Gezi Davası’nda mahkûmiyet kararıyla birlikte tutuklanan Av. Can Atalay, cezaevinden sorularımızı yanıtladı
M. Ender Öndeş
Geçtiğimiz nisan ayının sonlarında son duruşması görülen Gezi Davası’nda, Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi ve Hakan Altınay’a ise 18’er yıl hapis cezası verildi. İktidar tarafından bir intikama dönüştürülen davada, mahkeme, anında tutuklama yapmayı da ihmal etmedi. Tutuklanmadan önce “Boyun eğmeyeceğiz, zulme karşı direneceğiz” diye seslenen Av. Can Atalay, Aladağ, Soma ve Sakarya Havai Fişek Fabrikası patlaması davalarının da avukatı olarak tanınıyor. Atalay ile davayı, sonuçlarını ve cezaevini konuştuk.
- 9’uncu yılda (Çarşı, vb.) gibi bir dizi denemeden sonra sonunda sizde karar kılıp cezaları verdiler. Ne düşünüyorsun? Nereye ve kime mesaj veriliyor? Bu kadar pervasız bir karar neye delalet ediyor?
Bir dizi “başarısız deneme” sonrasında, aradan dokuz yıl geçtikten sonra “Gezi Davası”ndan ceza çıkartmayı başarabildiler. Bu dosyada verilen cezanın Saray/AKP iktidarı açısından üç önemli işlevi olduğu kanısındayım.
1- Yaygınlığı ve kitleselliği açısından ancak 1908 Devrimi ile karşılaştırılabilir bir halk hareketini “gavurun bir komplosu” olarak karalamak. Bir tarih tezini mahkeme kararı kisvesi altında kabul ettirmeye çalışmak.
2- Gelecekte ve özellikle yakın gelecekte sıradan yurttaşın elindeki en önemli aracı/megafonu, yani sokaktaki itirazı, anayasal demokratik hak kullanımını kriminalize etmek. Tam da burada, mart başındaki esas hakkındaki mütalaada bizim tutuklanmamız talebinin olmadığını, buna karşın yargıç cübbeli iki kişinin 25 Nisan’da karar verdiğini vurgulamak isterim. Gezi Davası ile ilgili sarayda bir çalışma grubu olduğunu biliyoruz. O ekip mart başı ile nisan sonu arasında yeni bir değerlendirme yaptı ve ağır cezaların yanı sıra tutuklanmamıza karar verdi. Gezi Davası kararı geçmişe ilişkin değil geleceğe ilişkindir.
3- Kavala’da simgeleşen özel bir kızgınlığın, başka bir yol da bulunamadığı için, Gezi Davası ile giderilmeye çalışılması. Gerekçeli Karar’ı henüz görmedik. Ama Mart 2022 tarihli Esas Hakkında Mütalaada, “seni başkan yaptırmayacağız” sürecinin sorumlusu olarak görüldüğüne ilişkin -Ezop diliyle de değil- yeni anlatımlar var. Ben, bizim ceza aldığımız dosyanın “Gezi Direnişi Ana Davası” olarak nitelenmesi gerekebileceği bir süreçle karşı karşıya olabileceğimizi düşünüyorum. Bizim tutuklanmamız sonrasında yaşanan büyük ve yaygın sahiplenme gerek AKP gerekse de MHP sözcüsü olarak kabul edilebilecek “gazeteci” ve “yorumcuların” dahi kararı adaletsiz bulup eleştirmeleri sonrasında bu ihtimalin azaldığı değerlendirilebilir. Fakat acı deneyimlerimizden biliyoruz ki, saray ve onun birinci halka çevresi kendi tabanlarını da bu tür “kriz”lerle konsolide etme yoluna gitmeyi tercih edebiliyorlar.
Duruşma salonunda söyledik, Türkiye’de önce işkence ile delil elde edilmesi dönemi yaşandı; sonra ceza yargısının tümüyle Fetullahçılara teslim edildiği imal edilmiş delil/sahte delil dönemi… Gezi Davası ise yeni bir dönemin kapısını aralamıştır: Delilsiz, delile ihtiyaç olmayan bir hipotezin, bir komplo teorisinin kabul gördüğü ceza yargılaması dönemi.
