Zafer Yörük
Selahattin Demirtaş’ın AKP iktidarına karşı bir araya gelme çağrısı içeren mektubunun birçok aydın ve sanatçıya ulaştığı günün akşamı Canan Kaftancıoğlu’na verilen hapis cezası ve siyaset yasağı Yargıtay tarafından onaylandı. O akşam CHP’lilere hitabında Erdoğan’ı ağır sözlerle hedef alan Kemal Kılıçdaroğlu, ertesi gün SADAT binasının kapısına dayandı ve ‘burası terörist yetiştiren bir kuruluş’ beyanında bulundu. Kılıçdaroğlu’nun hem siyasi mitinglerin terörize edilmesi hem de siyasi suikastlar yapılması ihtimallerini dillendirdiği görüldü.
SADAT’ın varlığı ve AKP iktidarının tepe noktalarından mahalle teşkilatlarına kadar sirayet etmiş olan paramiliter faaliyetleri ilgili herkes gibi 2011 yılından beri CHP yönetimi tarafından da biliniyor ve izleniyor. 1994’te Erdoğan’la tanışıp dost olan Adnan Tanrıverdi’nin kendisi gibi ordudan ihraç edilmiş subay/astsubaylarla birlikte o günden beri Erdoğan’a bağlı bir şeriat ordusu oluşturmakta olduğu biliniyor. Tanrıverdi’nin saraya askeri danışman olduğu sırada kendini ele veren ‘Mehdi için ortamı hazırlıyoruz’ beyanının yankıları olarak 15 Temmuz 2015’ten bu yana SADAT’ın askeri okul giriş mülakat jürilerinde yer aldığı, TSK tesis ve teçhizatlarını da kullanarak paramiliter eğitim kampları kurduğu gibi olgular da açığa çıkmıştı. Sedat Peker’in yaptığı ifşaatlar arasında da SADAT’ın Suriye’ye giden yardım konvoylarına IŞİD ve Al Nusra için silah yüklediği açıklaması vardı.
CHP yönetimi, düne kadar bu bilgileri kısmen kamuoyu ile paylaşsa da gündeminin başat maddesi haline getirmiyordu. Kılıçdaroğlu’nun SADAT binasına yürüyüşünü tetikleyen olağanüstü bir durum, yakıcı bir duyum olma ihtimali yüksek. Hem siyasi suikastlar hem de kitle eylemlerine saldırı içerdiği anlaşılıyor. Belli ki iktidar seçim startını vermiş ve 2015’teki sahnelediği senaryonun bir türevini yürürlüğe koyma hazırlığı içinde. Bu kez HDP’nin kapatılarak seçim dışı bırakılması, İstanbul Büyükşehir başta olmak üzere kayyum rezaletinin CHP’li belediyelere doğru genişletilmesi, muhalif siyasi parti mitinglerinin valilikler tarafından yasaklanması gibi bir dizi baskıcı tedbirin seçim sürecini belirlemesinin hedeflendiği anlaşılıyor. Bunları meşrulaştırma aracı olarak SADAT eliyle kanlı provokatif eylemler planlanıyor olabilir. Kılıçdaroğlu, şimdiki altılı masa ortağı olan Ahmet Davutoğlu’nun bir kez daha ‘kokteyl eylem’ ya da ‘canlı bombaları biliyoruz ama patlamadan tutuklayamayız’ gibi sahtekâr ifadelerde bulunmasının önünü almak amacıyla da adresi peşinen gösterme yolunu seçmiş olabilir.
Erdoğan, seçim startını aslında başkomutan sıfatıyla ‘pençe-kilit’ savaşını başlattığı 17 Nisan günü itibarıyla vermiş bulunuyordu. KDP’li peşmerge güçlerinin desteklediği TSK tarafından Kuzey Irak’ta PKK’ye büyük bir darbe vurulacak, yeni askeri üsler kurularak bölgeye iyice yerleşilecekti. Aynı esnada Şengal’e yürüyen Irak ordusu tankları ve zırhlı araçları da bölgeyi PKK yanlısı Ezidi öz-savunma güçlerinin kontrolünden çıkaracaktı. Bu konularda Bağdat’la ve Erbil’le dışişlerinden çok MİT ve Savunma Bakanlığı tarafından yürütülen ‘diplomatik’ temaslar sonucu gerekli hazırlıklar tamamlanmış bulunuyordu. Musul ve Kerkük’ün, yani Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarının ve Irak ülkesinin yarıya yakın bölümünün Türkiye tarafından ilhakı anlamında Misak-ı Milli sınırlarına ulaşma yolunda büyük bir adım atılmış olacaktı. Rusya’nın Ukrayna işgali, hem uluslararası kamuoyunu meşgul etmesi hem de Avrupa’ya yeni enerji kaynakları arayışı çerçevesinde önemli bir fırsat sunuyordu.
