Figen Yüksekdağ*
Biz Ankara’da Kobanê Kumpas Davası duruşmasında siyasal yargı ile olağan cebelleşmelerimizden birini yaşarken, İstanbul’daki Gezi Davası’nda ceza kararı çıktı. Çok öfkelendiğimiz doğrudur. Ama şaşırdığımızı söyleyemem. Gezi Davası en azından Gezi’nin yarı çapında sahiplenilmediği durumda böyle bir sonuç kaçınılmazdı. Zira AKP-MHP iktidarı varlık mücadelesini iki dava üzerinden sürdürüyor; Gezi ve Kobanê davaları. Bu davalarda verilen ağır cezalar Erdoğan ve Saray iktidarının siyasi zafer ve hakimiyet gösterisidir. Ama bir o kadar da Pirus Zaferleri ile moral bulan milyonların öfkesinden duydukları korkuyu kumpas davalar ile hapsedilen aktivist ve siyasetçilerden çıkaran bir acziyet göstergesidir. Şimdi sözde Gezi’de sokağa çıkan kitlelere ibret olsun, korku yaysın diye Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Çiğdem Mater ile birlikte 8 dayanışma görevlisine ceza yağdırdılar.
Peki ne oldu? 2013 ilk yazında sokakları, meydanları özgürleştiren 5 milyon kadın ve erkeğin yakın tarihini, deneyimini, bilincini saklı bahçelerinde büyüyen isyan potansiyelini silip atabildiler mi? Barışçıl protestonun demokratik direnişin temel hak olduğunu kendi eylemi ile kavrayan haklar hakikati yalan mı oldu? Gezi Haziran hareketine düşman işgali muamelesi yapan, düşman hukuku uygulayanların böyle olmasını istediği kesin. 9 yıldır başlarını her yastığa koyduklarında gördükleri Gezi kabusundan böyle kurtulduk sanıyorlar. Onları bu denli korkutan Gezi’nin öyle söylendiği gibi kasıtlı örgütlü bir hükümet düşürme girişimi olması değildi. O günlerde kendini umutsuz özgücüne güvensiz ve AKP’nin her evin içine kadar uzanan işgali karşısında çaresiz hissedilenlerin birkaç saatte ve günde yaşadığı büyük sıçramaydı. Hız ve netlik eş zamanlı gelişti. Birbirini tanımayan, bilmeyen yüzbinlerce insanın organize olma yeteneği birden adeta fışkıran kolektif zeka birbirini sahiplenme ve dayanışma inceliği 10-15 gün içinde yaratılan estetik değerler, komin alanlarında, barikat başlarında boy veren toplumsal etik öyle bir nitelik ortaya çıkardı. Ki AKP ve Erdoğan bunun moral ağırlığı altında eziliyor. Yönetilenlerin iktidarı ele alamasalar da yönetenleri eyleminin niteliği ile aşmasıydı bu. Yenilmezlik zırhına bürünen iktidarı o zırhın isyan geçirdiğine, kırılıp delindiğine ayıktıran sosyal güçtür. Bu nedenle AKP ve Erdoğan’ın Gezi nefreti bitmiyordu. 8 kişiye en ağır cezaları vererek yaşadıkları psikolojik travmayı, nitelik yetmezliğini 20 yıllık iktidar lüksüne rağmen kendilerini Gezi pratiği ve derinliğinin yarısı kadar kuramadıkları gerçeğini unutmaya çalışıyorlar. Erdoğan’ın dediği gibi davayı bitirince “Bu iş bitmiş” olsa çok sevinecekler.
‘Seçilmiş düşman’ ile şok
Ama 20 yıldır kendi mutlak hakim sarayların aklının havsalasının olmadığı bir şey var. Halk barikatı denilen kavram ve olay. Kırık çıkık dava dosyalarına sığdırılamaz. Demokratik protesto ve direniş hakkı hiçbir mahkeme tarafından yargılanamaz. Halk hakikati geniş, karmaşık, çok yönlü bir kavramdır ama soyut ve donuk değildir. Gezi davasında 8 hak savunucusuna “şok edici” cezalar verenler halk direnişinin sorumlusu ve organizatörünün onlar olmadığını ve hakikatin her şeyi ile şeffaf yapısı gereği olmayacağını bal gibi biliyor, amaç tam da “seçilmiş düşmana” cezalandırarak halkı şok etmek. Milyonların algısına yönelik yayılan şok dalgaları ile toplumun en temel insani talepleri için büyük protestolara girişmekten caydırmaya çalışıyorlar. Toplumsal hareketi küçük yutulabilir parçalara ayırma “terör, provokasyon” baskısı çoğu muhalif özneyi gölgesinden korkar hale getirme, “sokağa dökülme, sokağa çağırma” hakkını düşman hukuku mengenesi ile ezme düzeneği çoktandır işliyor.
