Özgür Müftüoğlu
TÜİK, Mayıs ayında enflasyon oranını (Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE)) yıllık yüzde 73.5 olarak açıklarken, bağımsız araştırmacılar tarafından oluşturulan Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) açıklamasına göre ise bu oran yüzde 160.76 oldu. Aynı piyasada yapılan bu iki araştırmanın verileri arasındaki iki kattan büyük fark, daha önceki aylarda olduğu gibi yine kafaları karıştırdı. Aslında enflasyon oranını belirlemek karmaşık bir iş değil; günlük alışverişini yapan herkes satın aldığı ürünlerin fiyatını ve ödediği faturaların miktarındaki değişimi kolayca hesaplayabilir.
Örneğin geçen yıl 362 TL’ye dolan aracınızın deposu bugün 1.297 TL’ye doluyorsa mazotun fiyatı yüzde 258 artmıştır. 12 kg tüp gaz geçen yıl 127 TL iken, bugün 319 TL’ye alınıyorsa tüp gaz fiyatı yüzde 151.2 artmıştır. 7,5 TL’ye alınan toz şeker 25 TL’ye alınabiliyorsa fiyatı yüzde 233 artmıştır. 2 TL’ye aldığınız maydanoz 5,5 olduysa maydanoz fiyatı yüzde 175 zamlanmıştır. Ev sahibiniz kiranızı 1.200 TL’den 2.500TL’ye çıkarttıysa, kira gideri yüzde 108.3 artmıştır. Örnekleri çoğaltabiliriz… Enflasyon (TÜFE) hesabı yapan kurumlar, belirledikleri çeşitli ürünlerin (ürün sepeti) fiyat hareketlerini izler, bunların ortalamasını alır ve elde edilen rakamı açıklar. Bu basit işlem nasıl oluyor da hesabı yapana göre değişiyor hem de iki katını aşan bir farkla?
Bu sorunun yanıtı için önce şunu söyleyelim: Yukarıda fikir vermesi için örnek verdiğimiz birkaç ürünün ve bunlar dışındaki hemen tüm ürünlerin fiyatlarındaki gerçek değişime en yakın olan ENAG’ın verisi iken, TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranı çarşıdan, pazardan satın aldığımız ürünlerin artış oranlarının yanına bile yaklaşmamaktadır. TÜİK’in verilerinin gerçeklerden böylesine uzak olmasının “görece özerk bir kamu kurumu iken geçen yıl çıkarılan bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlanması”nın önemli etkisi vardır. Tamamen hükümetin emrinde bir kurum olarak TÜİK, gerçekleri yansıtmak yerine, artık sadece hükümetin taleplerini yerine getirmektedir. Dolayısıyla işsizlik, ekonomik büyüme gibi birçok verinin yanı sıra açıkladığı enflasyon rakamları da AKP hükümetinin başarısızlıklarını örtmeye yöneliktir.
Ancak TÜİK’in enflasyon verilerinin, açıklanan diğer verilerden önemli bir farkı vardır: Kamuda ve özel sektörde çalışanların ücretleri, TÜİK’in açıkladığı bu rakamlar esas alınarak belirlenmektedir. Bu nedenle TÜİK’in enflasyon verileri gerçekten ne kadar uzak olursa milyonlarca emekçinin, emeklinin ücretleri de gerçek fiyat artışlarının o ölçüde geri kalmasına neden olacaktır.
Örneğin geçen yılın sonunda asgari ücrete yüzde 50.5, kamu emekçilerine yüzde 30, memur emeklilerine yüzde 27.5, işçi emeklilerine ise yüzde 25.5 ücret artışı yapılmıştı. Hükümet yetkilileri, bu ücret artışlarının belirlenmesinde TÜİK’in 2021 yılında açıkladığı enflasyon oranı (TÜFE) dikkate alındığını söylemişlerdi. TÜİK 2021 yılında enflasyonu yüzde 36.08 olarak açıkladı. Buna göre sadece asgari ücret TÜİK’in açıkladığı “resmi” enflasyonun üzerinde belirlenmiş, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan asgari ücret artışını “İşçiyi emekçiyi enflasyona ezdirmedik” sözleriyle propaganda malzemesi yapmıştı. Bu arada memur ve emekli maaşları ise TÜİK’in verileri üzerinden bile enflasyona ezdirilmişti.
