Kahramanlıktan ihanet çukuruna acıklı bir hikâye onunkisi. Doğru yere kapağı attığını sandı ama yanlış zamanda yanlış yerdeydi. Hem de ne yanlış!
Arif Mostarlı
“Anavatanımın sadık bir oğlu olarak, gönüllü biçimde Rusya Halklarının Kurtuluşu Komitesi birliklerinin saflarına katılıyorum. Vatandaşlarımın huzurunda, Bolşevizme karşı halkımın iyiliği için General Vlasov’un komutası altında kanımın son damlasına kadar dürüstçe savaşacağıma yemin ederim. Bu mücadele, Adolf Hitler’in en yüksek komutasındaki tüm özgürlük isteyen halklar tarafından yürütülmektedir. Yemin ederim ki bu ittifaka sadık kalacağım.”
1944 sonbaharında Rus Kurtuluş Ordusu’nun yemini böyleydi. Bolşevizme karşı, Hitler’in önderliğinde savaşmak! Yeterince açık bir ‘kurtuluş’ biçimi!
Madalyalı bir general
General Andrey Vlasov, belki de iyi bir askerdi. Kızıl Ordu’daki yükseliş macerasına bakınca durum öyle görünüyor. 1901 doğumluydu ve Ekim Devrimi sırasında daha çok ilahiyatla ilgiliydi. Sonra tarım eğitimi gördü ve 1919’da da güney cephesinde Kızıl Ordu’ya katıldı. 1930’da da Komünist Parti üyesiydi. Çin’de Çan Kay-Şek’e askeri danışmanlık yaptı. Döndükten sonra 99. Tümen komutanı oldu ve 1940’ta madalyayla ödüllendirildi. Almanlar ve müttefikleri Sovyetler Birliği’ni işgal ettiğinde ise 4. Mekanize Kolordu’nun komutanıydı. Kiev’deki direnişle Moskova’nın savunulmasında büyük yararlılık gösterdi ve Kızıl Bayrak nişanı aldı.
7 Ocak 1942’de Vlasov’un ordusu, Leningrad kuşatmasını kırmak için Alman hatlarını yararak ilerlediğinde aslında başarılı oldu ama çember içinde mahsur kaldı. Vlasov, elinden geldiğince savaştıysa da ordu neredeyse tümüyle yok edildi. 10 gün boyunca Alman işgalindeki topraklarda saklanmaya çalıştı; bir köylünün ihbarıyla yakalandı ve ilk andan itibaren komünizme karşı olduğunu belirterek işbirliğine yöneldi. Bununla da kalmadı, Bolşeviklere karşı bir Rus ordusu fikrini ortaya attı.
Devşirme savaşçılar
Bu, Naziler için yeni bir fikir değildi aslında. Daha Vlasov ortada yokken Alman istihbaratı, özellikle Kafkasya’da arı gibi çalışıyor ve lejyonlar kuruyordu. Bu konu tamamen ayrı bir yazı gerektiriyor ama şu kadarı söylenebilir: İşin başında Türkiye’deki Alman büyükelçisi Franz von Papen vardı ve Turancı liderler (Enver Paşa’nın kardeşi) Nuri Killigil, Zeki Velidi Togan, Cafer Ahmet, Memduh Şevket, General Hüsnü Emir Erkilet görev başındaydı. Önce Azeri taburları, sonra Türkistan, Kuzey Kafkasya ve Ural Lejyonları kurulmuş, Nazilerin emrine koşulmuştu bile.
Ama yine de Vlasov bir imkândı ve değerlendirildi. Eski Beyaz Ordu askeri Wilfried Strik-Strikfeldt, kurduğu bağlantılarla Nazileri bu işe ikna etmişti. Vlasov Berlin’e götürüldü ve Rus Kurtuluş Ordusu’nun (ROA) kurulması planları hazırlandı. Ayrıca, Rus Kurtuluş Komitesi de kurulmuştu. 1943’te onun yazdığı bildiriler Sovyet siperlerine uçaktan atılıyor, Vlasov, “Bolşevizme Karşı Mücadeleye Neden Başladım” başlıklı mektubunda, “Rus topraklarının Alman birlikleri tarafından işgali, Rusların yok edilmesini amaçlamaz, aksine, Stalin’e karşı kazanılan zafer, Yeni Avrupa ailesi çerçevesinde Ruslara Anavatanlarını geri verecektir” incileri döktürüyordu.
Aslında Rusların devşirilmesi de daha erken başlamıştı. 1942’de Alman esir kamplarında 5 milyona yakın Kızıl Ordu askeri vardı ve Naziler açlığa terk ettikleri bu insanlardan kandırabildikleriyle ‘gönüllü’ taburlar kuruyordu ama bunlar çoğu kez savaş sırasında karşıya geçiyorlardı ve bu yüzden hiç güven vermiyorlardı.
Parayla saadet olmuyor
Vlasov’un ordusu da Hitler için güvenilir değildi. Aslında hiçbir kritik savaşa da dahil edilmediler ama propaganda olarak iyiydi. Başlangıçta Vlasov bir iki acemilik de yaptı. Örneğin Pskov’daki konuşmasında Hitler’i unutup kendini fazla övünce işin içine Gestapo bile girdi. Almanya, ancak Eylül 1944’te, Himmler’in ısrarıyla Rus Kurtuluş Ordusu’nun resmen kurulmasına izin verdi. Esir kamplarından devşirilen Ruslardan oluşan ordunun mevcudu zaman zaman 200 bini aştı. Askerlerin, astsubayların ve subayların apoletleri, bekleneceği gibi Çarlık ordusunun modeliydi. Yönetimi ise Vlasov gibi halkına ihanet eden eski Sovyet subayları ve bol miktarda da tiridi çıkmış Beyaz Ordu generallerinden oluşuyor, finansmanı SS karargâhından karşılanıyordu.
Talihsiz bir son
Ama hepsi bu kadar! Vlasov tam kahramanlıklarını sergileyecekken, Nazi imparatorluğu sonun başlangıcına gelmişti ve işler kötüye gittikçe çete elemanları da sıvışma yolları aramaya başladılar. “Anavatanın sadık oğulları” hiç de öyle “kanlarının son damlasına kadar” savaşmaya niyetli değillerdi. Önce, Prag Ayaklanması’na destek çıkıp Nazilerle çatışarak Amerikalılara göz kırptılar, sonra da teslim olmalar başladı. Vlasov, 11 Mayıs 1945’te Amerikalılara teslim oldu. Ama kör talih ya da artık her ne döndüyse oralarda, 12 Mayıs günü bir Amerikan eskortuyla daha yüksek bir karargâha gönderilirken konvoyun önü Sovyet askerleri tarafından kesildi. Amerikan askerleri direnmedi ve silah zoruyla alınan Vlasov, doğrudan Moskova’ya aktarıldı.
Dava kısa sürdü. Vlasov ve 11 diğer ROA generali 1 Ağustos 1946’da asılarak idam edildiler.
Tarih böylece bir kez daha halkına ihanet edenlerin kötü sonunun altını kalınca çizmiş oluyordu.