Haftaya damgasını vuran olay havaalanı inşaatında çalışan işçilerin gerçekleştirdiği, çıkış arayan herkese umut olurken patronlar için kaygılı günlerin başlamasına yol açan büyük direniş oldu. Kötü çalışma koşullarını, sağlıksız beslenme, barınma sorunlarını, yaşanan işçi cinayetlerini dile getiren ve çözüm isteyen işçilerin eylemi, devletin sert müdahalesi ile karşılaştı. Gece yarısı barakalara yapılan baskınla 400 civarında işçi gözaltına alındı. Şantiyede jandarmanın denetimi ve dışarıdan getirilen yeni işçilerin katılımı ile iş yeniden başlamış görünse de, işçileri harekete geçiren tüm sebepler varlığını olduğu gibi koruduğu için hem gerilim devam etmekte hem de yeni eylemlerin tohumları ekilmeye devam edilmektedir.
Devlet saldırısının altında, Saray açısından havaalanına biçilen rolün önemi büyüktür. Devleti yukarıdan aşağıya yeniden yapılandırma işine girişmiş bulunan Saray aynı zamanda topluma yeni bir kimlik giydirme çabası içerisine de girişmiştir. Nasıl ki Kemalistler Çanakkale’den başlayan İnönü ve Sakarya savaşları ile devam eden kahramanlık destanları üzerinden yeni bir toplum inşa ettilerse, Saray da 16 Temmuz gibi kahramanlık destanları, Kut’ül Amare ve Malazgirt vurguları ile böylesi bir çaba içine girmiş görünüyor. Benzer şekilde Saray, nerdeyse kendisiyle başlayan yeni bir tarih yazma derdine de girişmiş bulunuyor. Havaalanı açılışını 29 Ekim’e denk getirme çabası devletin kuruluş tarihine bir sembolle damga vurma çabası olarak da okunmalıdır.
Eylemin ardından direnişi karalamayı hedefleyen, iktidara karşı bir komplo olarak algılayan bir dizi açıklama ve yazı kaleme alındı. İçeriğini ciddiye almamak gerekmekle birlikte, bu yazı ve açıklamalar iktidarın kendini aklama derdine düştüğü gerçeğini ortaya çıkarmış bulunuyor. Kendisini halkın nezdinde sınıflar üstü bir kimlik olarak sunan iktidar, işçi direnişini hedef alan bu saldırısıyla işçilerin karşısında patronun devleti olduğu gerçeğini göstermek durumunda kalmıştır. İktidarın hareket alanı daralmaktadır.
Ağır bir ekonomik krizin başlangıcında tüm faturanın halka yıkıldığı ve bu yıkımın yavaş yavaş sokakta hissedilmeye başladığı bir süreçte, direniş bir yandan bundan sonra olacakları işaret ederken diğer yandan yapılması gerekenlere de parmak basmıştır. İnşaat işçileri kriz ortamında toplu işten çıkarmalarla karşılaşacak, işçi sınıfı, enflasyon ve zam baskısı altında ezilen yoksullar için yapılması gerekenleri sınıfa, sendikalara ve tüm topluma hatırlatmıştır. Geleceğe umutla bakmak için önemli bir zemin ortaya çıkmış bulunuyor. Bilinmelidir ki bundan sonra yaşanacak olan budur. İşçiler fabrikaların önüne her gittiklerinde polis zorunu karşısında bulacak ve devletle karşı karşıya gelecektir. Bu karşı karşıya gelişi derinleştirmek sosyalist solun yeterliliklerini ve yeteneklerini sınamak açısından önemli bir sınav olacaktır.
Sosyalistler ilk günden itibaren destek için koşmuşlar, ikinci gün doğrudan polis şiddeti ile karşılaşmak pahasına desteği eksiltmemişler; böylece iyi bir sınav vermişlerdir. Ancak bu koşuşturma ve ortaya konulan potansiyelin yeterli olmadığı kabul edilmelidir. İşçilerin beklentisi herhalde şantiyede kendi yaptıkları eylemin, dışarıda basın açıklamalarıyla desteklenmesi değildir. İşçiler ses getirecek bir direnişi ortaya koymuşken, sosyalist hareketler bu eylem çizgisini bir adım ileri götürecek, işçilerin şantiyede yapamadığını yapacak bir performans ortaya koymalıdır. İnşaat işçileri solun yetersizliğini yüzüne vurmuştur. Bu yetersizlik pek çok durumda ortaya çıkmakta, sosyalistler haklı meşru eylemlerde var olan eyleme eklenmekten öte bir duruş sergileyememekte, bırakın devletin zoruna barikat olmayı, nerdeyse devlet saldırısının bahanesi haline gelmektedir.
Sosyalist hareket kitleleri mobilize etme kapasitesini yükseltmelidir. Bu işin başarılmasında ki en önemli araçlardan birisi olarak yan yan yürünebilecek birleşik bir mücadele hattının örülmesi öne çıkmaktadır. Eylem kapasitesinin ileri götürülmesi ise teorik politik bakış açısını geliştirerek yasalcılığa teslim olmuş durumdan çıkılarak sağlanabilir. Pervasızca ve vahşice saldırıya uğrayan mücadele halindeki halk kitleleri bu pervasızlığın karşılıksız kalmayacağını, adalet mekanizmasının esamesinin bile kalmadığı bir dönemde, hak mücadelesinin mahkemelerin beton duvarları arasına sıkışmayacağını bilerek yürümelidir. Hafta sonuna damga vuran işçi eylemleri işçi sınıfına ve halkın mücadele azmine güvensizliğe dayanan karamsar açıklamaların serinliğine yaslanıp gelmekte olanı beklemek yerine harekete geçmek için hala zaman olduğunu göstermiştir. Zamanı boşa harcamamak gerekir.