Resmi tarih çerçevesinde Şeyh Said Ayaklanması’nın bir irtica hareketi olduğuna dair günümüze uzanan yoğun bir propaganda yapılmasına rağmen bu söylemin tuttuğu söylenemez. İrtica söylemini çürüten sağlam argümanlar var
Said Çetinoğlu
Kürtlerin ulusal karakterli ilk isyanı olan 1925 Şeyh Said Ayaklanması, günümüze kadar birçok bakımdan irdelenmesine rağmen yine de ayaklanmanın karakterine dair birçok karanlık noktalar mevcuttur.
Resmi tarih çerçevesinde ayaklanmanın bir irtica hareketi olduğuna dair günümüze uzanan yoğun bir propaganda yapılmasına ve geniş bir literatür oluşturulmasına rağmen bu söylemin tuttuğu söylenemez. İsyancıların yargılandığı Şark İstiklal Mahkemesi’nin tutanaklarının hala gizli olması isyanın karakterine dair karartmayı gündemde tutmaktadır.
Cumhuriyet Arşivi’nde tek tük resmi belgeler ayaklanmaya Hıristiyanların da katıldığını göstermektedir. Hıristiyanları da ayaklanmanın bileşenleri olarak gösteren bu belgeler, isyanın karakterinin irtica olduğu söyleminin zeminini çürüten sağlam argüman olduğunu söyleyebiliriz.
M. Kemal imzalı belge
“Reisicumhur M. Kemal imzalı 2.11.937 günlü bakanlar kurulu kararında Kiği Kazasının Zerek Köyü doğumlularından olup Şeyh Said isyanına iştirak eden ve 935 yılında Hınısa gelen Ermeni milletinden Demirci Agop Markarın muzir bir adam olduğu ve Hınısda ikameti mahzurlu görüldüğü cihetle karısı Agamerik ve kızı Meryemle birlikte Çorum iline nakil ve iskanları; Dahiliye Vekilliğinin 15/10/937 tarih ve 3420 sayılı teklifi üzerine 2848 sayılı kanunun 8 inci maddesinin 2 inci bendinin (Ç) fıkrasına tevfikan İcra Vekilleri Heyetince 2/11/937 tarihinde onanmıştır.”
Değişmeyen zihniyet
Ayaklanma sırasında, ulusal gazetelerin tamamının yayınlarında, isyanın ulusal karakterini perdelemek için olağanüstü çaba gösterdikleri gibi, bu gazetelerin izdüşümü olan ve genellikle iktidar partisinin yayın organı/borazanı olan gazeteler de, bu koroya katılmakta gecikmemişlerdir. Bu taşra gazetelerinden Niğde’de yayınlanan Müdafaa Gazetesi, isyanın erken döneminde, bu propagandayı taşrada yürürlüğe sokarak, isyana Anadolu bozkırından bakarken o zehirli dili dolaşıma sokar.
Gazetenin 26 Mart 1925 günlü sayısında müdir-i mesu’lü C. Şahabeddin imzalı başyazı, isyanla ilgili karartmaya dairdir.
Yazıya İsyânın Mâhiyeti ve İç Yüzü başlığı konulmuştur. Başyazar, daha ilk paragrafında meramını açık eder: “Zaza’ların dînî âlet iderek isyân iylemeleri bütün halkımızda pek derin bir nefret ve infi’âl uyandırdığı cîhetle bu isyânın mâhiyetiyle iç yüzüni teşrih [açıp] ve muhâkeme iderek halkımızı bu husûsda birâz tenvir [aydınlatma] iylemeği fâideli buluruz.”
İlk satırlarda irtica ile ilişkilendirdikten sonra tezini rasyonelleştirme babında, Kürtleri şehirli-dağlı gibi yerleşim yerlerine ve dinsel yönelimlerine hatta milliyet olmak üzere, kendince ikiye böler. Şehirde meskun olanlar sisteme entegre olmuş Cumhuriyetin sadık ve kıymetli evlatları olduğunun altını çizer. “Kürdler iki kısım olub bir kısmı şehir ve kasâbalarda meskûn sünnî ve şâfi’î-ül mezheb olunanlardır ki bunlar hükümet-i cumhûriyetizin pek sâdık evlâdı ve feyz-i cumhûriytin de inkişâfına hâdim en kıymetli teb’asıdır.”
Dağlılara geçtiğinde asıl niyet ortaya çıkar; “Diğer kısmı ise asıl kürdlerden hars ve milliyyet hattâ dîn ve mezheb i’tibâriyle bütün bütün ayrı olub nîm [yarı] vahşî bir halde bulunan Zaza’lardır ki bunlar el-an dağ ve mağaralarda yaşarlar.” Mevzu açıklanmıştır: Sorun medeniyet sorunudur.
