13 Eylül’de Namme Öztürk’ün duruşması vardı ve buradan da çağrı yapılmıştı. Duruşma savcısının mütalaası, Namme’nin fiiline meşru müdafaa diyen, sevindirici ve umut verici bir mütalaaydı. Duruşma salonunu dolduran kadınlar da heyecanlandılar ama Namme’nin hissettiklerinin aynını kimse hissedemezdi.
Namme ta başından beri yaşadıklarını, gördüğü şiddeti, işkenceyi, tehdit ve hakaretler karşısında ne hissettiğini mahkeme huzurunda izah etmeye çalıştı. Her seferinde ağlayarak, çoğu zaman nefes almakta dahi güçlük çekerek, tıkanarak… Adli Tıp Ana Bilim Dalı’ndan gelen bilirkişi raporu da zaten olduğu gibi anlatıyor ve belgeliyordu Namme’nin neler yaşadığını.
Fakat her şey bu kadar ortada iken ana akım medya bununla değil de otopsi raporundaki 55 bıçak darbesiyle ilgilendi. O ana akım Namme’nin evliliği boyunca ne yaşadığı, hamile iken hangi şiddet biçimlerine maruz kaldığı, eski kocanın Namme’ye hangi fiziksel ve duygusal işkenceleri yaptığı ile ilgili tek bir söz etmedi ama hep işkence görmüş, defalarca boğazlanmaya çalışılmış, ölüm tehdidi altındaki bir kadının, tabanca ile öldürülmek üzere olan bir kadının kendi yaşamını savunmak adına yaptığı fiili, o kadını linççi erkekler grubunun önüne sürerek saptırdı, alladı, pulladı. Ardından sosyal medya kanalıyla çok çirkin mesajlar bu haberlerin altına yazıldı.
Şimdi 12 Ekim’e yani karar duruşmasına kadar Namme ile dayanışmanın, ona el vermenin zamanı. Çünkü yaralı, kırık ve dökük hayatlarımızın tek ilacı, birbirimize değmemiz, bakmamız, sarılmamız, birbirimizi işitmemiz ve dinlememiz. Sarılmak her zaman dokunarak olmaz ve de. Namme’yi hayata bağlayan tek şeyin çocukları olduğunu söylemiştim. Ama o, kadın dayanışmasından aldığı güçle de çocukları için güzel hayaller kurabiliyor. Bunu da ifade ediyor. Her ziyarette hem kadın avukatlara, feminist avukatlara hem de o avukatların selam sabah getirdiği dışarıdaki binlerce kadına “Allah sizden razı olsun. Ben umudumu kaybetmiyorum sizin sayenizde” diyor.
Namme dindar bir kadın. Hep dua ediyor. Bir an önce çocuklarına kavuşmak ve onlarla yeni bir hayat kurmak için, çocuğundan uzak olan tüm anneler çocuklarına kavuşşun diye dua ediyor. Diyor ki; “Cezaevi demek hasretlik demek, özlem demek. Allah kimseyi evladından ayrı düşürmesin, herkes kavuşsun.’’
Bizim Namme’ye ses verme borcumuz var. Ona iyi hissettirme, onunla birlikte, yan yana olma borcumuz. Cezaevi havalandırmasından baktığı gökyüzüne, çocuklarıyla birlikte baksın diye uğraşma borcumuz var. Çünkü gerek Namme gerek dünyanın herhangi bir yerinde erkek şiddetine maruz kalan başka bir kadın, hayatını üzüntü, keder ve dert içinde geçirirken yalnız kalıyor ve sesini duyuramıyor. Bir köşede tek başına bir şeylerle mücadele etmeye çalışırken sendeliyor, düşüyor, yara alıyor. İşte o nedenle kendi kendinin hayatına sahip çıkan bu kadınların hayatlarına birlikte sarılırsak üzerinde yaşadığımız bu yer daha güzel, daha mutlu bir yer olur.
Namme Öztürk’ün adresini yine verelim. Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi, Bakırköy/İstanbul.