- “İstanbul Adliyesi’nde Gezi, Ankara’da da HDP’nin siyaseten mahkûm edilmesini amaçlayan iki davayı birlikte savunmak çok mühim” demiştiniz daha önce…
Ben hem çok büyük bir riskle hem de çok büyük fırsatla karşı karşıya olunduğu kanısındayım. Eşiğinde durduğumuz kapsamlı bir demokratikleşme olasılığı, olanağıdır.
Karar açıklandıktan hemen sonra ben “zulme karşı direneceğiz”, Tayfun arkadaşım da “biz kazanacağız” diye haykırmışız. Silivri’ye getirildikten sonra dışarıya sözümüzü ulaştırdığımız ilk fırsatta “Cumhuriyetimizi savunacağız ve onu demokratikleştireceğiz. Cumhuriyetimizin 100. yılında demokratik cumhuriyet 84 milyon olarak hepimizin ve her birimizin birbirimize armağanı olacak” dedik.
Vurgumuzun ne olduğunun çok açık olduğunu düşünüyoruz.
Hemen ekleyelim. Bizler, eşitlik ve özgürlük savunucuları, her zaman toplumun ve doğanın haklarının genişlemesi için uğraşırız. Biz, her zaman emeği ile geçinen yurttaşlarımızın, işçi sınıfımızın etkisini büyütmeye çalışırız. Demokratikleşme mücadelesi ve demokratikleşme süreci günümüzde savunmakla yükümlü olduklarımızın da ana halkası, tutamak noktası durumuna geldi.
İstanbul’daki Gezi Davası ile Ankara’da avukat olarak da görev yaptığım HDP MYK Yargılaması, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından simge davaları durumundadır. Kendi adıma ikisini birlikte ele alıyor ve bu davalardaki hukuksuzluklara itirazı Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından önemli görüyorum.
- Gezi’nin cezai yükünün birkaç kişiye fatura edilmesi ve buna karşı ciddi bir toplumsal tepkinin yaşanmaması, davadan sonra sitemli bir dille çok konuşuldu. Nasıl hissediyorsun kendini?
AKP elitinin bir usulü de muhatabının kulağına kar suyu kaçırmak, muhataplarının da duyabileceği şekilde fısıltı gazetesi ile haber ulaştırmak. Somut olarak söyleyeyim; 2014’ün ilk aylarında “alınacağımız” fısıltıları bize ulaşmıştı. Yurtdışına gitmemiz ve canımızı kurtarmamız karşılığında şeytanlaştırılmayı kabul ederek mülteci olmamız istenmişti.
Biz bunu reddettik. İnsan, ömründe Gezi’yi savunmayacaksa neyi savunabilir dedik. Solun, toplumsal muhalefetin Gezi Davası süresince yaptıkları ve yapamadıklarına ilişkin eleştirilerimizi daha uygun zaman ve koşullarda dostça yapabilmek için şimdilik saklı tutmayı tercih ederiz. Gezi’nin toplumsal, siyasal ve hukuksal bakiyesini ise gururla taşırız.
- Yeniden dönüp Gezi’ye bakma şansın oldu mu bu arada? Yeni bir ‘Gezi’ ihtimali ya da umudundan pek sık söz ediliyor. Ne düşünüyorsun?
Son dokuz yılımı tüm diğer uğraşlarımın yanı sıra dönüp dönüp Gezi anına bakmak ve üstüne düşünmekle geçirdim diyebilirim. Çok uzun sohbetlerle tartışmak ve yazarak düşünmek sanırım hepimiz açısından bir zorunluluk haline geldi.
Şimdilik birkaç başlığa işaret etmekle yetinmek zorundayım. Gezi Direnişi’nde kent merkezinde kalan son deprem sonrası toplanma alanı, müşterek kamusal yeşil alana sahip çıkan insanlar, ekoloji ile kriz cenderesinde kendi kaderini tayin etme hakkına ve geleceğine sahip çıkmıştır. Ağaca sarılan gence yapılan zulüm bu nedenle tüm itiraz sahiplerini omuz omuza getirmiştir.
