Faşizm her şeyden önce örgütlülük düşmanıdır. Örgütlü toplumdan korkar. Çünkü örgütlü toplum inek gibi sağılamaz, koyun gibi sürülemez; üzerinde kolayca baskı kurulamaz. Bu açıdan toplumları baskı ve sömürü altında tutmak isteyenler her zaman örgütlenmeye ve örgütlü topluma düşmanlık yapmışlardır. Toplum aslında örgütlü yaşam demektir. Kapitalizm ise toplumu dağıttıkça gelişebilir ve yaşayabilir. Bireyciliği en temel değer haline getirmesi de bu nedenledir. Bireyciliği kutsamak esasında toplum düşmanlığı yapıp kapitalizmi kutsamaktır. Zaten bu nedenle Marks ve Engels kapitalizm karşısına toplumculuğu koymuşlardır. Kapitalizmin toplum düşmanı olduğunu en kapsamlı biçimde ifade eden ise Abdullah Öcalan’dır. Rosa Luxemburg, “Kapitalizm, dağıtamayacağı toplum olmazsa yaşayamaz” demiştir. Öcalan ise kapitalizmin toplum ve insan düşmanı karakterini Marks ve Rosa’dan öte çok kapsamlı biçimde ifade etmiştir. Öcalan’ın tüm savunma ve çözümlemeleri çok kapsamlı biçimde toplum savunuculuğudur. Toplum savunuculuğu bu çözümlemelerde zirveye ulaşmıştır.
12 Eylül 1982 askeri faşist darbesinin en önemli hedeflerinden biri toplumsallığı dolayısıyla örgütlülüğü dağıtmaktı. Örgütlü toplumun olduğu, toplumun örgütlendiği bir yerde sömürü yapmak zordur. Nitekim 1980 öncesi Türkiye’de herkes örgütleniyordu. Bırakalım işçileri, memurları, öğrencileri, kadınları, mühendisleri, doktorları; polis ve askerler bile örgütleniyordu. Örgütlü toplum kapitalizmin dizginsiz sömürü yapmasının önüne geçiyordu. Bu nedenle Süleyman Demirel defalarca örgütlü topluma sınırlı da olsa gelişme zemini sunan 1961 Anayasası’nı “Hep bu elbise bize boldur” diye eleştirmişti. Bu söylem elbisenin daraltılması anlamına geliyordu. Nitekim 1972 ve 1973 anayasa değişiklikleriyle bu elbise daraltılmıştı. Ancak bunun da yetmediği görülerek 12 Eylül askeri faşist darbesini yapanlar 1982 Anayasası’nı hazırlamışlardı.
Gerçekten de 12 Eylül 1980 öncesi toplum kolay örgütleniyordu. Bu sadece anayasayla da ilgili değildi. Türkiye ve Kürdistan’da kapitalizm gelişmemiş ve toplumculuk dağıtılmamıştı. Bu nedenle toplum hala örgütlenmeye yatkındı. Türkiye’de gelişen kapitalizm işçileri ve memurları hala toplumsal değerlerden koparamamıştı. Bu onların toplumcu söylem ve değerlere kulak vermelerini beraberinde getiriyordu. Türkiye’de kapitalizm geliştirilmek isteniyor ama toplumsal kültür ona yatkın değildi. Bu nedenle 12 Eylül sonrası ekonominin başına getirilen Turgut Özal kapitalist kültürün geliştirilmesini hedefleyen bir zihniyetle hareket ediyordu. Faşizm mevcut örgütlülükleri dağıtıyor, Özal da bunun üzerinden kapitalizmin gelişmesine imkân verecek bireyci kültürü teşvik ediyordu. Aslında Türkiye’de ilk defa liberal kültürü yani toplumsallığı dağıtıp bireyciliği geliştiren sistematik ideolojik ve siyasi saldırı Özal zamanında yapılmıştır. Kapitalizmin toplumcu fikri geliştirmeyip aksine dağıttığı bir daha görülmüştür. Zaten toplumsallığın tümden bitirildiği tüketim toplum aşamasında işçilerin bile örgütlemeye çekilemediği gerçeği bu durumun kanıtı olmaktadır.
