Veli Saçılık
Gezi Davası cezaları ve 5 Mayıs sabahı HDP Genel Merkezi önünde S. Soylu’nun emriyle polisin tezgâhladığı siyah çelenkli mizansen saldırı, seçim atmosferine girildiğini gösteriyor. Gezi yargılamaları ve bu mizansenden de anlaşılacağı üzere, Saray Rejimi’nin seçim stratejisi, 7 Haziran-1 Kasım tarihleri arasında yürütülen baskı ve terör yöntemlerini copy-paste etmekten ibaret gibi görünüyor. Öte yandan, ekonomik-politik çöküşün etkilerini unutturmanın daha önceki seçimler kadar kolay olmayacağını yağmur gibi yağan zamlardan anlıyoruz. Bu nedenle rejim zorlandıkça ırkçı-milliyetçi histeriyi toplumun bütün katmanlarına yayıp, ekonomik yıkımı perdelemeye çalışıyor. Bunun için HDP’ye saldırmak, elbette en kestirme yol; dahası bu kestirme yol yalnızca faşizan-şovenist çevreleri değil, sosyal demokrat (kerhen de olsa) ve ulusalcı çevreleri de sarayın bahçesinde içtimaya toplamak bakımından her zaman sonuç veriyor.
5 Mayıs sabahı HDP Genel Merkezi önünde tezgâhlanan “siyah çelenk eylemi” giriş-gelişme-sonuç bakımından polisin elinde patladı. Güya çocuklarını arayan anneler HDP’den çocuklarını sormaya gelmişlerdi ama Ankara’ya getirecek anne bulamadıkları için Süleyman Soylu ile fotoğrafları olan ve Diyarbakır’da kimsenin itibar etmediği bir şahsı bulup getirmişlerdi. Bir tabur sivil-resmi polis ve onların yanına iliştirilmiş Havuz medyası mensupları önceden gizlice çağrılmıştı. Muhalif basın eylem süsü verilmiş baskından haberdar edilmemiş ve bayram tatili nedeniyle HDP milletvekillerinin, yöneticilerinin binada olmayacağı hesap edilmişti. Kendini savunamayan, kriminalize edilmiş bir HDP görüntüsü basına servis edilecek, eğer mümkün olursa siyah çelenk HDP kapısı önünde sürekli tutulacaktı.
Rejimin komuta merkezinde hesaplanan HDP’ye yönelik saldırı yine istenen sonucu ortaya çıkaramadı. Saldırıya karşı ilk andan itibaren partililerin aktif mücadelesi HDP’nin edilgen değil, direnen bir parti olduğunu dosta, düşmana gösterdi. “Sivil eylem” mizanseni polisin HDP’lilere saldırısı, milletvekili Ayşe Acar Başaran’a yönelik “seni çivilerim” diyerek ölümle tehdit etmesi üzerine paramparça oldu. Polisler tarafından getirilen iki “sivil” şahsın gitmesi sonrası sivil polislerin siyah çelenk etrafındaki nöbeti devam etti. Abartısız bir tabirle polis HDP Genel Merkezi önünde eylem yaptı. HDP tarafından parti önünde yapılan basın açıklamasında polisin yaptığı ölüm tehdidi ve eylemi teşhir edildi. Polislerin parti önünde sürdürdüğü ablukanın ve resmi eylemin derhal sonlandırma çağrısı Süleyman Soylu’nun Ankara’da konuşlandırdığı Güvenlik Şube Amirleri’ni trajikomik duruma düşürdü. Yenilginin farkına varan polis müdürlerinin sinirleri iyice gerilmişti, bir karşı hamle yapmak için yukarıdan emir bekliyorlardı ve beklenen emir S. Soylu’dan geldi. Ortada hiçbir şey yokken “saldır” emriyle polis hunharca saldırdı.
İçinde benim de olduğum altı kişi, yumruk, tekme, biber gazı, ters kelepçe gibi işkence yöntemleriyle gözaltına alındık. Parti içine biber gazı bizzat Güvenlik Şube Amirleri tarafından sıkıldı. Partiye giriş yollarının kapatılması sonrasında bir gazeteci ve avukat ağır bir şekilde darp edilerek gözaltına alındı. HDP’ye yönelik saldırı sekiz gözaltı ve çok sayıda yaralı ile neticelendi. Saldırının sertliğiyle ters orantılı olarak HDP’nin direnişi büyük yankı ve destek buldu. Birçok şehirde yapılan destek eylemleri, dost kurumların destek ziyaretleri ve bildirileri direnişin etkisini genele yaydı. Tutuklama, kapatma davası kıskacında hareketsiz hale getirilmeye çalışılan HDP, bir kez daha zapturapt altına alınamayacak bir mücadele verdiğini, Saray’da hazırlanan planları sokakta bozacağını göstermiş oldu. Polisin HDP önünde başlattığı seçim savaşlarının ilki AKP-MHP’nin yenilgisiyle sona ermiş oldu.
HDP’ye yapılan saldırının sadece HDP’lilere yapılmadığını, HDP üzerinden demokrasi cephesinin tamamı üzerinde baskı kurulduğunu tekrar etmekte yarar var. Ayşe Acar Başaran’a yönelik ölüm tehdidinin halkın iradesine saldırı olduğunu ve bunun bizzat rejimin merkezinde tasarlandığını biliyoruz. “Seni çivilerim” diyen polis şeflerinin bir gün sonra Ümit Özdağ karşısında süt dökmüş kedi gibi uysal olmaları, sarayın “makbul” muhalifleriyle sarayın ezeli düşman belledikleri arasındaki farkı bir kez ortaya çıkarmış oldu. Boğazına kadar suça batmış olan uçurum kenarındaki rejim elbette kendiliğinden yıkılmayacak ama güçlü bir direniş ve ortak mücadeleyle yıkılması gayet imkân dâhilinde. Rejim güçleri sonun başlangıcında olduklarını seziyor ve son noktayı koyacak gücün kimin elinde olduğunu da biliyorlar. Son noktayı koyma gücünde olanların kendi gücüne daha fazla güvenmesi ve demokratik kenetlenmenin başarılmasının Saray Rejimi’nin ömrünü daha da kısaltacağı aşikâr.