Hicri İzgören
Açlık ve yoksulluk temel bir sorun olarak giderek büyüyor.
Yoksulluk kavramı bünyesinde birçok bileşeni barındırır. Yoksulluk, birçok alanda yoksun olma demektir. Açlıktır, yetersiz beslenmedir, hastalıktır, sağlık, eğitim, sosyal ve kültürel alanlardaki hizmetlere yeterince erişememektir. Sosyal ayrıma ve dışlanmaya maruz kalmak demektir. Ele güne muhtaç olmaktır. ‘Yoksulluk kültürü’ denilen boyun eğme bu noktada başlıyor. Yoksulluğun, yokluğun iktidarlar tarafından kadermiş gibi sunulması ve bunun şükür ve sabır gibi kavramlarla meşrulaştırmaya çalışılması, toplumda boyun eğip biat etmede etkili oluyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı’nın gerçek zamanlı veri paylaştığı ‘Açlık Haritası’na göre, 6 Haziran itibariyle 92 ülkede toplam 866 milyon kişi yeterli gıda tüketmiyor. 36 ülkede 333 milyon kişinin halihazırda yetersiz beslendiğini, 56 ülkede 533 milyon kişinin ise yetersiz beslendiğinin tahmin edildiğini gösteriyor.
Birleşmiş Milletler’in paylaştığı Türkiye ile ilgili veriler de iç açıcı değil ve giderek de kötüleştiğini söylüyor: 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor.
Bu, üç ay öncesi ile karşılaştırıldığında 410 bin kişinin daha yetersiz beslenme yaşadığını, bir ay öncesi ile karşılaştırıldığında ise 50 bin kişinin yeterli gıda tüketememeye başladığı anlamına geliyor.
Aynı veriler, 5 yaş altı çocukların yüzde 1,7’sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6’sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığını ortaya koyuyor.
Yetersiz beslenme oranının en yüksek olduğu il ise yüzde 20,25 ile Şırnak gösteriliyor.
Yoksulluğa dair somut bir şeyler söylemek istediğimizde ilk elden sorunun hiç de yeni olmadığını; kronik olmaktan çıkıp, marazi bir hale dönüştüğünü belirtmek gerekecektir herhalde. Yeryüzünün buğdayı, ekmeği, suyu herkese yeter düzeydeyken, dünyada milyarlarca insan aç yaşıyor. Çünkü adil üleşim ve paylaşım yok, adalet yok, vicdan yok…
Doymak nedir bilmeyen iktidar sahiplerinin açların halinden anlamadığı zalim bir dönem bu. Kendi mide ve kasalarını doldurmakla meşgul olanlar, halka lokmaları küçültme tavsiyelerinde bulunuyor.
Halkı bu hale getirenler sırça köşklerinde, şatafatlı-şaşaalı saraylarında arzı endam ediyor.
Açlığa, yoksulluğa alışın diyor kimi sözcüler. Alışıldıkça da daha derine iniyor yoksulluk. Kişilerin açlık sınırı altına inip en temel haklarına dahi erişemediği “Derin Yoksulluk” denilen hale dönüşüyor. Derin yoksulluk derken: Gönüllü bir grup araştırmacı, sosyolog, psikolog ve gazeteci derinleşen yoksulluğu araştırmak ve boyutlarını ortaya koymak, insan hakları izlemesi yapmak ve yoksulluğu bir insan hakları ihlali olarak tartışmaya açmak üzere kurdukları “Derin Yoksulluk Ağı”nın bir çalışması olarak; çocuklarda kronik yetersiz beslenmenin sonuçları ve okul beslenme programı uygulamalarının etkilerini derledikleri bilgi notundan:
“Son bir yıl içinde; Para ve diğer kaynakların yetersizliği nedeni ile yeterli gıda bulamayacağı kaygısı taşıyan bireylerin sıklığı %23.4, Sağlıklı ve besleyici gıda tüketemeyenlerin sıklığı %22.7, Tüketilen gıda çeşidinde azalma yaşayan bireylerin sıklığı %22.8… Yine son bir yıl içinde; Öğün atlamak zorunda kalan bireylerin sıklığı %13.1 Gerekenden daha az besin tüketenlerin sıklığı %16.5 Karnı aç olmasına rağmen yemek yiyemeyenlerin sıklığı ise %8.4’dür.”
Empati yoksunluğu ve sadece kendimize odaklanmamız nelerden ders alacağımızın nasıl mücadele edeceğimizi de engelliyor. Yoksulluğu tanımlayan önemli özelliklerden biri de sesini duyuramamak.
İktidarın kibri, pervasızlığı, acımasızlığı ve bencilliği ortadadır. Bunca eşitsizliğin giderilmesi için çalışmayanlar zamanı geldiğinde, vatandaştan dersini alır.