Tüm faşist iktidarların toplum ve örgüt düşmanı olduğu gerçeği mevcut AKP-MHP iktidarıyla bir daha gözler önüne serilmiştir. AKP-MHP iktidarı tüm örgütlenmelere saldırdığı ve dağıttığı gibi 3 kişinin bir araya gelmesine karşıdır. Cumartesi Anneleri’nin sokağa çıkarılmaması, Amed’de kayıp yakınlarının sokakta bile açıklama yapamamaları bu zihniyet ve politikanın uygulamalarıdır.
Her topluluk eyleminde örgüt aramaları asında toplum düşmanlığıdır. Cumartesi Anneleri’ne illegal örgüt muamelesi yapılması bu nedenledir. 3. Havalimanı işçilerine saldırı ve tutuklamalar bu nedenledir. Örgütlü toplum korkulu rüyalarıdır. Ne ortak duygular olsun ne de insanlar bir araya gelsin. Çünkü bireyin düşüncesi, şu bu imkânı ne olursa olsun konumu zayıftır, direnme iradesi ortaya koyamaz. Bu nedenle kapitalizm ve onun yönetme biçimi olan faşizm karşısında topluluk görmek istemez. Bu nedenle 3. Havalimanı işçilerinin eyleminden korkmuşlardır. İktidar yanlısı basının bu eylemin arkasında örgüt araması ve düşmanca yaklaşımı bu nedenledir. Çünkü onlar yerli ve milli, yani faşizme boyun eğen insanlar istemektedirler. Boyun eğmeyen herkes de yerli ve milli değildir.
3. Havalimanı işçileri eylemlerini sürdürseler onlar da vatan haini ilan edilir. Doların yükselmesi nasıl ki dış kaynaklı görülüyorsa; bu işçiler de doları yükseltenlerin işbirlikçisi olarak gösterilir. Neo liberalizmi geliştirerek kendini göbek bağı ile 7 düvele bağlayanlar şimdi bu 7 düvele bağlanmanın sonuçlarına karşı çıkınları yerli ve milli olmamakla suçluyorlar. Şu anda Türkiye’de Nazım gibi bu şovenist despotlara karşı “Ben vatan hainiyim” diyecek demokrat ve sosyalist duruşlara ihtiyaç vardır. Bu egemenlerin yerliliği ve milliği, para için başkalarına avuç açmadır. Şimdi ekonomi biraz sallanınca dün faşist ve Nazi dediği Almanya’ya karşı el avuç açıyor. Dünya kapitalizmine boyun eğ ve kendi işçine saldır! İşte yerli ve millik budur!
Faşizmin yüzündeki maske uzun süre kalamaz. Dün Cumartesi Anneleri bu maskeyi düşürdü, bugün 3. Havalimanı işçileri. Böylece AKP iktidarının dünyayı kandırma amaçlı reformların başlayacağını söylemesinin sadece bir demagoji, Avrupalıların kendileriyle ilişki kurmasına zemin hazırlama mizanseniydi.
Almanya’ya gitmeden önce yargıya “Bazılarını serbest bırakın, gidişimize zemin yaratın” emri verilmiştir. Bu nedenle 13-15 kişi bırakılmıştır. Ancak hakimler yanlış anlayıp, Çağdaş Hukukçulardan avukatları serbest bırakınca buna “dur” denmiş ve avukatlar yeniden tutuklanmıştır. İşte Türkiye’deki siyasi sistem budur. Her şey Saray’daki şefin iki dudağının arasında olup bitmektedir. Öyle ki, dolar bile bu adam konuştukça yükselmektedir.