Yusuf Gürsucu
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) 2022 yılı 51. toplantısının, “Dönüm noktasındaki tarih; Hükümet Politikaları ve İş Dünyası Stratejileri” temasıyla düzenleneceği açıklandı. Davos’ta her yıl Ocak ayı içinde bir araya gelen dünyanın büyük sermaye grupları ve kapitalist devletler, geçtiğimiz yıl pandemi nedeniyle mayıs ayında yapılacağı açıklanan toplantıyı yapamamış ve ardından ağustos ayına ertelenmişti.
Ağustos 2021’de de yapılamayan toplantı 2022 Mayıs’ına ertelendi ve 22-26 Mayıs tarihlerinde toplantı ancak gerçekleştirilebiliyor. 2021 yılı 25-29 Ocak tarihleri arasında sanal ortamda ‘2021 Davos Gündemi’ başlığıyla bir araya gelinen toplantıya ise 70 ülkeden 1500’ü aşkın sermaye temsilcileri ile politikacılar katılmıştı.
İsviçre’nin Davos kasabasında 22-26 Mayıs 2022 günü düzenlenecek olan 51. WEF toplantısına 50 devlet veya hükümet başkanı, 300 hükümet temsilcisi ve yaklaşık 2 bin 500 küresel sermaye yetkilisinin katılacağı açıklandı.
Türkiye’den resmi düzeyde bir katılımın olmayacağı, 2022 yılı toplantısına birçok ülkenin devlet ya da hükümet başkanlarının katılacağı bildirilirken, bu toplantıya katılacaklar arasında bazı isimler dikkat çekici. Toplantıya Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani’nin de birlikte yer alması, gündemde ilk sırada yer alan ‘enerji krizi’ ile ilgili olduğu hemen anlaşılabiliyor.
AKP’li Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’le atıştığı ve Erdoğan’ın ‘one minute’ sözleriyle hatırlanan toplantı sonrası ‘Daha Davos’a gelmem!’ tavrıyla Davos’a küsmüş ve dönüşünde ‘Uludağ’ı Davos haline getirin’ talimatı verdiği belirtilmiş ancak ilerleme kaydedilememişti.
2009’da yaşananlar sonrası Davos toplantılarına katılmayan Erdoğan, yukarıda katılımcılar içinde yer alan 4 şahısla bir araya gelemeyecek olması nedeniyle muhtemelen çok üzgün. Çünkü Irak, Mısır ve İsrail gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıma planları yapılırken, bazı görüşmelerin dışında kalmak Erdoğan’ın hoşuna gitmemiş olmalı.
Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan ve yapılamayan Davos 2021 toplantılarını şekillendiren iki rapor 2020 yılı sonunda hazırlanıp yayınlanmıştı. Raporların başlıkları ise ‘Ekonomik Görünüm 2021 Raporu’ ve ‘Küresel Riskler 2021 Raporu’ydu. Raporlarda kaygılar gündeme getirilirken, bu kaygıların ortak noktası kapitalist sistemin sürdürülebilirliği ve bu süreci yönetmek üzerineydi. Davos zirvelerinin 51’incisi de diğer toplantılardan farklı bir görüntü oluşturmuyor.
WEF’in 650 üyesinin katılımıyla yapılan 2020 yılı anket sonuçlarıyla ortaya konan Küresel Riskler 2021 Raporu’nda yer alan sorunlar, “Ekonomik, çevresel, jeopolitik, toplumsal ve teknolojik riskler” olarak belirlendi. Bu riskler aynı zamanda son yıllarda yapılan zirvelerin en önemli gündem maddeleri olarak sıralanıyor.
Pandemi öncesi gerçekleşen zirvelerde, “Olası halk isyanlarının önlenmesi, yeni bir düzenin inşa edilmesi, dördüncü sanayi devrimi çağında küresel bir mimarinin şekillendirilmesi, yeni modellerin inşa edildiği bir dünyanın yaratılması, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da siyasi ve ekonomik dönüşümün doğru idare edilmesi” gibi başlıklar hedeflerinin bir kısmıydı.
