İlk günlerdeki şiddeti ile olmasa da halen devam eden Ukrayna savaşı, dünya dengelerini alt üste etmeye yeter mi bilinmez, ama kesin olan çatışmaların düzeyinin ve şeklinin başka bir evreye ulaşmış olması
Mehmet Emin Mutlu
Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde dünyaya tahakküm etmek veya ekonomik askeri çıkarlarını bütün dünyaya hakim kılmak isteyen temel güçler var. Her ne kadar birinci ve ikinci dünya savaşları sürecinde olduğu gibi bu güçleri karşıt bloklar içerisinde konumlanmış bir şekilde göremesek de, bu çıkar savaşının başat güçleri var. Özellikle NATO’nun başını çektiği Amerika ve Batılı güçler hem teker teker hem de bir bütün olarak bu süreçte başat güç olma emelleri ile hareket ediyor, hakeza Sovyet mirasçısı Rusya Federasyonu ve Çin bazen birlikte, daha fazla tek tek en azından dünyaya sözünü geçirmek istiyor. Bunun yanında Kuzey Kore, İran, Güney Amerika ülkeleri, yer yer Arap Birliği kendine özgü bölgesel hakimiyetleri ile bu dengeye oturmak istiyor. Yer yer bu güçler arasında askeri, siyasi ve ekonomik anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaşansa da genel olarak bu denge üzerine bahsi geçen yeni dünya sistemi kurulmuş bulunuyor.
Dengeler değişiyor
Böylesi bir dönemde Ukrayna savaşı gündeme girdi. Bu savaş mevcut dengeleri bozacak mıydı, yoksa sistemde bir balans ayarı mı yapılıyordu? Özellikle Sovyetler’in dağılmasından sonra bahsettiğimiz dengede anlaşmazlıklar ve çatışmalar bu düzeye varmamıştı, ki bahsettiğimiz anlaşmazlık ve çatışmalar genelde vekalet savaşı olarak Ortadoğu’da gerçekleşiyordu. Ukrayna, yeni bir durumu ifade ediyor. NATO gidişatın aksine Rusya’nın güvenlik hassasiyetlerini göz ardı etti, hatta bu yarayı kaşıdı. Rusya da Ukrayna’ya müdahale ile beklenmeyeni yaptı.
İlk günlerdeki şiddeti ile olmasa da halen devam eden Ukrayna savaşı, dünya dengelerini alt üste etmeye yeter mi bilinmez, ama kesin olan çatışmaların düzeyinin ve şeklinin başka bir evreye ulaşmış olması. Şüphesiz sözü geçen güçlerin çoğu bu yeni durum ile birlikte yeniden politik ve askeri pozisyonlar almaya başladı. Özellikle şimdiye kadar tam olarak NATO’nun hakimiyeti altına girmeyen dünyada liberal bir demokrasi profili çizmeye çalışan bazı Avrupa ülkeleri kendisini NATO’nun kapısında buldu. Hakeza Ortadoğu’da bazı Arap ülkeleri, Çin gibi ekonomik hegemonya olma davası güden bir güç ile daha sıkı ilişkiler geliştirmeye başladı. Yine Ortadoğu’da temel bir güç olan İran, askeri ağırlığını batıya kaydıran Rusya’nın özellikle Suriye’de yerini doldurmaya başladı.
Türkiye’nin konumu
NATO’nun bir üyesi olmasına rağmen tüccar siyaseti yürüten Türkiye’nin, bu süreçteki konumu zaten ayrıca ela alınmalı. Türkiye, NATO’nun resmi bir üyesi olmasına rağmen, aynı ittifak içerisinde olan birçok güçle yaşadığı sorunlar, kurulan dünya dengesinde farklı güçler ile ilişkilenme avantajını kazanması, en önemlisi de Osmanlı sınırlarını yeniden tahakküm altına alma hırsı, NATO çıkarlarını baltaladı ve Türkiye’yi yer yer NATO ile karşı karşıya getirdi. Şüphesiz gerektiğinde haddini de bildi. Özellikle Ukrayna savaşı ile Rusya karşısında NATO’nun ön karakolu olma stratejik konumuna sahip olduğu için, bu durumunu daha fazla pazara sürdü. Mevcut durumda temel hedefi olan Misaki Milli ve eski Osmanlı sınırlarına ulaşma hayali önünde Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni engel olarak görmekte ve elindeki bütün kozlarını, bütün güçleri Özgürlük Hareketi’ne karşı yürüttüğü savaşta sınırsız destek vermeleri için kullanmakta.
