Mukaddes Erdoğdu Çelik
“78’ler Vakfı’nın resim sergisinde İlhan’ınki dahil çok sayıda erkeğin resmini gördüm. Ama hiç kadın resmi yoktu. Sanki 12 Eylül’de bu ülkede hiç kadın ölmemişti. Sadece ölüm değil, yaşarken de kadınlar hatırlanmıyor. Kadının tarihsel ikincilliği burada da geçerli.” (Gül Erdost-DPOD)
Dün 6 Mayıs’tı. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in Ankara- Ulucanlar’da idam edilişlerinin yıl dönümü. 30 Mart’ta da Kızıldere ve Mahir’leri andık. 18 Mayıs’ta İbrahim’i anacağız. 31 Mayıs’ta Sinan’ları… ve devam edeceğiz.
68 Başkaldırısı’ndan 71 Devrimci Başkaldırısı’na giden yolun, kahramanlık çağının öncüleri, liderleri ve militanları tamamı. 50 yıl önce katledildiler. 50 yıldır hüzünle, öfkeyle ve mücadele kararlılığıyla anılırlar. Devrimin yeni kuşakları onları her sene yeniden tanır, sever ve kavganın yeni doruklarına doğru yürüyüşlerinde rehber edinirler. Onlar bu toplumda halkların bağrına bastığı, sevgi ve saygıyla andığı evlatları, devrimci kuşakların bitmeyen bir enerji ve ilham kaynağı olmaya devam ediyorlar. Hepsini sevgi ve saygılarımla anıyorum.
Bu tablonun yine de büyük bir eksiği var. Girişte yer verdiğim örnek gibi, sanki 12 Mart faşizmi hiç kadınları öldürmemiş, kadınlar 68’den 71’e hiç yaşamamış, kahramanlık çağının kadınları olmamış! Onların adlarını anmak, özel programlara konu etmek hiç gerekmezmiş gibi, yıllar geçirdik bu coğrafyada. Oysa, 12 Mart’ın devrimci kahramanlarına ilk ağıtları yakanlar bile köylü kadınlardı!
Sadece bu coğrafya da değil, dünyada da böyle oldu bu! Evet 68 bir başkaldırı zamanıydı. Gençlerle başladı, işçi sınıfı bölükleri, yoksul ve üretici köylülerin eylemleriyle sürdü. Ama hem onların bileşeni olarak kadınlar vardı, bütün o mücadelelerin içindeydiler, çevresindeler, iş-aş, barınma sorunlarını omuzlamışlardı özellikle de.
Ama 68 bir de kadın başkaldırısıydı! Dünya 2’nci Dalga Feminist başkaldırıyı o zaman yaşadı! Yaşandığının da farkında olmadı mücadele safları. Dahası kadınlar kendi sorunlarını dile getirdiklerinde, özgürlük, eşitlik taleplerini dillendirdiklerinde erkek mücadele arkadaşlarının alay ve hakaretlerine de uğradılar. Türkiye’nin 68’inde ve 71’inde de kadın başkaldırısı, kadın bilinciyle yaşanmadı ne yazık ki. Anılmama halinde en büyük paya bu gerçek sahiptir. Yani kadınlar, ancak kendi bilinçleriyle tarihteki yerlerini açığa çıkarabilirler. Bu yazının amacı da bu zaten.
Köyden kente kadın işçiler
1960’lı yıllar, 50’lerde hızlanan kapitalist gelişme, köyden kente göçü hızlandırırken kadınların kitleler halinde fabrikalara akmasını sağladı. Yani Türkiye’de işçi sınıfının ekonomik- sendikal mücadelesi esasen 60’lardan itibaren kitleselleşme, kadın işçileri de kapsayarak gelişti. 60’larda sendikalaşmanın yeni başladığı işyerlerinde, 60’ların sonunda Türk-İş’ten DİSK’e geçişlerde kadın işçiler yer aldılar, kadın işçilerin yoğun olduğu kamu işyerlerinde direnişlerin gövdesini onlar oluşturdu. Mesela 1963’te, 273-274 sayılı sendikalar yasasının çıkışının müsebbibi sayılan Kavel Kablo’nun grevci kadın işçileri. İşçi kadınların sendikal örgütlenme ve mücadeleye katılımı, 68-71 devrimci dalgasına açıkça yansımıştır. Devrimci öğrenci kadınlardan başka işçi kadınlar, özellikle TİP örgütlenmesinde ve sonra da 71 devrimci hareketinde yer almışlardır.
Benzer gelişme bütün toplumsal örgütlenmelerde de görülecektir. Mesela öğretmenler, öğretim üyesi ve (özellikle 70’lerde) sağlık emekçileri gibi memurların örgütlenmesinde ve mücadeleye katılımında bu çok açıktır. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) toplumsal örgütlenmelerin öncüsü olarak bünyesinde kadın öğretmenleri de topladı. Örgütlediği 1970 grevine, kadın üyeleri de katılmıştır. 60’ların sonundaki toprak işgalleri ve kitlesel üretici köylü hareketinin içindeki kadın nüfusu, eylemlere bakarak, önemli bir sayıda oldukları tahmin edilebilir. Kente akının büyük hız kazandığı bu yıllarda gecekondulaşmanın ilk ve esas kurucusu kadınlar olduğu gibi, yıkım direnişlerinin öndeki neferi de onlardı.