Yazar hızını alamaz, gerilere gidererek, şehirli Kürtlerin hasletlerini sayarken Ermeni Soykırımı sürecindeki yararlarını vurgulamayı ihmal etmez. “Filhakika birinci kısım kürdler meşrûtiyetin i’lânında da cumhûriyetin te’sis ve inkışâfında da en büyük fedâkarlığı ihtiyâr sûretiyle izhâr-ı hamiyet ve hamâset iylemişler ve hattâ büyük Gâzî’ye bütün tâkatlarıyla iltihâk ve mutâva’atle hareket-i millîyenin ihyâ ve te’sîs ve hattâ Ermenîlerin imhâ ve tenkîli emrînde de yararlılıklar göstererek temyîz itmişlerdir.” Konuyla ilgisi olmamasına rağmen, Ermeni Soykırımı’ndaki rolleriyle de, kendilerini ispat ettiklerinin altının çizilmesi anlamlıdır. Kürtleri suç ortağı mı yapmakta, Kürtlerin yoksa suç ortaklığını mı hatırlatmaktadır? Bilinmez.
Devamında isyanın kaynağı olarak gördüğü kesime hakaret etmekten çekinilmez; “Zaza’lara gelince: Bunlar vahşetin en kesîf zulüm ve zulumâtı altında yaşayarak şî’îlik ve zındıklık ‘an’anât ve hurâfâtıyla karışık karanlık bir dînsizlik içinde yalnız şeyhlerine tapar ve ta’abbüd iderler.”
Şeyhlerin, bu dağlı ve mağarada yaşayan yarım vahşi kesime fal kitaplarından masal okuduklarını söylerken, asıl bunları yapanın kendileri olduklarını görmezden gelmeleri enteresandır: “Bu şeyhler ise mutlakâ sarb ve çetin dağ ve vadîlerde zaviyelerde te’sîs iderek bu vahşî insân sürüsünü hayvân gibi kullanub onları kendilerinin âzâd kabûl itmez bir esîri add iderler. Şeyhler bu vahşîleri zaviyelerine kapatarak ayran kazanları karşusunda ellerinde bulundurdıkları fal kitâblarından efsâneler icâdıyla cin ve perîlerle konuşmak ve fosfor tozlarıyla sakallarını surâtlarını boyayub karanlık mağaralarda bu vahşî halka sihirkâr çehrelerle hokkâbazlık göstermek sûretiyle bu vahşîleri ürküterek zazaların bütün benliğine rûh ve vicdânına ve hattâ ırz ve harîmine hâkim olurlar.
İşte bu beyinsiz yobazların mâhiyet-i mezhebiye ve meslekiyesi bundan ‘ibâretdir” Diyerek isyanın mahiyetine dair açıklamalarını (!) noktalayarak, isyanın içyüzüne geçer. Kendince bölgenin ihmal edilmişliğinin tarihsel arka planına bakarak, Cumhuriyetin bu durumları ortadan kaldıracak maddi koşulları tesis edeceğini eklemeyi unutmaz.
Son olarak bozkırın gençlerinin isyancıların üzerine gönderildiğini ve öz Türk kanı taşıyan bozkırın yavrularının yobazın sihirli kellesini koparacağını eklemeyi ihmal etmez. “Nitekim Niğdemizin de şânlı âlayları isyâna karşu tahrîk ve sevk olundıklarından öz Türk kanlı yavrularımızın da inzımâm azim ve müsâra’atı [süratle ve azimli katılımı] yakînen o otâğ-ı şekâveti târumâr iyleyerek elbette o maskara yobazın sihirli kellesini de koparakcakdır.”
Bu dilin bize yabancı olmadığını ve günümüze uzandığını söylemeye gerek olmadığını söyleyip sözümüzü noktalıyoruz.
“İsyânın Mâhiyeti ve İç Yüzü”
Zaza’ların dînî âlet iderek isyân iylemeleri bütün halkımızda pek derin bir nefret ve infi’âl uyandırdığı cîhetle bu isyânın mâhiyetiyle iç yüzüni teşrîh ve muhâkeme iderek halkımızı bu husûsda birâz tenvîr iylemeği fâideli buluruz.
Kürdler iki kısım olub bir kısmı şehir ve kasâbalarda meskûn sünnî ve şâfi’î-ül mezheb olunanlardır ki bunlar hükümet-i cumhûriyetizin pek sâdık evlâdı ve feyz-i cumhûriytin de inkişâfına hâdim en kıymetli teb’asıdır.
Diğer kısmı ise asıl kürdlerden hars ve milliyyet hattâ dîn ve mezheb i’tibâriyle bütün bütün ayrı olub nîm vahşî bir halde bulunan Zaza’lardır ki bunlar el-an dağ ve mağaralarda yaşarlar.
Filhakika birinci kısım kürdler meşrûtiyetin i’lânında da cumhûriyetin te’sis ve inkışâfında da en büyük fedâkarlığı ihtiyâr sûretiyle izhâr-ı hamiyet ve hamâset iylemişler ve hattâ büyük Gâzî’ye bütün tâkatlarıyla iltihâk ve mutâva’atle hareket-i millîyenin ihyâ ve te’sîs ve hattâ Ermenîlerin imhâ ve tenkîli emrînde de yararlılıklar göstererek temyîz itmişlerdir.