Kürtlerin konumu
Peki bu dünya dengesinde Kürtlerin, Kürdistan’ın konumu neydi? Şüphesiz hiç kimse böyle bir aktörün hesabını yapmamıştı. Bırakalım dengede yer almasına bir azınlık olarak bile ele alınmamıştı, hatta varlık olarak kabul edilmemişti. Her ne kadar 20. yy’ın son çeyreğinde Ortadoğu’da Arap ülkelerine karşı İsrail’in korunması, yine yer yer ‘haddini’ aşan bazı Arap ülkelerinin dizginlenmesi amacı ile yarı aşiret yarı milliyetçi İsrail patentli bir Kürdistan’dan bahsedilmeye başlanmış olsa da varlığı ve rolü bu kadardı, bunun da ne zaman bir bölge gücünün çıkarına kurban edileceğini kestiremiyoruz.
Yine 1980’li yıllarda aktifleşmeye başlayan Kürt Özgürlük Hareketi, devrimci bir perspektif ile Kürdistan’ı dünya siyasetine dahil edecekti, hem de bu dengelere ve Ortadoğu’daki çıkarlarına çomak sokarak. Bunun için hareket ilk oluşum aşamasındayken Almanya gibi bazı devletler görevlendirilerek ve Türkiye’ye sonsuz destek verilerek bu sayfa kapatılmak istenmişti. Ama Berlin’deki hesap Botan’da tutmuyordu. Özgürlük Hareketi, her geçen gün Kürdistan’daki örgütlülüğünü ve bölgedeki etkinliğini artırarak en azından Ortadoğu’da bu dünya dengesine devrimci müdahaleler yapmayı başardı. Özellikle 90’lı yıllardan sonra en azından Türkiye, İran, Iraq ve Suriye’de siyasi ve askeri olarak özgürlük hareketinin hesabı yapılmak zorundaydı. Yine Ortadoğu’ya yapılacak her müdahalede özellikle hegemon güçler tarafından bu hareket dikkate alınmalıydı. Ki bütün dikkate almalar veya hesaplamalar da tasfiye etme üzerine kurguluydu. Bunun içindir ki Ortadoğu’da başlatılacak olan Üçüncü Dünya Savaşı’nın stardı hareketin Önderliği şahsında gerçekleştirilen komplo ile başladı.
Rojava zirvesi
Tabii ki komplolar, saldırılar, tasfiye planlamaları, NATO destekli Türkiye’nin sınır içi ve sınır dışı operasyonlarının hepsi boşa çıktı. Kuzey Kürdistan’da demokratik özgür Kürt iradesi ortaya çıktı, Türkiye’de ana siyaseti belirler konuma gelindi. Güney Kürdistan’ın tartışmasız temel savunma gücü ve garantisi konumuna geldi. Doğu Kürdistan’da belli bir örgütlenmeye ve halk kitlesine hitap etmeye başladı. Rojava Devrimi ise bu sürecin zirvesini ifade etti. Özellikle Rojava ile başlayıp Kuzey ve Doğu Suriye’ye yayılan ve bütün Suriye’yi demokratik bir sisteme zorlayan bir zirveyi yaşadı. Tam da bu dönemde DAİŞ gibi Ortadoğu’nun ve bütün insanlığın korkulu rüyası haline gelmiş bir karanlık örgüte karşı direnmeyi ve bu örgütün yeryüzündeki hakimiyetini sonlandırmayı başardı. Yüzbinlerce sayısı ve en ileri teknik donanımı ile hiçbir ülkenin ordusu bu güce karşı direnemez iken Özgürlük Hareketi devrimci müdahalesi ile insanlığın onurunu korudu. Buna paralel olarak Rojava şahsında Özgürlük Hareketi, dünya devrimcilerinin kıblesi durumuna geldi. Şüphesiz sadece Rojava’da değil, Güney Kürdistan ve Iraq’ın birçok bölgesinde bu karanlık güce darbeler vurup yenilgiye uğrattı.