Ekonomik ve toplumsal gelişme kadının siyasal etkinliklerde tam karşılığını yaratamadı ama yine de olduğu kadarıyla 12 Mart faşist darbesi, harekete geçen kadınları cezalandırmayı ihmal etmedi. Cumhuriyet tarihi boyunca TKP kimliğiyle komünistlere, aydın ve sendikacılara karşı yürütülen sürek avı döneminden sonra 12 Mart bu devletin, devrimci hareketin yeni örgütleriyle karşılaştığı ve ilk kapsamlı kitlesel saldırısıdır. Kadın militan Meral Yakar, TKP/ML-TİKKO davasından, yargılanma fırsatı bile bulamadı. Kaza kurşunuyla yaralı olarak kaldırıldığı hastanede üç gün polis işkencesi ve baskısıyla tedavi edilmek yerine ölüme terk edildi. THKP-C’den Hatice Alankuş, yine aynı hastanede zamanında teşhis konup tedavi edilmediği için bağırsak düğümlenmesinden yaşamını yitirdi. Onlar da zamanın devrimci şehitleridir.
Katledilen kadınlar
71 devrimci hareketine karşı üç yıllık bir döneme yayılan saldırı, bugünkü gibi Balyoz Harekatı sloganıyla, büyük bir saldırganlıkla yürütüldü. Devrimci kadınlar, o güne kadar eylemlere katılanları, yardım ve yataklık edenleri, onların yakınları, birçok durumda çatışmalı operasyonlarla gözaltına alınıp tutuklandılar. Tarihte ilk kez bu topraklarda kadınlar mücadeleye kitlesel olarak ve bazen de silahlı biçimlerle katılmışlardı. Gözaltına alındılar, işkence gördüler, cinsel işkencenin her çeşidini yaşadılar, birçoğu tecavüze uğradı. 12 Mart döneminde kadınlar daha çok İstanbul ve Ankara’da tutuklu kaldılar. Dönemin tutukluluk süresi ortalama üç yıldır. İdam cezaları 74 af kararıyla cezası müebbete çevrilen üç kadın (İlkay Demir, Rüçhan Manas, Banu Ergüden) af ve infaz yasası değişimlerinin indirimleriyle 10 yıla yakın süre cezaevinde kaldılar. 5 ila 15 yıl arasında ceza almış birkaç kadın bu 3 yıl içinde cezalarını tamamlamışlardı zaten. Geriye kalan büyük çoğunluk, henüz yargılıma aşamasındayken 74 af yasasının sağladığı indirimlerle tahliye olmuşlardır.
Tutuklananlar içinde işçi kadınlar ve işçi çalışması yaparken tutuklanan kadınlar vardır. Ama dönemin tutsak kadınlarının bileşimi; Boğaziçi, ODTÜ, İstanbul ve Ankara üniversitelerinin öğrencileri, meslek sahibi veya aydın ve sanatçı kadınlardan oluşmaktadır. O günkü hareketin militanı kadınlar yanında birçok kadın mücadeleye duydukları sempati düzeyinde harekete şu ya da bu düzeyde daha çok yardımcılık işlerinden tutuklanmışlardı. Üst düzey yönetici kadın sayısı oldukça az ve TİP Lideri Behice Boran da bir istisnadır. Üç ana kentten başka, Erzurum Dev-Genç ve TÖS davasından yargılanan kadınlar oldu ve mesela ozan Şah Turna, Diyarbakır 7. Kolordu Cezaevi’nde tutuklu kaldı.
Aradan 70’lerin devrimci yükselişi, 80’lerin yenilgi ortamında filiz veren feminist aydınlanma ve eylem dalgası, 90’ların özel savaş ortamında kadın özgürlük dalgaları yaşadık. 2000’lerin kadın kurumsallaşmaları ve nihayet 21’inci yüzyılın kadın devrimleri zamanını yaşıyoruz. Bugün artık kadınlar siyasetin en önünde yürür haldeler. Kadın bilinciyle yürüyorlar, meclislerle örgütleniyor, eşbaşkanlıkla eski dünyayı sarsıyorlar. Hele de zamanın isyanı Rojava kadın devrimi, kurucu gücü, kadın aklı ve iradesinin aynası gibi parlıyor. Her alanda olduğu gibi, siyaset tarihinde de kadını adıyla yer almak, teori üretmek ve eylemek söz konusu olduğunda yeni kuşak kadınlar çok şanslı.
Bu haldeyken, kavganın şafağındaki ilklerimizi, ilk hallerimizi hatırlamak yine de çok önemli. 68’den 72’ye devrimci başkaldırı zamanlarının bir de kadın cephesi vardır. O gün bugün bu geleneğin sürdüğü her yerde onların da izleri, emekleri ve mirasları vardır. Bu mirasın asıl eksiği, yani kadın bilinci ve iradesi yoksunluğu artık bizim mirasımızdır. 68’den 71’e yaşamış kadınların son yıllarda ürettiği çok makale, çok kitap, hatta onları konu alan çok belgesel film, inceleme yapıldı. Onları okumak, izlemek, öğrenmek daha fazla gerekli. Erkek egemen tarihin kaydetmediği kadını tanımak, bilmek, yeni kadın kuşakların hafızasının parçası olmalıdır ve bu zorunludur.
HDP Kadın Meclisi Üyesi