Ubeydullah Serhildan Andan
AKP ve küçük paydaşı MHP; devletin motivasyonunu herkesin ortak paydası yapmaktan geri durmuyor. Ortak aklın tek gündemi hiç şüphesiz herkesin de kabul etmesi gereken “Kürt Düşmanlığı.” AKP şahsında Türkiye’nin son 7 yılda başarmak için her şeyini ortaya koyduğu savaş konsepti; Kürtlerle başlayan ve Türkiye sol, sosyalist ve demokratik cephelerini de çepeçevre saran bir hal aldı. Kürt’ün nefessiz kalmasını ve entegrasyona mahkum kılınmasını öngören savaş konsepti, 17 Nisan itibariyle farklı bir evreye taşındı. Federe Kürdistan Bölgesi’nde iki aya yakındır devam eden savaş, militarist yönlerin baskın olduğu ve sadece faşizm ile açıklanamayan totaliter rejimi köşeye sıkıştırmış görünüyor. Rejimin bu hatta yürüttüğü savaş, içeride ve dışarıda yılgınlığı da beraberinde getirirken; Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik jeostratejik planın devam ediyor olması da Türkiye açısından başka bir evreyi ifade ediyor. Hal böyleyken reel-politik de jeostratejik hedefler bağlamında şekilleniyor.
Reel-politik temel olarak düşmanlık üzerine kurulu olduğundan hükümete eklemlenen muhalefet de bunun etrafında konumlanıyor. Son haftalarda özellikle CHP’nin Kürt mahallesine yaptığı çıkarmalar ve oradan çıkan sonuçlar, akabinde de 10 soruda “Kürt Düşmanlığı” seremonisi güncelin ve yarının nasıl olacağının resmini çekmemize yardımcı oluyor.
CHP özelinde yapılan yorumların çoğu altılı masanın geneli için aynı sonucu gözler önüne seriyor. Çok değil, bundan birkaç yıl öncesine kadar Yenikapı ve Samsun’da buluşan Türk siyaseti, gövde gösterisi yaparak aslında dünden bugüne hep aynı renklere sahip olunduğunun altını çizmişti. İmralı tecridi, tezkereler, dokunulmazlıkların kaldırılması, demokratik güçlere saldırılar gibi birçok mesele CHP ve etrafındaki kanatların Silivri’de beş çayına gidip gelinmesi kadar önemli olmadı. Bütün bunlar yaşanırken Kürtler hep aynı noktadaydı: Direniş ve mücadele!
Direniş ve mücadelede temel motivasyon Kürt’ün kendi özgürlüğünün teminatı olarak gördüğü Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi yıkmak oldu. İmralı özelinde tecrit siyaseti/rejimi Kürdistan ve Türkiye’yi çepeçevre sarmışken Kürtler ile dostları bu rejim karşısında yıllardan beri yürüttükleri mücadeleyi böylesi zorlu bir süreçte dahi elden bırakmadı. Yukarıda bahsi geçen reel-politik düzlem ve etrafında kenetlenen devletin asli grupları; İmralı’da devam eden tecridi her dönem normal bir hukuki prosedür olarak lanse etti. Ancak Kürtler 1999’dan bugüne bu durumun normalleştirilmesi karşısında hep alanlardaydı. Kürt sorununda demokratik çözümün adresi olan İmralı; devletin de Türkiye’deki diğer çevrelerin de itiraz edemeyeceği büyük bir gerçeklik. Bunun en bariz örneği 2013-2015 yılları arasında yaşanan demokratik çözüm süreciydi. Öcalan’ın süreçteki rolü/öncülüğü Türkiye ve Kürdistan’da demokratik bir zeminin yapı taşlarını örmekteydi.
Türkiye’de tecridin az da olsa aralandığı süreçler demokratik yolların kullanılmaya başlandığı dönemler oldu. 2013 ile başlayan demokratik çözüm süreci Türkiye ve Kürdistan’da birçok demokratik eylemliliği de beraberinde getirdi. Son günlerde tartışılan, ceza politikaları ve hakaretlerle karşı karşıya kalan Gezi Direnişi; bu sürecin verdiği demokratik zeminden beslenmedi mi? Yine aynı süreçte Türkiye cephesinde yaşanan işçi, emekçi eylemleri ve diğer eylemlilikler demokratik atmosferin sonucunda olmadı mı? Benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün. Buradan hareketle demokrasiye olan ihtiyacın sadece Kürtleri değil Türkiye’de tüm halk ve inançları bağladığı çok açık bir gerçek. Hal böyleyken İmralı’da Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecrit sisteminin sadece Kürtleri bağlamadığını belirtmek de hayli hayli gerçekçi.
Başta HDP olmak üzere demokratik güçlerin tamamı bu gerçekçi hal üzerinden politika üretiyor. Öyle ki politik hamleler de bu zeminde şekilleniyor. Kürt mahallesinde ısrarla devam ettirilmek istenen savaş politikaları ve tecrit rejimine karşı; Kürt mahallesinin sakinleri ve öncüleri çıkarmayı Türkiye kentlerine gerçekleştiriyor. Geçen haftalarda İstanbul’da gerçekleştirilen “Tecrit Siyasetine Karşı Barış Hakkı” konferansı bunun en büyük örneklerinden. Yine konferansı takip eden günlerde İstanbul’da demokratik güçlerin Büyük Gemlik Yürüyüşünü örgütlemek için yaptığı açıklama, bu politik hamlelerin bir sonucu. Bu Gemlik’e gerçekleştirilecek ilk yürüyüş değil ama baskı ve savaş politikalarının ayyuka çıktığı böylesi bir dönemde yürüyüşün düzenleniyor olması diğerlerinden farklı bir anlam barındırıyor.
Son 7 yılda şekillenen rejimin en büyük sacayağı tecrit politikası. Öyle ki Abdullah Öcalan’ın 2019 mayısında avukatlarıyla gerçekleştirdiği görüşmede altını özellikle çizdiği mesele hem kendisi hem de topluma dayatılan tecritti. “Tecrit Siyasetine Karşı Barış Hakkı” başlıklı konferansta açığa çıkan temel mesele de tecridin tecrit altına alınmak istenmesi ve bunun üzerinden rejimin kendini güçlendirmesi vurgusuydu. Buradan hareketle demokratik güçlerin Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve topluma dayatılan tecrit rejiminin kırılması yönündeki adımları Gemlik Yürüyüşünde açığa çıkacak iradenin önümüzdeki sürece büyük yansımalarının olacağının habercisi.
Demokratik siyasetin motor gücü HDP, 2018 seçimlerine “Em li vir in-Biz buradayız” sloganıyla hazırlanırken aslında bugünleri de kapsayan genel bir programın temellerini atmıştı. Savaş, yıkım, talan, saldırıya karşı “Biz buradayız” mesajını yaymıştı. Bu mesaj hem devlete hem de Kürtlerin özgürlük yürüyüşüneydi. Hala devam eden saldırılara ve savaş politikalarına; tecrit ve beraberinde şekillenen her türlü hukuksuzluğa karşı Kürtler ve dostlarının kendi mahallelerinden Gemlik’e yol almaları “Biz buradayız” mesajına özellikle vurgu yapıyor. Kürt mahallesini sindirmeye çalışan, tecritle baş başa bırakmak isteyen, savaşı, baskıyı ve esareti dayatan rejime karşı buradayız demek; özgürlük arayışının ısrarla devam ettiğini ve bunu elde etmek için alanlarda olunduğunu dost-düşman herkese gösteriyor.