Bu konuda Kobani direnişi bir mihenk taşı görevi görüyor. Bütün dünya Kobani’de direnen iradenin ancak bu karanlık gücü yenilgiye uğratacağını anladı ve bu temelde Kobani’ye destek verdi. Şüphesiz orada bu direnişi sergileyenin Özgürlük Hareketi’nin iradesi olduğu da çok iyi biliniyordu. Bunun da ötesinde herkes Ortadoğu’nun geleceğinde bu hareketin belirleyici olacağını anladı ve en azından taktiksel de olsa buna göre yaklaşmaları gerektiğini anladı. Bu temelde Kürtler, Özgürlük Hareketi şahsında dünya dengesinde devrimci bir şekilde yer edindi, herkes bunu kabullenmek zorunda kaldı.
Üçüncü çizgi
Bu devrimci duruşun dünya dengesine yaklaşımı ise üçüncü çizgi temelindeydi. Yani bu dünya dengesini görmezden gelemezdi, aynı zamanda hiçbir gücün veya tarafın etkisi altına da girmemeliydi. Tekrar vurgulamak gerekir ki Kobani’de Özgürlük Hareketi bir gücün tarafı olduğu için değil, kendi askeri, siyasi ve toplumsal duruşunu kabul ettirdiği ve hiç kimsenin artık bu durumu görmezden gelemeyeceği gerçeği ortaya çıktığı için taraflar destek verdiler. Özellikle Suriye’de ne Batılı güçlerin kontrolünde bazı bölge güçlerinin de destek verdiği çoğunluğu bugün çeteleşen muhalif gruplara taraf olunabilirdi, ne de özellikle Rusya ve İran’ın ayakta tutmaya çalıştığı Suriye rejiminin tarafı olunabilirdi. İki durumda da dünya dengelerinin vekalet savaşını yürütecek bir güç veya hareket olmaktan öteye gidilemezdi. Sonuç olarak kendi devrimci duruşunu herkese kabul ettirdi.
Bu durum özellikle Ortadoğu’da demokratik ulus perspektifi ile yeni bir dengeyi yaratacaktı, yani en azından dünya dengesinin Ortadoğu ayağı bir tehlike ile karşı karşıyaydı. Onun için bu taktiksel destek de uzun sürmeyecekti, eğer Özgürlük Hareketi tasfiye edilemiyorsa en azından zayıflatılmalıydı. Bu durumda da Türkiye tekrardan devreye konulacaktı. Şüphesiz Türkiye ve dünya dengesinin Ortadoğu çıkarları her zaman vardı ve Özgürlük Hareketi’ne karşı planlamalarını da hiçbir şekilde ortadan kaldırmamışlardı. Ama bu konuda üçüncü çizginin bazı yol kazaları oldu. Dünya dengesine girilmişti, bu kabul ettirilmişti, ama asıl tehlike bundan sonra başlıyordu. Bu durum kurt ile dans etme gibi bir tabire denk geliyordu. Bu zamana kadar karşıt güçler ile direkt cepheden savaşılıyordu, ama karşıt tarafın cephesi içerisinde ona karşı savaşmanın başka bir anlamı ve yöntemi olacaktı. Temel yönelim üçüncü çizgiyi yumuşatıp başka bir çizgiye yakınlaştırmaktı, bu şekilde rehavete koymak ve gerektiğinde Türkiye gibi bazı unsurlar ile terbiye etmekti. Aynı şekilde bu durum bir çizgiye yakınlaşırken başka bir çizgiyle karşıtlaşma anlamına geliyordu. Yani bir çizgi seni yedeğine almaya çalışırken diğer bir çizgi ise direk hedefe alacaktı. Bu denklem de devrimci kazanımlarda bazı kayıpların yaşanmasına sebep oldu, bu yanlış politikalar da Efrîn işgaline giden yolu açmış oldu. Efrîn, bu dünya dengesinde kurulan bir plan ile Türkiye’nin işgaline sunuldu, Türkiye tek başına başaramayınca da her türlü destek verildi. Tabi ki ardından gelen Serêkaniyê ve Girê Spî de Efrîn ile verilen işgal startının devamı niteliğindeydi.