Gezi Direnişi; yurttaşların haklarından değil yalnızca yükümlülüklerinden söz edilen AKP tipi ahbap çavuş kapitalizmine ve onun haktan değil inayetten söz eden hukuksuzluk düzenine açık bir yurttaş itirazıdır. Tayfun arkadaşımın çok güzel özetlediği üzere, Gezi bir aşağıdan kardeşleşme halidir.
Gezi, memleketimizin ve coğrafyamızın insanlarından umudu kesmemek gerektiğinin kanıtı; memleketin ve coğrafyanın karanlığı aşacağının nişanesidir.
Bu denli büyük bir toplumsal hareket modellenemez. Ve bu nedenle de tekrar edilemez. Gezi’nin en önemli bakiyesi; organizasyonu konuşmaktan organize olmaya vakit bulamayan halimizin saçmalığını işaret etmesidir. Hakkı için mücadele eden insan esastır.
Soru, eğer Türkiye’de bir toplumsal gerilimin birikip birikmediği ise; herkesin çıplak gözle gördüğünü uzun uzun yazmak yersiz olur. Pahalılığa, zam ve zulme karşı çok büyük bir öfke var!
- Geçenlerde yaptığımız bir söyleşide Cihan Tuğal, bütün diğer şeylerin yanında, “AK Parti’nin kalkınma modeli Gezi’de ciddi bir saldırı aldı ve hala bu saldırı püskürtülüyor. Onun için bu kadar kin duyuluyor” demişti. Son söyleşimizde sen de. “Hem doğal varlıkların, kent hakkının korunması konusunda, hem de sıradan yurttaşın kendi hakkını hukukunu koruma kararlılığında Gezi’nin çok esaslı bir etkisi var” demiştin, hâlâ geçerli mi bu?
Gezi Direnişi ister “etkin” ister “sosyal” yurttaşlık deyin aşağıdan yukarıya yani bir hak mücadelesi dalgasının sonucudur ama aynı zamanda bu dalgaya ivme kazandırdığına hiçbir kuşku olmadığı kanısındayım. Bu dip dalgasının orta ve uzun erimli etkilerini kısmen gördük ve göreceğiz. Cihan Tuğal’ın işaret ettiği noktaya gelirsek; Gezi AKP’nin salt kalkınma modelini değil siyasal ve toplumsal hegemonyasının parıltısının gerçek yüzü ile muhatap olan milyonların muktedirin hegemonyasının karşısına bir karşı hegemonya ile çıktığı andır.
Ayrıca; Gezi Direnişi’nin toplumsal/siyasal hegemonyada yarattığı etkinin kısa vadeli sonuçlarının da tayin edici olduğu kanımı paylaşmak isterim. Tabii ki pek çok başka ve köklü etmenin yanı sıra Gezi Direnişi’ni toplumsal/siyasal bakiyesi de 7 Haziran seçim sonuçları üzerinde etkili olmuştur. Yinelemek isterim, Gezi Direnişi’nin “hayal gücü” yahut “demokratik anlayışı” ya da “çoğulcu ufku” esas olarak uzun erimli bir dip dalga olacaktır.
Son olarak, Türkiye’nin meydanında ve onun parçası Taksim Gezisi’nde kapitalizmin ötesinin de mümkün olabileceğinin görülmesi, tüketimin değil paylaşmanın, eşitlikçi bir hayatın filizinin dahi çok rahatsız edici olduğu kanısındayım. Gezi Direnişi’nin “Taksim Komünü” yönü gözden kaçırılmamalıdır; inşaat cuntası bununla baş edememektedir.
- Klasiktir ama sorayım, Türkiye’nin politik geleceği oradan nasıl görünüyor? Son söyleşimizin başlığı “Türkiye bu deli gömleğine sığmaz”dı. Ne düşünüyorsun?
Çok sert bir döneme girdiğimiz çok açık. Bu satırları yazdığım sırada Canan Kaftancıoğlu kararını öğrendik. HDP’nin kapatılması ihtimali Anayasa Mahkemesi’nin değişen bileşimi de göz önünde bulundurulduğunda seçimlerin hemen öncesinde muhtemel görünüyor.
Ben Silivri 9 No’lu Cezaevi A-47 hücresinde de umutluyum: Hem Türkiye hem coğrafyamız bu deli gömleğine sığmayacaktır.
