Müsaadeniz ile size “ölüp, geçmeyen” bir Hint masalından bahsedeyim.
Bir çamaşırcının, alışılmışın ötesinde yük taşıyabilen bir eşeği varmış. Çamaşırcı, beslemek için eşeğine kaplan postu giydirir, gece olduğunda başkalarının tahıllarına götürürmüş. Ve eşek tahılları keyfince yerken, kaplan sandıklarından kimse yanlarına yanına yaklaşmaya ve onu kovalamaya cesaret edemezmiş. Ancak bir defasında bekçinin biri ona pusu kurmuş. Toz grisi bir gocuğun altına saklanmış ve yayı elinde, yırtıcı hayvanı öldürmeye hazır beklemeye koyulmuş. Eşek onu uzaktan görünce dişi bir eşek sanmış ve içinde bir aşk uyanmış. O yüzden yüksek sesle anırmış ve eşek olduğunu sesinden anlayan bekçi onu öldürmüş…
Bu hikayede “özne” olarak ikili bir durum söz konusu. Çamaşırcı ve eşeği…
Vakanın kahramanı ve kurbanı bir eşek olsa da eşeği bu yola sokan çamaşırcı. Ona, onun kimliğini aşan ve yeni bir kimlik inşa eden konumunda. İlk etapta ikisi de çıkar sağlıyor bu durumdan.
Eşek, yeni kimliğinin farkında değildir. Geceleri bir kaplana dönüştüğünü bilmez. Kaplanın tehlikesini de bilmez. Kimde nasıl bir etki yarattığını hele hiç bilmez. Bir korku sembolüne dönüşmüştür ve bu yol ona öğretilmiştir. Karnı doyduğu için herhangi bir şikayeti de yoktur. Çünkü maske değiştirmiştir.
Canetti, bu masaldan bahsederken eşeğin bu durumuna dair şu tespiti yapar: “Hikayenin esprisi iyice beslenmiş olan eşeğin kendini yalnız hissetmesidir”…
Böylece hikayedeki taşlar yerine yavaş yavaş oturur. Toz grisi gocuğa bürünmüş, maskelenmiş bir bünyeye aşık olmaktadır, kanmaktadır; daha doğrusu kanmak istemektedir hemen. Pusu kuran adam, yarattığı bu arzu imgeleminden bihaberdir. Çamaşırcının kaplan postu giydirerek yarattığı dehşetten bihaber olması gibi…
Hikayeye biraz daha yakından bakınca aslında güncel bir gerçekliğimizin de özeti olduğu görülebilir. Post değiştirip aramıza karışan siyasi erklerin kervanından en şiddetli hallerle geçiyoruz. Bir kere “post” değiştirmenin hayvanlara özgü bir şey olmadığını kabul etmekte fayda var. Hayvanlar doğal eğilimleri ve doğa ile olan ilişkileri gereği bunu yaparken, onunla yer yer yarışan insanoğlu için ise tam tersi. Bir çıkar, şiddet ve gerçeklikten kaçış dürtüsü belirdiğinde posta, maskeye ihtiyaç duyar. Zararsız diye dillendirdiği benliğini, insanların korkunç diye bellediği, korktuğu başka bir simgeye dönüştürür. Bu durumda eğer ortam gerekli ve yeterli araçlara sahip ise hayal edilen istek gerçekleşir.
Örneklerini gördük, görüyoruz. Bir cemaatin kendi yükünü ve arkasına sığındığı “ılımlı” hegemonya projesini taşıtmak, gideceği yere varmak için kullandığı bir sistemin, partinin nasıl post değiştirip; nelere büründüğünü her gün görüyoruz artık. Kaplan maskesi altında her an yıkımla hemhal ve bu diskurdan yaratmak istediği korku-panik, rıza imalatı ile karnını vahşice doyurmak istediğini biliyoruz. Öyle bir doyumsuzluk ki çuvallarla evden taşınıyor, kutulara sığamıyor. Şimdi bir işçinin yediği domates ve bibere göz dikmiş durumda. Ruhları çalarak ayakta kalıyorlar. Kendilerini başka biri, göstermek istedikleri gibi gösteriyorlar. Ellerindeki tüm fırsatları ve araçları kullanarak bunu yapıyorlar. Tarihte bazı evreler “avcılar” çıktı ve sıktı kurşunu. Durdurdu onları. Postlarını, ciddiyetsizliklerini ve en önemlisi maskelerini düşürdü. Ondan ötürü Fanon’cul ilk kurşun teorisi sıradan bir an değildir. Vahşete çağrının, ranta davetin ve ırkçılığa sirayetin olduğu her yerde sahiplenildi. Çünkü insan “iktidar” isteği ile Tanrı’nın kıyamet ve dehşet tehdidini çalmıştır diyor yazar! Her şey o iktidar uğrunadır. Ve girilmeyecek post, rol yoktur. Canları istediklerinde sana saldıracakları bir dişisin, bir işçisin, bir çocuksun. Bunu asla unutma…
Bugün bu “postun” bir dış ilişkiler politikası olarak İdlib’de nasıl göründüğünü ve hikayenin nasıl canlandığını görmek de ayrı bir durum. Masal tıpa tıp yerini buluyor.