Böyle olmadı. Zap’tan gelen haberler TSK’nın beklemediği bir mukavemetle karşılaşarak önemli kayıplar verdiği yönünde. Ölümlerin ve bir helikopter de dahil olmak üzere verilen kayıpların kamuoyundan gizlendiği sanılıyor. Türkiye medyası son günlerde bu konuda oldukça suskun ve Savunma Bakanlığı baştaki hamasi beyanlarına ara vermiş görünüyor. Savaştaki durumun iktidar çevresinde yarattığı rahatsızlık, Süleyman Soylu’nun polise HDP Genel Merkez binasına saldırı emri vermesine yansıdı. Soylu, iyice bozulmuş ruhi dengesini bir televizyon yayınında Ümit Özdağ’a ettiği küfürlerde de dışa vurdu. Bu performans ve Özdağ’ın bunu izleyen kabadayılık gösterisi, Suriyeli ve diğer sığınmacılar üzerine tartışmanın sertleşmesi olarak yorumlandı. Bu doğru olabilir. Soylu’nun ‘pasaportları olmadığı için nereye göndereceğimizi bilmiyoruz’ iddiası ne kadar absürt ve daha önceki ‘herkesi takip ediyoruz; habersiz kuş uçurtmuyoruz’ mealindeki iddialarıyla ters ise, Ümit Özdağ’ın Türk olmayanları zor kullanarak sınır-dışı etme vaadi de o derece korkunç.
Ama bu çatışmanın yalnızca ruh halinden kaynaklı ve sığınmacılar konulu olmadığı yönünde iddialar var. Bazı yorumcular, Erdoğan’ın Zap/Avaşin seferine ikna edilerek TSK içindeki Avrasyacı/Ergenekoncu unsurlar tarafından tuzağa düşürülmüş olabileceğini söylüyorlar. Soylu’nun Erdoğan ve Bahçeli adına düşülen bu tuzağın öfkesi içinde ‘tuzakçı’ kanadın görünen yüzlerinden biri olan Özdağ’a küfrettiği ihtimali üzerinde duruluyor. Özdağ’ın ‘operasyon çocuğu’ küfrüne verdiği yanıt, bu konuda bazı ipuçları içeriyor: ‘Yurt içinde ve dışında Türkiye’nin güvenliği konusunda yazılı görevlendirmeyle bazı operasyonlar yaptığım, yönettiğim doğrudur.’ 1999’da kurduğu Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin genelkurmay tarafından fonlandığı dikkate alınırsa, kimler tarafından ‘yazılı görevlendirme’ ile hareket etmekte olduğu ve kendisine edilen küfürlerin nereye adreslendiği daha iyi anlaşılacaktır.
Öyle görünüyor ki planlanan bir askeri darbeden çok bir dağıtma operasyonu. FETÖ’nün siyasi ayağına yönelik AKP ve MHP’li milletvekillerini de kapsayacak bir tutuklama dalgası da konuşulanlar arasında. Sincan cezaevinde koğuşlar boşaltılarak yer bile hazırlanmış. Yakın geçmişte kendisine ‘tütün ve temiz don’ ısmarlanmış olan Mustafa Şentop’un adı yeniden gündemde. Dağıtma operasyonu istihbaratını alan Erdoğan ise can havliyle Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği üzerine Putinci bir beyanda bulunarak dengeyi sağlamaya uğraşıyor gibi görünüyor; bir yandan da ‘testereci’ Muhammed Bin Salman’ı telefonla arayarak acil para istediği söyleniyor. O arada ‘B planı’nı da devreye sokmak üzere SADAT’ın kırmızı düğmesine basmış olabilir.
Demirtaş’ın mektubu, biz fanilerin bihaber olduğu bu ‘devletlû’ tepinmenin tutsak siyasiler tarafından berrak bir biçimde hissedildiğini gösteriyor. O çağrıya kulak verirsek iktidarın planladığı üzere 2015 benzeri kanlı bir dönem engellenebilir. O kanlı komplo hazırlığı bu kez bozulacağa ve Haziran, Gezi günlerinde olduğu gibi sıcak geçeceğe benziyor.