İşimizi yapıyoruz mesleğimizi savunuyoruz
- Gezi’nin ötesinde sen Sosyal Haklar Derneği bünyesinde de Aladağ’dan Soma’ya, Sakarya Havai Fişek Fabrikası’na kadar birçok yerde bir performans gösterdin. Kozağaçlı’yla birlikte düşünüldüğünde sanki ortalıkta sorun yaratan avukatları da “ayıklıyorlar” gibi?
Ben de Soma’da, Aladağ’da, Çorlu’da, Hendek’te verdiğimiz toplumsal/hukuki mücadelenin egemenler açısından son derece rahatsız edici olduğunu düşünüyorum.
Gezi Davası’ndaki kararı bu mücadeleler ile doğrudan ilişkilendiremeyiz. Ama Türkiye’nin yaşadığı bu adaletsizlik krizi içinde Soma Davası’ndaki hukuk mücadelesinin, Aladağ’da bir cemaat yurdunda yanarak ölen çocukların ölümünden sorumlu olanların yetersiz ama bir ilk örnek niteliğindeki bir kararla ceza almalarının, Hendek’te yedi işçinin ölümünden sorumlu bir patronun duruşma salonunda açık açık tehdit etmesinin bir anlamı olduğu açık. Türkiye’nin bu ikliminde Yargıtay 12. Ceza Dairesi Soma Davası için “göz göre göre ölüme gitmiş 301 işçi ve işveren bunu görmüş ve kayıtsız kalmış” dediği karar önemli. Sonra, kararı veren beş yargıcın üçü değiştirildi ve yeni gelen üç AKP bürokratı milyonlarca sayfalık dosyayı 5 (evet beş) işgünü içerisinde inceleyebildi ve başkan ile kıdemli üyenin 35 sayfalık muhalefet şerhine karşılık 3,5 (evet üç buçuk) sayfalık gerekçe ile dünya işçi sınıfı tarihine geçen bu kararı kaldırdı.
Selçuk Kozağaçlı meslektaşımın tutuk sorgusunda sorulan bir sorunun çok açıklayıcı olduğu kanısındayım: “Soma Davası’nı hangi saikle takip ettiniz?”
Son bir vurgu: Biz, bir mimar (Mücella Yapıcı), bir şehir plancısı (Tayfun Kahraman) ve bir avukat olarak mesleğimizin gereklerini yerine getirdiğimiz için de 18 yıl ceza aldık.
Mücella abla mimarlığı, Tayfun şehir plancılığını, ben de avukatlığı savunacağız.
Soma’nın yıldönümünde 301 işçinin katili patronların dışarıda, senin ve Selçuk Kozağaçlı’nın içerde olması nasıl bir duygu?
Biz avukatlık geleneğimizi de savunuyoruz ve muktedirin eşi az bulunur bu avukatlık geleneğinden de fena halde rahatsız olduğuna hiç kuşku yok. Ne mutlu bize, görevimizi bir nebze dahi olsa yerine getirmişiz, avukatlık yapabilmişiz.
Selçuk ile koridorda dahi karşılaşmamamız için özel bir çaba gösteriyorlar.
Nasıldı o şarkı? “Elbet bir gün kavuşacağız…”
Mahpuslukta da fena değiliz
- Günler nasıl geçiyor? Epey hareketli bir hayattan sonra…
Mahpuslukta da fena değiliz sanırım. Sabah sporunu, akşamüstü voltasını oturttuk. Bulaşıkçımız, ahçımız ve genel temizlik sorumlumuz belli; herkes işini tıkır tıkır yerine getiriyor. Henüz bir çalışma ve okuma sistematiği oturtamadık. Günümüzün on saatten fazlası avukat arkadaşlarımızla görüş yaparak geçiyor. Gezi’nin bu kadar yaygın, geniş bir biçimde sahiplenilmesi bize de çok iyi geliyor.
Avukatlık mı daha zor mahpusluk mu zor soru. Sevdiklerini görememek, sürekli kilit altında olmak, sınırlı yemek yiyebilmek, kötü bir inşaatın içinde yaşamak kuşkusuz zor. Ama sevdiğin insanları, müvekkillerini kilit altında bırakıp evine dönmek de zordu…