Pakrat Estukyan
Ermenistan’da muhalefet cephesinin iktidar karşıtı itaatsizlik eylemleri bir aya yakın süredir aralıksız sürmekte. Azerbaycan’ın, Türkiye’nin desteğiyle elde ettiği askeri başarının ardından, Başbakan Nikol Paşinyan’ı devirmeye yönelik eylemlerde, taktik olarak tam da onun iktidarı ele geçirme yöntemleri uygulanıyor. Gün içinde değişik anayolları trafiğe kapatma 2020 baharında gerçekleşen Kadife devrimin yöntemiydi. Ancak günümüz muhalefetinin açmazı, bu eylemler esnasında halkın katılımını sağlayamamak. Paşinyan’ın yüzbinleri harekete geçiren eylemliliği karşısında, muhalefet en çok birkaç bin kişiyi meydanlara toplayabiliyor.
Bu haliyle muhalefetin amacına ulaşması mümkün değil. Bu yalın gerçeğe karşılık gösterileri sürdürme ısrarının olası tek sonucu ülkede istikrarı ortadan kaldırmak oluyor. Ermenistan’ı istikrarsızlaştırma sürecinde Taşnak partisinin oynadığı rol ise ibretlik.
Türkiye’de İstanbul seçimlerinin kaybedilmesinin iktidar cephesinde yarattığı hazımsızlık, Ermenistan’da da Kadife devrimin başarıya ulaşmasıyla yaşandı. Aslında bu devrim, sadece Ermenistan’daki oligarşik yapılar için değil, tüm dünyada müesses nizam açısından rahatsızlık yaratan bir meseleydi. Sokağa inen kitlelerin iktidar devirmesi, kurulu düzenin temsilcileri açısından her ülkede kâbus niteliğindedir.
Gazeteci kökenli bir muhalif aktivist olarak Nikol Paşinyan’ı iktidara taşıyan en önemli etken, halkın yıllardan beri birikmiş öfkesini temsil etmesiydi. Ermenistan Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıktığı andan itibaren yeni dünya düzeninin dayattığı çarpıklıklarla yüzleşmek zorunda kaldı. Dayatılan Serbest Piyasa Ekonomisi’nin kuralları gereği, öncelikle ülkenin sahip olduğu tüm zenginlikler, binlerce insanın çalıştığı sanayi kuruluşları, fabrikalar ve kolhozlar, özelleştirme adı altında talan edildi.
Türkiye örneğinden de çok iyi bildiğimiz şekilde, özelleştirme adı altında yandaşlara peşkeş çekilen bu tesisler üretimlerini sonlandırarak muazzam bir işsizliğe yol açtılar. Oysa planlı bir dönüşümle o işletmelerin korunması pekala mümkün olabilirdi. Bağımsızlıktan hemen önce tıkır tıkır çalışan binlerce araç- gereç, devasa torna tezgâhları sökülerek hurda demir olarak Türkiye ve İran’a satıldı.
Ülke ekonomisini derinden sarsan Gümrü depreminin hemen ardından gelen bağımsızlık, Karabağ savaşının patlak vermesiyle, buna bağlı olarak da enerji kaynaklarının kesintiye uğramasıyla tam bir krize yol açtı. Yeni devletin ilk hatalı kararlarından biri, ülkede elektrik enerjisi üretiminin başlıca kaynağı olan Medzamor nükleer santralinin kapatılması olmuştu. Çevreci bir kararla santralin kapatılması, yani reaktörün soğutulması kararından vazgeçmek ve tesisi tekrar üretir hale getirmek birkaç yıl boyunca enerjisiz kalmaya yol açmıştı.
Bu kaotik süreçte oligarklar da kendi ticari tekellerini oluşturmakla meşgul oldular. Un, şeker, sıvı yağ, çimento ve benzeri temel ihtiyaç maddelerinin üretimi veya ithali ayrı bir grubun tekeline geçti.
Birinci Karabağ savaşının zaferle sonlanmasının ardından Karabağ kökenli siyasetçiler Ermenistan yönetiminde belirleyici oldular. İşte o çevreler, ülke yönetiminde oligarklar orkestrasının şefi gibi bir model geliştirdiler. Tabii kendileri de paylarına düşeni aldıktan sonra. Bu çarpık düzende aslan payı ise çok daha büyük bir oligarşik orkestranın şefi olan Putin’e kalmıştı.
Nikol Paşinyan’ın gerçekleştirdiği Kadife Devrim işte bu tekere çomak sokmuş oldu. Dahası, o güne kadar ülkeyi soyanlardan hesap soracağını, halkın çalınan parasını geri alacağını vaat etti.
Ülkede demokrasinin geliştirileceğine dair sözleri onun batı yanlısı olduğu, hatta giderek bir Soros operasyonu olduğu karalamalarının yaygınlaşması için manipüle edildi.
Bugün muhalefet eylemlerini bu çerçeve içinde, başını Robert Koçaryan’ın çektiği rövanşist bir hamle olarak değerlendirmek hiç de yanlış olmayacaktır.