Mizgîn Aksu*
Dost ve düşman üzerinden hareket eden devlet aklı, düşman olarak tanımladığı kişinin/örgütün/toplumun/kültürün çerçevesini genişçe çizmeyi sever. Çünkü bu alan ona şiddet, hoyratlık, meşruluk ve erkekliğin zeminini verir. Hukuk burada yeniden düzenlenir, politika yeniden tanımlanır, kültür yeniden şekillendirilir, kısacası devlet için “istenmeyen” ne varsa orası tekrar inşa edilir. Şayet düşman olarak görünen direnmez ve sisteme eklemlenirse ne ala.
Ya kabul etmez direnç geliştirirse, o zaman işler değişir. Direnç karşısında sarsılan devlet için tehlike arz eden bir “varlıksındır” ve her türlü ceza, yaptırım haktır! Bu, kötülüğün toplamı ve her türlü aygıtıyla bu kötülüğü topluma yayan devletin öyle üstesinden gelebileceği bir sarsılma da değildir. Çünkü yüzyıllarca onu var eden, tüm varlığını onun üzerine şekillendirdiği siyasetinin ihlali söz konusudur. Şekillendirdiği, emek verdiği, ulusal zehrine tâbi kıldığı bireyin ondan kopuşudur. İhlal edilen kendi meşruluğu, sarsılan kendi zemini olduğu için tüm ideolojik güçlerini seferber eder ihlalin olduğu bağlama.
Müzakere sürecinin toplumda yarattığı “barış” gündemi, bu gündeminin daha geniş kesimlerce konuşulması, (konuşulmasa bile dinlemeye ve anlamaya dönük niyetin varlığı) Gezi süreci, 7 Haziran 2015’ten sonra ise meclisteki temsiliyetin ve ortak iradenin ‘çoğalması’ vb. Tüm bu süreçlerin toplamı, toplumda ‘ötekinin’ kendi sesinden sözünü kurabilmesine, ‘ötekinin’ yıkıcı deneyimlerini anlama üzerinden bir iklim de doğmuştu. Sonrası ise tufan…. Devletin/İktidarın; toplumun kısmen de olsa kolektifleşen ruhunu, reflekslerini “terbiye etmek”, cezalandırmak için zemininin sarsıldığı alanlara dönük hızlıca ve sert müdahalelere yöneldi. Özellikle son yıllarda, başta Kürtler olmak üzere ezilen halklarla dayanışma içinde olan egemen ırka ait kişilere yönelim ve ceza pratiklerinde sıkça deneyimliyoruz ve bu bir tesadüf değil.
Hepimizin her gün yaşadığı onlarca hak ihlali, eşitsizlik, her alandan yükselen adalet talebi varken, bunca yoksunluk / yoksulluk ve savaş gerçekliği içindeyken, ötekilerin birlikte ses çıkarması, birlikte mücadele etmesi ve dayanışma içinde olmamız gerçeği ile yüz yüzeyiz.
Tam da bu konuda, bir örnek üzerinden günceldeki Ezgi Mola meselesine gelmek istiyorum.
Hatırlanacağı üzere İpek Er (18), 7 Temmuz 2020’de Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı’na müracaat ederek, Musa Orhan’ın kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu beyan etmiş, bunun üzerine soruşturma başlatılmıştı. İpek yaşadıklarından dolayı 16 Temmuz’da intihar girişiminde bulunuyor, tedavi gördüğü hastanede 34 gün direnebiliyor ve 18 Ağustos’ta maalesef yaşamını yitiriyor. İpek’in ölümünün ardından gözaltına alınan Orhan, 19 Temmuz’da tutuklanmış, avukatının itirazı üzerine tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.
Tam da bu serbest bırakılma hali üzerinden kadın hareketlerinin öncülüğünde başlayan kampanya ve itirazlar çokça ses getirmiş, her kesimden insanın tepkisine sebep olmuştu, olması gereken şekilde.