Emek ve doğa üzerinde sürdürdükleri sömürünün diğer başlıklar ise “Korumacı politikaların ve kamulaştırma hamleleri ile bölgesel ekonomik entegrasyonun Asya, Afrika ile Amerika’da çok taraflı ekonomik işbirliğinin zedelenmesinin engellenmesi ve kritik önemdeki doğal kaynak arzına istikrarlı ve makul bir maliyetle erişebilmesi, iklim değişikliği, çevre sorunları, açlık, terör, enerji, kontrolsüz göç ve mülteciler sorunu” hazırlanan raporun ağırlıklı konularıydı.
WEF kurucusu Klaus Schwab, 2020 yılı sonunda yaptığı bir basın toplantısında 2021 yılını, ‘Güveni yeniden inşa etmek için önemli bir yıl’ olarak nitelerken, kime karşı hangi güvenden söz ettiği tabii ki anlaşılabiliyordu. Tesis etmek istedikleri güven, kapitalizmin uygulamalarına karşı bir risk olarak belirledikleri halk isyanlarını önlemek ve sömürü düzenlerinin yeni açılımlarla sürdürmekten öte başkaca bir şey olamaz.
Schwab konuşmasında, salgının etkilerinin iklim krizi, mali krizler ile sosyal ve ekonomik eşitsizlik dahil olmak üzere diğer büyük küresel tehditlerin katlanarak artacağını belirtmesi ise korku içinde olduklarına işaret ederken, aslında sürdürülemez bir sürecin içinde olduklarının bilincinde olarak konuşuyordu.
ABD operasyonlarıyla başlayan Ukrayna Rusya savaşı sürerken yeni operasyonlara devam eden ABD, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya dahil edilmesini örgütlüyor. Bu adım emperyalist yeniden paylaşım sürecinde savaşların artarak devam edeceğine işaret ediyor.
Diğer yandan savaşın Ortadoğu’ya doğru genişletme adımları atılırken, Türkiye bu genişleme içinde rol kapma uğraşlarıyla yine Kürtleri düşmanlaştıran savaş politikaları eşliğinde bu sürece katkıda bulunup pay kapma çabasında.
Davos’ta ‘enerji krizi’ başlığı en önemli başlık olarak öne çıkıyor. Rusya’dan gelen gazın yerine ABD’den LNG tankerleriyle taşınan kaya gazının Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılaması zor. Bu nedenle ABD’li şirketler tarafından Ortadoğu’dan Avrupa’ya boru hatları ile gaz ve petrolün taşınma süreçleri bölgesel boyutta birçok değişime gebe bir süreci işletirken, ABD ‘nin dünya üzerinde tek hegomonik güç olma hedefiyle yol almaya devam ettiği izleniyor.
Davos’ta sermayenin en önemli riskleri sıralanırken, kapitalizmin sürdürülemez bir sistem olduğu gerçeği ise onları çok endişelendiriyor. Kapitalizm ve sermaye karşıtı bir gücün ortaya çıkarılması noktasında yaşanan yetersizlik ise sömürüye uğrayan halklar için büyük bir handikap, sermaye içinse bulunmaz bir nimet.
Kapitalizmin uzun yıllardır can çekiştiğini gösteren olgular oldukça fazla. Özellikle son yıllarda halkları ve doğal yaşamları yerle bir eden politikalar ağırlık kazanmış durumda. Türkiye’nin de içinde yer aldığı birçok ülkede halklar üzerinde faşizm uygulamaları hayata geçirilirken, hammadde deposu olarak gördükleri doğal yaşam ise adeta kan ağlıyor.
Başta Davos olmak üzere sermayenin örgütlediği benzer zirvelerin tamamı, kapitalist dünyanın kazasız belasız bol sömürülü ve birikimli bir geleceği kendileri için örmek hedefi taşıyor. Ya bizler? Yani sömürüye tabi tutulan halklar olarak bizler ne yapacağız? Kendimize karşıdan bakıp seyirci mi kalacağız?