Zaza’lara gelince: Bunlar vahşetin en kesîf zulüm ve zulumâtı altında yaşayarak şî’îlik ve zındıklık ‘an’anât ve hurâfâtıyla karışık karanlık bir dînsizlik içinde yalnız şeyhlerine tapar ve ta’abbüd iderler.
Bu şeyhler ise mutlakâ sarb ve çetin dağ ve vadîlerde zaviyelerde te’sîs iderek bu vahşî insân sürüsünü hayvân gibi kullanub onları kendilerinin âzâd kabûl itmez bir esîri add iderler.
Şeyhler bu vahşîleri zaviyelerine kapatarak ayran kazanları karşusunda ellerinde bulundurdıkları fal kitâblarından efsâneler icâdıyla cin ve perîlerle konuşmak ve fosfor tozlarıyla sakallarını surâtlarını boyayub karanlık mağaralarda bu vahşî halka sihirkâr çehrelerle hokkâbazlık göstermek sûretiyle bu vahşîleri ürküterek zazaların bütün benliğine rûh ve vicdânına ve hattâ ırz ve harîmine hâkim olurlar.
İşte bu beyinsiz yobazların mâhiyet-i mezhebiye ve meslekiyesi bundan ‘ibâretdir.
İsyânın iç yüzüne gelince: İstiklâl devrinde ma’hûd uzun hüsn-i saltanatın imhâsı üzerine Türk Orduları şark’ı ihmâl iderek garb’e teveccüh itmiş oldığı cihetle o havâlîdeki kazan kavuklı câhil şeyhler dînî maskeler altında celâlîlik ve derebeylik ile meydân almış ve inhitâtat devrinde ise zamân zamân azgın ihtilâller yaparak bütün bütün şımârmışdır!
Son zamânda Abdülhamid’in idâre-i maslahat sistemli siyâsetiyle böyle her isyân vukû’unda bu kâselis haşerâta hediyeler ve altunlar ihdâ ve tevzî’ sûretiyle bu havâlîdeki idâre pamuk ipliğine bağlanmış hattâ İttihâd ve Terakkî Hükümeti zamânıda da ciddî bir ıslâhat icrâsına imkân bulunmamış oldığından bu tufeylî haşerât sürüsi yine aynı vahşet ve falcılıkla keşkül-bedest isyân olmakda devâm itmiş ve o zamânın hükümeti de mu’tâd veche üzere yine ulûfecilik siyâsetiyle bu mütemâdi isyânları okşayarak uyandırmışdır.
Vaktâki bu şeylerin kerâmeti nev’inden olan saltanat ve saray siyâseti iflâs itdi, ve vaktâki memleketde cumhûriyet idâremizin kânûn devri teessüs itdi. Ve vaktâki artık tebe’a üzerinde ‘adl ve re’fetle tasarrufun vucubı i’lân olundı. İşte o vakit bu dilenci haşerâtın menâfi’i muhtell oldığı cihetle Abdulhamid sarayının efsûncı falcılarından bulunan Şeyh Sâid yobazı da kendi gibi birkaç serseriyi peşine ve Abdulhamid oğullarından bir sürgüni de önüne düşürerek sevdâyı saltanatla mevzu’ı ve ehemmiyetsiz bir isyân ateşi alevlendirdi. İşte isyân denilen bu bâğîyâne kıyâmın iç yüzü de bundan ‘ibâretdir.
Hükümet-i Cumhûriyetimiz Şark vilâyetlerimizde zâten ıslâhat-ı ciddîye icrâsını teemmül itmiş ve bu nev’i harekât-ı şekâvetkârâneye karşu da en mü’essir tedâbir-i tenkîliye ve ıslâhiyeyi de ihzâr ve te’mîn iylemiş bulundığı cihetle kahraman kıta’âtımızın menâtık-ı ihtilâliyeye duhûl ve temâs-ı dakikasında bu isyân dikenlerinin kökünden taramak sûretiyle imhâ olunacağı şübhesizdir.
Hattâ te’hîren vurûd iden resmî telgraflar ihâta çenberinin pek ziyâde oldığını ve eşkîya sürüsünün de çîl yavrusu gibi dağılmakda oldığını bildirmekdedir.
Nitekim Niğdemizin de şânlı âlayları isyâna karşu tahrîk ve sevk olundıklarından öz Türk kanlı yavrularımızın da inzımâm azim ve müsâra’atı yakînen o otâğ-ı şekâveti târumâr iyleyerek elbette o maskara yobazın sihirli kellesini de koparakcakdır.
C. Şahabettin”
Müdafaa sayı: 8, 26 Mart 1925
http://www.osmanlicagazeteler.org/Oku.php?id=17770
Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri, BCA 30 18 1 2/ 95 – 113