Veysi Sarısözen
Gazetemiz de içinde özgür basın rejimin ağır baskısı altında. Bunu bildiğim için de Avrupalardan yazdığım yazılarda bilgisayarıma bir fren mekanizması koydum. O nedenle de “ağzından çıkanı kulağın duysun” yerine, “klavyenden çıkanı gözün iyi görsün” düsturunu kılavuz edindim.
Mesela bu yazıya başlarken, Erdoğan’ın NATO’dan istekleri için tam “yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” diyecektim ki, aklıma bir kadın gazetecinin yazısında kullandığı bir ata-ana sözünün “hakaret” sayıldığı geliverdi. “Yavuz hırsız” sözcüğünü bal gibi “Erdoğan’a hırsız dedi” diyerek yamultup, gazetemize bir şeyler yaparlar diye düşündüm. Bu nedenle Erdoğan’a “Yavuz hırsız” demekten vazgeçtim. Gün olur demokrasi memokrasi gibi bir şey gelirse, “ifade özgürlüğümü” kullanarak, Erdoğan’ın Finlandiya ve İsveç hakkında NATO nezdinde yaptığı “şikayetler” için “yavuz hırsız bir ara NATO krizi sırasında ev sahibini bastırmaya kalkmıştı” diye yazacağıma dair okurlarıma söz vermek isterim.
Şimdi Akşam gazetesinin internet sitesinden Erdoğan’ın sarfettiği sözleri birlikte okuyalım:
“Bu terör örgütlerinin bütün belgeleri, bilgileri bizde olduğuna göre ve bunun mağduru da biz olduğumuza göre NATO’ya böyle bir terör örgütünün alınmasına evet diyemeyiz.”
Cümle bir hayli problemli. Cumhurbaşkanı “terör örgütleri hakkında belge, bilgi” sahibi olduğunu söylüyor. Kendisinde olduğunu söylediği bu “belge ve bilgilere” dayanarak da PKK’nin yanısıra YPG’nin de “terör listesine” alınmasını istiyor. Bildiğiniz gibi, neredeyse bütün dünya 1915 “Ermeni tehcirinin” soykırım suçu olduğunu kabul etmişken, Erdoğan “elimizdeki belge ve bilgiler bunun soykırım olmadığını ispat ediyor” dediği halde, dünya devletleri “senin belge ve bilgilerin uyduruktur” diyor. Yine öyle derler. Ardından da, özellikle NATO, Türk devletinin DAİŞ’le olan münasebeti hakkında “belge ve bilgileri” orta yere serdiğinde bizimkiler madara olur.
Bunu geçelim.
Cümlenin içinde hayret uyandırıcı bir şey var. Meğer Erdoğan NATO’ya “mağdur” sıfatıyla müracaat etmiş. Terörden “mağdurmuş.” Vah vah.
“Mağdur” kime denir? Türk Dil Kurumu’na başvuralım: “Mağdur kelimesi; herhangi bir durum karşısında haksızlığa uğrayarak hakkını savunamamış, başkaları tarafından zulüm görmüş, hakkı elinden alınmış insanları ifade eden bir kavram olarak belirtilmektedir.”
Demek oluyor ki, Erdoğan NATO’ya PKK ve YPG “beni mağdur ediyorlar, beni haksızlığa uğratıyorlar, ben ise hakkımı savunamıyorum, bunlar bana zulüm ediyor, hakkımı elimden alıyor” diyerek başvurmuş. Gördüğünüz gibi, Erdoğan “mağdur” olduğu halde NATO’nun kendisine “sahip çıkmadığını”, hatta “kendisini mağdur edenlere yardım ettiğini” ve eğer İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya alacaklarsa, PKK ve YPG’ye yaptıkları yardımı kesmeleri gerektiğini, Türkiye’ye silah, tank, uçak (ve ötesini yazının sonunda dile getireceklerimi) vermelerini istiyor.
Hazret NATO’nun kapısında “mağdur”, Kürdün karşısında “mağrur.” Pes yani.
NATO Kürd’e karşı Türk devletine yardım etmemişmiş, öyle mi? Anlatayım:
Evren ve hempaları NATO’nun emriyle darbe yapmasaydı, hiç kimse Apocuları Diyarbakır zindanına atamazdı. Orada can verenler, Evren cuntasına NATO’nun verdiği destek sayesinde katledildiler.
Başka?
NATO’nun Türk devletine en büyük destek ve yardımı Abdullah Öcalan’a karşı tertip edilen “uluslararası komplo” değil mi? Eğer NATO’nun bu “yardım ve desteği” olmasaydı, şimdi Öcalan örgütünün başında olacaktı. Gerçek “çözüm süreci” işte o zaman başlayacaktı. Bunun ne anlama geldiğini iyi bilmek gerekir; Öcalan daha DAİŞ ilk adımını attığı gün, yalnız Türkiye’de “Kürt-Türk ittifakını” gerçekleştirmekle kalmayacaktı, Suriye’de Kürt-Arap ittifakını kurarak, Suriye iç savaşının, dolayısı ile “Üçüncü Dünya Savaşı’nın” önüne geçecekti. Geçince de Erdoğan rejimi Suriye-Rojava topraklarını ilhak ve Irak topraklarını Kerkük hedefiyle işgal cür’etini de gösteremeyecekti. “Mağdur Erdoğan’a” NATO’nun bu en büyük ve stratejik destek ve yardımı az gelmiş. Fazlasını istiyor. (“Gözünü toprak doyursun” diyecektim, yine vazgeçtim.)
Ve “mağdur Erdoğan” şu anda Zap-Avaşin savaşında NATO uçaklarını, silahlarını ve NATO’ya bağlı orduyu kullanıyor. SİHA’ları NATO teknolojisi olmasa kâğıt uçurtmaktan farklı olmazdı. Kuzey Kürdistan dağlarını bombalayabiliyor ve buralarda üsler kurabiliyorsa, bu NATO’nun izni sayesindedir. “Mağdur Erdoğan”, eğer ABD ve NATO kontrol ettiği Kuzey Kürdistan hava sahasını tek bir emirle kapatsaydı, o semalarda değil F-16 ve SİHA’ları, karga bile uçurtamazdı.
Çok özür dilerim, turpun büyüğünü torbada unuttum. Eğer NATO’nun “Büyük Ortadoğu’da ılımlı İslam” planları olmasaydı, henüz yasaklıyken Amerika’da ayağının altına kırmızı halı serilip, “Irak’a bizimle gir, başkan değil, sultan ol” denmeseydi, o da “emriniz olur” demeseydi, bizimki değil Cumhurbaşkanı, “muhtar” bile olamazdı.
Mağdurmuş.
Hoca Nasreddin yaşasaydı, “biraz da biz mağdur olalım” derdi.