Hükümetin emir komutasındaki TÜİK, 2021 yılı enflasyon oranını yüzde 36.08 olarak açıklar ve AKP hükümeti de bunu dikkate alarak ücretleri belirlerken, ENAG’ın çarşı-pazardaki gerçeklere daha yakın verilerine göre enflasyon oranı yüzde 82.8 olarak tespit edilmişti. Bu bağlamda “İşçiyi emekçiyi enflasyona ezdirmedik” diye açıklanan asgari ücret daha işçinin eline geçmeden reel olarak erimiş, satın alma gücünü büyük ölçüde kaybetmişti (memur ve emekli ücretlerinin satın alma gücünün sözünü etmeye bile gerek yok).
Eriyen ücret tablosu
2022 başında emekçilerin, emeklilerin henüz eline geçmeden eriyen ücretler, tarihin en yüksek fiyat artışlarının yaşandığı 2022 yılının ilk beş ayında işçilerin, emekçilerin süratle yoksullaşması ve hatta barınma, gıda gibi yaşamlarını sürdürmek için gerekli pek çok ihtiyacı karşılamaktan yoksun kaldığı bir tabloyu karşımıza çıkardı. TÜİK verilerinde bile bu tabloyu net biçimde görmek mümkün: Örneğin TÜİK’e göre Mayıs ayında gıda fiyatları yıllık yüzde 91.6 oranında yükseldi (ENAG’a göre yüzde 127.9). Ücreti yüzde 25-30 artmış bir emekçi ya da emekli, geçen yıl satın alabildiği gıda ürünlerinin bu yıl ancak üçte birini satın alabilir duruma düştü. Elektrik, su gibi temel giderler için ödenen ücret de geçen yıla göre neredeyse üç kat arttı.
AKP hükümetinin tüm manipülasyonuna rağmen TÜİK verileri sadece açlığı, yoksulluğu ortaya sermekle kalmayıp, enflasyonun 1996’dan bu yana en yüksek düzeye çıktığını da gösteriyor. Ayrıca Türkiye’nin dünyada enflasyonun en yüksek olduğu altı ülke arasına girdiğini de ilan ediyor. ENAG’ın gerçeği daha fazla yansıtan verilerine göre ise vaziyet çok daha vahim: Türkiye’nin yakın tarihinde yüzde 160’a varan bir enflasyon oranı tespit edilmemiştir. Öte yandan ENAG verilerine göre Türkiye, dünyada enflasyonun en yüksek olduğu ülkeler içinde altıncı değil, dördüncü sırada bulunmaktadır.
Kısacası, AKP hükümetinin gerçekleri gizlemeye yönelik tüm çabasına rağmen Türkiye ekonomisi tarihinin en kötü döneminden geçmektedir. Bu kötülük hali toplumun tümünün olumsuz etkilendiği bir durum değildir. Tam tersine toplumun çok geniş kesiminin açlıkla karşı karşıya karacak ölçüde yoksullaşması/yoksunlaşmasına karşın küçük bir azınlığın olağanüstü zenginleştiği ve bu eşitsizliğin de siyasi iktidar eliyle bilinçli bir biçimde gerçekleştirildiği bir ortam söz konusudur.
Yurt İçi Üretici Fiyatları Endeksi’nin (Y-ÜFE) TÜİK’in verilerine göre bile Mayıs’ta yıllık yüzde 132’yi bulması ve TL’nin değer kaybının sürdüğü de dikkate alındığında gerçek enflasyonun önümüzdeki aylarda -hiper enflasyon olarak da tanımlanan- yüzde 200’lere seviyesine ulaşması sürpriz olmayacaktır. Ancak enflasyonu, emek başta olmak üzere toplumun sahibi olduğu kaynakları değersizleştirerek bir avuç sermayedarın ve yandaşın bunlara “el koymasının” fırsatı olarak gören hükümet, ekonomik çöküşü yavaşlatacak ya da engelleyecek hiçbir girişimde bulunmadığı gibi “yangına körükle giderek” çöküşün toplumsal tahribatını daha da ağırlaştırmaktadır.
Başta emekçiler olmak üzere toplumun sermaye dışı kesimlerinin, enflasyon vasıtasıyla sahibi olduğu varlıklara/değerlere bir avuç sermayedar ve iktidar yanlısı tarafından el konulmasının -moda tabirle çökülmesinin- engelleyebilmesi bu soygun düzenine karşı göstereceği dirence bağlıdır. Bu direnci gösterebilmek örgütlü bir mücadeleyi gerektirir. Toplumun örgütlü bir mücadeleyle demokrasiyi, hukukun esas olduğu bir düzeni tesis etmesi halinde pek çok hak ihlali gibi sermayenin toplumsal varlıklara “çökmesi”nin aracı olan enflasyon da engellenebilir.