbinde. Bu pencere tuğlalarla örülmüş bir duvar da olur, bozkıra bakan bir manzaradan kocaman bir ormanı da düşler. Unutmayan insanın bu dünyada yeri dardır. Ona göre bir yer ve bir hayat neredeyse nefessiz bırakılmıştır. Devletler ve toplumlar öyle davranır.
Moda Sahnesi’nde gösterilen ‘Ormanlardan Hemen Önceki Gece’ adlı tiyatro oyunu bize eski rüzgarların serinliğini getiriyor. Yazar Bernard – Marie Koltès’in yazdığı, Ayberk Erkay’ın çevirdiği, sanat yönetmeni Kemal Aydoğan tarafından sahnelen, sahne tasarımını ise Bengi Günay’ın yaptığı oyunda Barış Yurtsever isimsiz bir karakter olarak karşımızda duruyor. Aslında oyun olarak karşımızda ama aslında yanımızda, bize hayatı ve sistemi sorgulayan cümlelerle fısıldıyor.
Deneyim ve sezgi bir araya gelince, kimse ona çıkmaz sokak yakıştıramaz. Ya bir yol bulur ya da gittiği yolda kaybolur. Hayat sadece böyle bir çember mi? Burada, bu sorunun içinde karakterimiz saflarımızı belirginleştirmemizi tembihler. Çünkü egemenlerin elinde olanları ve yaptıklarını sıralar; silahlar, haplar, ayrıştırmalar, mülksüzleştirmeler, metalaştırmalar, tekinsizlikler…
Çocuk yaşta sömürge olan Cezayir’in acısını hissederek yaralanan ve yarasına derman arayan yazarın sert ve kışkırtan monoglarını duyuyoruz en önce. Biliyor ve üzülüyoruz bunlara, çünkü kendimize de diyoruz. Bazen kendimize bağırıyoruz da. Bu oyunda ise geçmişte olanlarla bugün olması gerekenleri kıyaslıyor Koltès. Özellikle bir yabancı kalarak ve bir yabancı gibi davranarak. Avrupa’nın refahında gizli günahları, genel anlamda batının gülümseyen yüzünün ardındaki vahşetleri sıralıyor. Oyun tam da ne biçim bir dünyada olduğumuzu tiratlarla izleyiciye düşündürtüyor. Oyunu izledikçe hem koltuğumuza gömülüyor, bir taraftan da çevremize bakma ihtiyacı duyuyoruz. Tekinsiz bir dünya yaratanlar durmadan tekinsiz bir hayatın kıyısına öteliyor evsiz kalanı. Giderek hepimizin evsiz kalıp gidecek yer bulamayacağı bir gerçeğin altını çiziyor oyun.
Özellikle mülteci düşmanlığının hat safhaya geçtiği bugünlerde bu oyun bu anlamda çok cesur ve öğretici; Geleneklere yukarıdan bakış, yaşam tarzını dışlayış ve bunun arkasında yatan sömürgeleştirme. Gerçeğin kendisi bir itiraftır. Oyundaki isimsiz karakterimiz gidecek hiçbir yeri göstermiyor. Çok yere gidiyor ve çok sorular sorup cevaplara inanamayınca başlıyor gördüklerini sıralamaya; devlet, sistem, ordu, toplu kıyımlar, soykırımlar, caddeye ulaşan cinnetler. Ne nasihat ne de vaat var bu oyunda.
Sistem içinde yaşayıp neredeyse her şeyden; işten, evden ve sosyal hayattan vazgeçen karakterimiz, yağmurlu bir gecede kendine yer arıyor. Kimseden medet ummuyor, sadece uluslararası işçi sendikasından dem vuruyor, nitekim bu da aslında yazar Koltès’in üyesi olduğu Komünist Parti’dir. Yine de sistemin tüm şiddet ve zor aygıtlarını sıralayıp karşımızda neyin olduğunu ve ne ile cebelleştiğimizi orta yere bırakıyor.
68 kuşağının dünyada yer bulduğu ve yol aradığı bir zamandan sonra etkilediği yerlerin panoramasını kıyaslıyor oyun. Çözüm yok, yol yordam göstermek de yok. Metnin içinde bir ev metaforu da gizli aslında. Adorno’dan gelen bir arayış ya da tükeniş olarak “ev” metaforunu sorgulatıyor izleyende. İnsanın evi yoktur değil de bu şartlar altında insan evinde yaşayamaz demek istiyor. Öte taraftan Nikaragua’daki silahlı mücadeleden söz ederken, devletlerin gerilla mücadelesine karşı giriştiği zalim imhaları da sıralıyor.
Gördükleri ile vardığı yeri bir türlü kabullenemeyen bir monolog, bir öfke duyuyor insan. Bu yüzden yazarın hedefi ve seslendiği de o dönemin konfor alanının dışına çıkamayanlar oluyor. Metinde bilerek kışkırtıcı ve argo tiratlar art arda patlıyor. Yazarın bilerek telaffuz ettiği bu konuşmada, hatta bağırmada bir umut yok ama umutsuzluk da yok. Oyun öyle bir zeminden bilerek kaçıyor çünkü hiçbir zemin emin olabileceğimiz bir yer değil.
Tek perdelik oyun 75 dakika sürüyor. Barış Yurtsever’in harika oyunculuğu ve metnin akıcılığı izleyeni derinden etkiliyor. Hem geçmişte dünyayı etkileyen devrim rüzgarına da dair bir hafıza tazelemesi hem de içinde bulunduğumuz sistemin ayartıcılığını sorgulamak için izlenmesini tavsiye ederim. Oyun Moda Sahnesi’nde ve tiyatro severlerin ilgisine bakılırsa birkaç sezon daha oynanmaya devam edecek. Kemal Aydoğan’ın geçmişten güncele sirayet eden sıkı metinleri seçip sahnelemesi ayrıca takip edilmeye değer. Nitekim kendisinin yönettiği ‘Babamı Kim Öldürdü’ adlı oyun da sistemin çarklarını ve tanıklığını bir iş cinayeti üzerinden konu ediniyor. İyi seyirler.
Künye:
Yazan: Bernard-Marie Koltès
Çeviren: Ayberk Erkay
Yöneten: Kemal Aydoğan
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Müzik: Fidel Kılıç
Animasyon: Emir Ahmet Bilgili
Asistanlar: Cem Burçin Bengisu, Ulaş Kaya
Oynayan: Barış Yurtsever
Süre: 75′ tek perde
Yaş Sınırı: 18+