Yine Ukrayna savaşı ile birlikte başlayan sürece dönersek, bu dönemde Türkiye hem NATO içindeki güçlere hem de Rusya’ya karşı birçok kozunu masaya koydu. Şüphesiz bütün pazarlıklarında da Kürtler vardı ve bugün istediğini aldığı ve Kuzey Suriye’ye yeni bir saldırı başlatacağını iddia ediyor. Buna paralel olarak Rusya Dışişleri Bakanı’nın “Suriye’de hiçbir askeri görevimiz kalmadı” gibisinden söylemi (ki Rusya’nın sadece bölgedeki çıkarları bile gözetildiğinde mümkün değil) basına yansıtıldı. Hatta havuz medyası ve etkisi altında kalan bazı çevreler Tv’lerde haritalar ile adeta birçok bölgeyi işgal etmeye başladı.
Kaybettiği yerde arama
Şüphesiz Kuzey Suriye’ye dönük saldırı tehditleri var ve gerçekleşebilir de, zaten mevcut durumda 17 Nisan’dan bu yana Güney Kürdistan’a dönük saldırı var. Ama biraz da duruma karşı taraftan bakmak gerekiyor. Birincisi nasıl ki Ukrayna savaşı ile birlikte bütün güçler durumlarını yeniden gözden geçirip pozisyon aldıysa, Özgürlük Hareketi de bu durumu gözden geçirip bazı sonuçları açığa çıkardı ve buna göre bir tavır sahibi oldu. İkincisi, özellikle Kuzey ve Doğu Suriye siyasi, askeri ve toplumsal güçleri Efrîn’den sonra büyük bir yoğunlaşma ve tartışma içerisinde, özellikle Serêkaniyê işgali ile her şey daha net bir şekilde ortaya çıktı ve buna göre bir yaklaşım ortaya çıktı. Bu anlamda nerede yanlış politikaya girildiği, ya da nerede kaybedildiği konusu gündeme geldi. Şimdiki arayışları, ‘kaybettiği yerde arama’ olarak tanımlayabiliriz. Özellikle dünya dengeleri içerisinde devrimci duruşun veya üçüncü çizginin korunarak bir varlık gösterilebilineceği konusu çok aleni bir hale geldi.
Bütün bu tartışma, yoğunlaşma, planlama ve hazırlıklardan şöyle bir sonuç çıkıyor, Kuzey ve Doğu Suriye’nin yönü Efrîn’e dönüktür. Burada Efrîn, aynı zamanda Suriye’de işgal edilen bütün bölgelerin sembolü oluyor. Zaten Ukrayna savaşına paralel olarak Efrîn’de HRE’nin etkinliği, Efrîn halkının 4 yıl boyunca Şehba’daki kamplarda her türlü zorluğa göğüs gererek özgürlükte ısrar etmeleri, bütün Kuzey ve Doğu Suriye’nin, hatta bütün Suriye’nin gündemine girmiş bulunuyor. Sonuç olarak bunu net bir şekilde görebiliyoruz, Efrîn gençleri, Suriyeli Kürt ve Arap gençler küçük bir kıvılcımı bekliyor.