Ezgi Mola da 20 Ağustos 2020’de Twitter üzerinden, “Tecavüzcü şerefsizi dışarı salan vicdanınızda boğulun. Artık yasa, dua, dilek, istek, rica, umut her şeyi elimizden aldınız ya!! Ne diyim! Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!!! #MusaOrhanTutuklansin” diye yazmış, Orhan’ın avukatı, Ezgi Mola’nın paylaşımı ile ilgili “sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret” suçundan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştu.
Bu durum sürerken, Musa Orhan’a, yargılandığı Siirt 1. Ağır Ceza Mahkemesince, nitelikli cinsel saldırı suçundan 10 yıl hapis cezası verildi.
Geçtiğimiz hafta, Ankara 31. Asliye Ceza Mahkemesinde “basit yargılama” usulüyle görülen davada, Mola’ya 6 bin 900 lira para cezası verildi. Mahkeme çıkışında Mola’nın tepkisi tek kelime ile oldu: “Şaşırdık mı?”
Şüphesiz devlet ve onun kolluk güçlerine verdiği destek açısından düşündüğümüzde, “şaşıracak” bir şey yok. Ezgi Mola şaşırmadı, biz kadınlar şaşırmadık…
Bu durumu başka bir açıdan da tartışmamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Ezgi Mola’nın destek verdiği ilk kadın İpek Er değildir. Birçok kadın cinayeti, cinsel suç davasında tanınan bir yüz ve her şeyden önce bir birey olarak karşı gelmiş, destek vermiş, söz kurmuştur.
İpek Er bir Kürt olmasa, başka bir bölgede görülen bir dava olsa aynı twite devletin tepkisi yine bu kadar kindar, sert olur muydu? Orhan, açıkça ceza almış biridir ve İpek’i intihara sürüklediği süreç ortadadır. Mola da sadece katile katil demiştir.
Fakat dava özellikle Mola üzerinden başka bir linçe kaydırıldı. Soruşturma açılmasına izin verildi, Mola mahkemeye çağrıldı ve devlet ona orada “beni tanı” dedi. Özcesi sen bizdensin, neden karışıyorsun bir uzman çavuş davasına demiştir. Bu dava ve nihai olarak verilen “sembolik bir cezanın” da taşıdığı mesaj budur. Altını çizmekte fayda olan bir diğer mesaj da kadın dayanışmasına karşıdır. Kürtlerle, Çerkeslerle, Araplarla vs. dayanışma içinde olmayın deniyor özellikle.
Son 7 yılda, Kürtler ve Türkler demokratik taleplerin hangisine yaklaştıkça bunun Türk tarafına yaklaşımı başka bir kulvarda başka bir cezalandırma mekanizması üzerinden karşılığı olmuştur. Kürt’ün varlığını inkâr ederken, kimliğini ve taleplerini ret ederken, Türk’e de Kürt’e dokunma, Kürt ile dayanışma, Kürt ile birlikte mücadele etme “yoksa sen de yanarsın” deniyor.
Mola’ya verilen ceza sembolik olarak, erkek devlet şiddeti tarafından katledilen Kürt bir kadın olan İpek Er ile dayanışma içinde olmanın bedeli ödetiliyor. Mola’ya verilen bu ceza onunla birlikte aynı duyguda olan, aynı hassasiyetleri taşıyan, katile katil deme cesareti gösteren diğer kadınlara da devletin bir mesajı “sen de yanarsın!”
Erkek devlet şiddetinden güç alan Musa Orhan bir kadını intihara sürükleyerek katlederken, erkek devlet katledilen kadının hakkını savunduğu için başka bir kadına bedel ödetmeye çalışıyor. Devletin Kürtler ile dayanışma sen de yanarsın tehdidine karşı, dayanışma içerisinde olmak ve failin adını birlikte haykırma cesareti göstermek gerekiyor. Devleti zemininden sarsan da tam da bu dayanışma ve birlikte mücadele etmenin kendisidir.
Bu hakikatin ışığında, daha fazla mücadele, daha fazla dayanışma ve daha fazla söyleyebilme cesareti dileğiyle…
HDK Kadın Meclisi