Ahmet Güneş
Serencamını bir metafora gizlemiş. Eksik olanı düşünür. Akla ve kalbe yüzlerce eksik sıralanır. Her bir şık, bir ihtiyaç, hizasına isyan ediyor ve bir domino taşı gibi birbirine değip düşüyor. İfade etmek, isim uydurmak ve göstermek. Hayatın her dakikasına komplo, didaktik tokat, ünlemle parmak sallama. Yenilmiş bir bilmişlik, rüzgârı arkasına almış gidiyor.
Sırılsıklam bir sessizlik herkesi üşütüyor. Yağmur yağsın, dalgalar taşsın, işte o zaman amenna. İhbar eden bir suskunluk kadar bir acı herkeste. Ha bir patika ha bir sokak arası, yani bir yerden bir yere kovulma sırası. Geldi ve delip geçti sesi bir öfke. Yaprak kımıldadı, sayfalar değişti, silahlar da değişti. Sürgüne göç, infaza kaza karıştı. Olmadık değil, olası her şeyle sınandı ihtimaller. Dökülen de kabuk bağlayan da bir arada durup acısının ilk gününü hatırladı. Gitmek, en başa, eskiye diye diye başlıyordu zaten.
Bugün olamayan yarın da olamaz. Bir beddua birilerinin duası gibi yankılanıp onu duyacak kulak arar, yakışacak ağız bulur. Dünya masallara küçük gelmiş, bize büyük. Mekânın zamanla yarışı, anın mekâna karşı koyuşu, isyanın tarihte kendine yer bulması. Biri diğerinden önde, illa öyle olacak çünkü kulvar da bir yaşama alanı. Eksik parçalar hep sonra bulunur, olası seçenekler sonra akla varır, pişmanlıklar hayıflanmaya yer bulur. Ertelenen her eylem, sonraki adıma gölge olur.
Burada palyaçolar saklanıyor, burası soytarıların sır tutma yeri. İnsan burada hile ile gerçeği birbirine tuzak olsun diye düşünür. Adresler, pusulalar, atlaslar, tanımlar hep bir yerde kurşuna dizilir. Büyüler, adetler, oyunlar, bulduğu bir meskende tesadüfen, yaz yağmuru gibi yağar. Eskimeyen bir sıradanlık, unutulmayan bir ezber, herkese doğru cevabı buldurur.
Geciken bir refleks, çıkmış sokağa, kendine eylem arıyor. Müsait bir zamanda ortaya serileceği bir anı kovalıyor. Poz kesmiş sanki, fotoğrafı çekilmiş de o günlerin hafızası bilinmiyor. Biliyoruz ve üzülüyoruz; bunca gerçek bu hayata çok ağır geliyor. Taşıdığımız şeyler dünyanın gündemine bir türlü giremiyor.
Her şeyi kolaylaştıran bir isyan, feleğin çarkında kırılan bir diş, koşarken ayağı kırılan bir at, çizerken bir tabloyu biten bir renk, her şeye yeniden başlama gayreti için iki şiir; geldiğinde getirsin yıkıp vaat ettiğiyle önümüzü açsın. Ayna ya da yol, biri diğerinin yokluğunda kendini yansıtır bir fayda gibi.
Göndermek ve getirmek arasında sıkışıp kalmış, yürürlükten kalmaya ramak kalmış bir sis var. Elbet geçer ama yer bulmak, yurt edinmek bir rüyada, uzaklaşıp kaybolmak için değil, yanaşmak içindir. Bırakılan, düşen, kırılan, görmezlikten gelinen kapılar varacak yanıbaşımıza. Çünkü anahtar bir düşünce, açmak bir eylem, bir hareket çağı. Biz bu çağa buhar olmak için değil, bulut olmak için, göstermek ve düşmek için varmıştık. Unutmadan ve dimdik bir hatırlatmaya diklenerek.
Yeni bir söz, eylem yahut düş. Rotasını bilmese de olur, rotasını yolda düşünüp düşünüp düşürse de olur. Bize iyi gelen ne varsa, eskilerden sızıp günümüze ne kadar damlıyorsa, gelsin de gelsin. Ateşine yabancı kalmış külleri üfleyelim. Savrulup gitsin ki taze bir ateş yakılsın, bir işaret, bir çağrı gibi tabela olsun herkese.
Haftanın kitap önerisi: Banu Özyürek, Bir Günü Bitirme Sanatı / Everest Yayınları