Diyaveddin Turhan*
İnsan hep tanımak, tanımlamak ister. Zihnimiz tanımlamaya ayarlıdır adeta. Gördüklerimizi, duyduklarımızı, hissettiklerimizi bir tanıma kavuşturmadan duramayız yerimizde. Bir tanıma ulaşmadan huzur bulamayız. Çünkü tanım ve tanımlama ilk adımlarıdır anlamanın. Bilincin, farkındalığın ilk basamakları. Anlamsa bir nevi güvenlik sığınağımız, durulmak istediğimiz bir liman. O da huzur getirmez, çoğunlukla rahatı kaçırtır ama anlamaktan geri duramayız. Tüm kutsallıkların barındığı derinliktir o. Limanına vardığımızda yükselen dalgalarıyla sarsması bundan. Yeni bir yolculuk başlıyordur, dümeni bırakamazsınız.
Anlamın dağları var bir de. Hep tırmanırız. Ulaştığımız her zirve daha yüksek bir dağı diker önümüze. Aç, susuz, soluk soluğa ve ayaklar tutmaz haldeyken derlenen anlam kırıntıları yeni bir tırmanışa çeker insanı. Çok yorucu, takatten düşürücü, hatta süründüren bir yolculuktur bu. Ama yıldırmaz. Daha doğrusu yora yora yılgınlık hallerini bertaraf eder. İradenizi, azminizi yorgunlukla yoğurur, biler, keskinleştirir. An gelir yükseklikler nefesinizi kestikçe yeni zirveleri gözünüze kestirirsiniz. Hiçbir zaman tırmanışa cesaret edemeyenler attığınız taşın ürküttüğünüz kuşa değmediğini söyleyeceklerdir alaylı alaylı. Nereden bileceklerdir ki, altın arayanın çok kazıp az bulmasının kadim bir bilgelik düsturu olduğunu.
Anlamın tüm dağları annelik coğrafyasındadır. Annelik tüm anlam örüntülerinin kesiştiği dünyadır. Anlamak adalettir der Bilge İnsan. Adalet ise anneliğin varlık gerekçesi, varoluş biçimi. Anlamın ve adaletin çağıldayan kaynağı. İçinde yaşayıp da anlamın hakkını tam veremediğimiz bir dünyadır annelik. Her “anne” dediğimizde akla ilk gelen kelimeleri bir düşünelim: emek, feda, güven, şefkat, umut, merhamet, cefa, saflık, adalet, güzellik, sabır, metanet, huzur, hüzün, hasret… Her gün onlarca kez türlü türlü bağlamlarda kullandığımız, varlığın varoluş gerekçesini olumlayan tüm kelimeler, kavramlar annelik dünyasına aittir. Kullanırken yalın ve açık görünseler de anlamı sorulduğunda elimiz ayağımız birbirine dolanır, kem küm etmeye başlarız. Olmadı kıyısından geçer, etrafından dolanırız. Yaşanan, yaşanılan ve yaşatılan çok katmanlıdır çünkü. İyi niyetli anlama çabaları dahi belirli hislerin ötesine geçmiyor. Misal anne sevgisini ele alalım, onda içerilmiş olan saflığı, umut ve güveni bir tanıma sığdırabilir miyiz? Ne kadar anlayabiliriz? Yavrusundan koparılan annenin acısının, hüzün ve hasretinin eteklerine varabilir miyiz? Zor. Çok zor. Çünkü ne kadar içinde olunsa da anlamanın yetersiz kaldığı hakikatler dünyasıdır annelik.
Söz annelikten açılınca yalanlar yığını bir dünyanın kapısı da aralanır. Sözde annelik en yüksek mertebeye yerleştirilmiş, kutsanmıştır. Ama varlığını olumlayan tüm vasıflar iğdiş edilmiş, coğrafyası talana uğramış, acılara gark edilmiş, her türlü baskı ve zulüm reva görülmüştür. Onurlu evlatlarının önüne diktirilecek kadar anlamından boşaltılmıştır. Coğrafyası üzerinde titreyenin ise cesedi sokak ortasında günlerce kurdun kuşun insafına terk edilmiştir. Mezarına saldırılır, evlatlarına hakikat aşılayanın. Evladının kemikleri çalınır kimisinin, sonra posta kolisiyle kendisine gönderilir. Evladı kaybedilir kiminin, ömrü evladının akıbetini sormayla geçer. İşte varlıkları adaletle eşdeğer anneler Adalet sarayları önünde Adalet Nöbeti’nde. İşte zindan ve sürgün yollarında evlatlarıyla birlikte süründürülen anneler hasta çocuğuna veda edebilmek için veya tahliyesi gelene kavuşmak için Adalet Nöbeti’nde.
Annelik coğrafyasında hakikat tüm yakıcılığıyla ortadayken, yalan hükümranlığının dayattığı zulüm nasıl tanımlanabilir, ne kadar anlaşılabilir? Şöyle bir bakıp lanet okumak yeterli midir? Evlatlarına, evlatlarının mezarına hasret anneler Adalet Nöbeti’ne yazılmışken, biz evlatlarına rahat var mıdır? Hangi yüzle kutlarız günlerini? Onca zulüm ve acı karşısında eğilmemiş, vakur ve mağrur duruşundan taviz vermemiş annelerimizin Adalet Nöbeti’ne yazılmış olması rahatımızı kaçırmıyorsa ne kaçırtır?
Annelerin nöbete yazılıyor olması sadece annelik dünyasının ne kadar zalimce tarumar edildiğini göstermiyor, biz evlatlarının da o dünyadan ne kadar uzaklaştığımızı ve vefasızlığımızı gözler önüne seriyor. Anlamaktan, haklarını ödemekten söz edeceksek her şeyden önce annelerin nöbete yazılmadığı bir dünya inşa etme sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Ancak o zaman karşılarına çıkma, günlerini kutlama yüzümüz olur.
Adalet Nöbeti’ndeki annelerin affına sığınır, ellerinden öperim!
——————–
* Şakran 1 nolu T Tipi Cezaevi