Her geçen gün, içeride dışarıda, Türkiye’yi idare eden hükümet, derin krizlere sürükleniyor. Birkaç yıldır varlığı bilinen ama bir şekilde gizlenerek, palyatif çözümlerle geçiştirilerek yokmuş gibi gösterilen ekonomik kriz, artık krizin ötesinde bir yıkım olarak belirginleşmeye başladı. FETÖ ile girdikleri kirli ilişkinin vardırdırdığı sonuç, idari alanda da bir krizin ortaya çıkmasını sağladı. Bu krizi de FETÖ ile mücadele gerekçesiyle; olağanüstü hal rejimi ve devamında da olağanüstü halin kılıflarla olağanlastırıldığı bir hal ile saklamaya çalıştıkları artık gizlenemez şekilde herkesçe bilinmektedir.
Dış politikada özellikle Suriye’de sadece bir Kürt kazanımının olmaması üzerine kurulu siyasetleri de sona geldi. Devirmeye çalıştıkları rejimi ayakta tutan Rusya ve İran ile masaya oturup amaçlarını gerçekleştirme ucubesini ve çelişkisini ortaya koyacak kadar bir dış politika girdabında ne yaptığını bilmez şekilde savrulup durmaktalar.
Kendinden olmayan ve tam bir itaatle onlara bağlı olmayanlara karşı sergiledikleri saldırgan, buyurgan tavır, sudan gerekçelerle onları cezaevlerine tıkayan gayri hukuki ve anti demokratik işleyiş tüm dünya tarafından bilinen ve bu yüzden de itibarlarını zedeleyen bir aşamaya geldi. Hiçbir şekilde ciddiye alınmayan, güven vermeyen bu yönetim dünya ile kopmuş sadece birkaç Afrika ülkesi ile diplomatik ilişkiler kurmaya mahkum hale gelmiş bulunuyor. İçine girdiği kriz sarmalını “dış güçler” paranoyasına bağlayarak sıyrılmaya çalışan bu idari mekanizmanın hiç bir rasyonel çözüm üretecek mecali kalmamıştır. Rasyonel tüm çözüm ve çözüm önerilerine kapalı, hamaset ve düşmanlık üreten bir histeri ile davranmayı tek kurtuluş ve çıkış yolu olarak seçmiş bulunuyor. Bir süre öncesine kadar bu tutum sadece belli kesimlerin hayatlarını zorlaştırırken artık tüm kesimleri zora sokan ve herkesi bunalıma sürükleyen bir hal aldı. Düne kadar her şeye destek verenlerin yavaş ve küçük adımlarla, kısık seslerle itirazları, okun ucunun onlara da dediğinin işaretidir. Bu kısık sesli itirazımsı tepkiler en ufak bir kıvılcımla yüksek sesli ve üst perdeden itiraz ve karşı çıkışları doğurabilir. Böylesi gelişmelerin yakın bir gelecekte olması muhtemeldir.
Kriz sürdürülebilir bir süreç olmayı çoktan aştı. Baskı ve zor kullanılarak susturulan kitleler, çevreler artık susturulamaz hale geldi. 3. Havalimanı’ndaki emekçilerin ortaya koyduğu itiraz ve talepler bu şekilde okunmalı. Zamanlamasını manidar bulup saptırmaya çalışanların manidarlığını artık bu yönetim krizinin her alanda ortaya çıktığı şeklinde okuması belki de onlar için son bir şans da olabilirdi. Ancak yine kolayı seçip bu talep ve itirazları başka mahfillere bağlama çabasına girişmeleri korkularının tahmin edilenin çok üzerinde olduğunun göstergesi oldu. Yine rasyonel yaklaşım yerine paranoyak tavır ile yaklaşım sergilendi.
Faizlerin yüzde 24’lere çıktığı bir vasatta idarenin başındaki tek irade, sabrının sınırının olduğu tehdidiyle ekonominin genel geçer kurallarını yenebilecegini düşünecek kadar çaresiz ve şaşkın hale dönmüş bulunuyor. Faizin tutuklanması için yakında yargı mensuplarını göreve çağırsa şaşmamak gerek! Her şeyi baskı ve tehdit ile halledeceğini düşünen ve şimdiye kadar bu yöntemle bugüne gelen bu tek kişilik irade, pimi çekilmiş bir bomba gibi tehdidin bizzat kendisi olarak ortada duruyor. Kendi eliyle yarattığı krizi yine kendi eliyle derinleştirip yaygınlaştırdığından bihaber sadece yüksek sesle bağırarak çözüm üreteceğini zannediyor. Etrafında birikmiş bir yığın insan topluluğu da korkuya yenik düşmenin sonucu olarak naçarlığın nasıl bir zillete duçar ettiğinin tablosunu gözlerimizin önüne çıkarıyor.
Biraz izan ve vicdan ile bakmayı bilen herkesin bilebildiği şey, bu yolun çıkmaz sokak olduğu gerçeğidir. Ancak yitirilmiş izan ve vicdan, bu apaçık gerçeği görmeyi engelliyor ya da bu gerçeği dillendirmeye mani oluyor.
Her geçen günün bir önceki günü arattığı bir ülkede, gelecek, umut vadetmekten uzaklaşır. Umut, sadece geleceği karanlığa boğmaya ahdetmişlere karşı korkusuz ve bilinçli bir mücadeleyi ortaya koyanların gözlerinde ve yüreklerindedir. Bunu besleyenler ve büyütenler oldukça yarına daha güvenle bakmak mümkün olur. Bunları yitirdiğimiz oranda geleceği de kaybetmiş oluruz. Korkmanın, sinmenin ve yılmanın çare olmadığını bilen ve inananlar, güçbirliği yapıp yaygın bir direnç ortaya çıkarma mecburiyeti ile karşı karşıyadır. Tarih bu sorumluluğu sorumluluk bilincine sahip herkesin omuzlarına yüklemiştir. Ya gereği yapılıp onurlu bir hayat seçilecek ya da sorumluluk üstlenmekten kaçıp zelil bir hayat tercih edilecek. Artık orta bir yol ve üçüncü bir seçenek kalmamıştır.