Kobanê davasında yargılanan siyasetçi ve kadın hak savunucuları da aynı saldırı düzeneğinin hedefi değiller mi? IŞİD canavarlarına karşı gelişen toplumsal demokratik refleks ve özsavunma dayanışma hareketi 38 kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle saldırı ve ceza konusu ediliyor. Gezi’de polis mermileri, gaz bombaları, faşist linçle gerçekleştirilen cinayetlerin faillerini nasıl yargı kıyağı ile kollayıp canından can gidenleri cezalandırdılarsa, aynı düzeneği Kobanê davasına da uyguluyorlar. Tabi dava ve direnişin öznesi Kürtler olunca provokasyon, komplo ve ceza 8’e katlanıyor. Kobanê dayanışması hareketi de tıpkı Gezi gibi milyonların onurunu, vicdanını harekete geçirmiş ve iktidar ölüm talimatı verinceye, provokasyon timleri sokağa salınıncaya kadar insanların ailecek katıldıkları bir halk eylemselliği olarak gelişmişti. 6-8 Ekim sürecinde iktidar ve kontra-paramiliter çeteler eliyle gerçekleştirilen katliam yetmemiş olacak ki bugün o halk iradesine Kobanê Davası eliyle yeniden cezalandırma peşindeler. Kürtlerin hem doğrudan varlığını, demokratik eylemlerini hem temsili siyasi iradesini hedefleyen hiçbir yerden hayat hakkı tanımayan bir saldırganlık bu.
Gezi’den Lice’ye köprü
Ama neresinden baksalar, neresinden saldırsalar da toplumun sadece tarih tarafından anlaşılacak hareketinin doğasına dokunamazlar. Gezi ve Kobanê direnişleri, biri Batı, biri Doğu merkezli olmak üzere yönetilenlerin doğrudan siyaset sahasına indiği ve birileri tarafından örgütlenmeyi beklemeden tarihin yönünü değiştirdiği toplumsal hareketlerdir. Yönetenler artık kendini paralasa, taş üstünde taş bırakmasa bu hakikati değiştiremez. Hakikat tarihi değiştiriyor, geleceği şekillendiriyor çünkü.
Gezi, toplumu kuşatan ve gittikçe sıkan yeşil faşizm kemerinin ilk kırılma anı ve noktasıydı. Kendini efsunlu sanan AKP-Erdoğan iktidarının büyüsünün bozulduğu, hikayesinin geriye sarmaya başladığı dönemecin adıydı. Gezi aynı zamanda 2013 Mart’ında ilan edilen Kürt sorununda çözüm sürecinin oluşturduğu iklimde boy verdi. Bugün bazı muhalif kesim ve Gezici bunda bir illiyet bağı, kader birliği görmüyor. AKP-Erdoğan sultasının ömrü bu nedenle uzun sürdü zaten. Oysa Gezi Direnişi Fırat sınırını geçip, Lice’de orman kıyımı ve kalekol inşasına karşı halk hareketi olarak kendini gösterdiğinden, politik ve psikolojik sınır da aşılmıştı. Taksim’de günlerce “Diren Lice” sloganlarını haykırın kitle, tarihsel bir köprünün kurulmakta olduğuna işaret ediyordu.
Tam da bu kritik noktada Gezi Direnişi ağır bir saldırıya uğrayarak, Türkiye çapında aşama aşama tasfiye edildi. 2014 Kobanê halkı hareketi yine çözüm sürecinin bağrında gelişti ve daha çok Kürdi yanıyla tasnif edilse de Gezi ruhu taşıyordu. Çünkü Gezi ve Kobanê hareketleri iç içe geçmiş sorun, talep ve birikimlerin, halkların etkileşime çok açık olduğu bir dönemin ürünüydü. Buna devrimci durum deniyor. 2013 Haziranıyla başlayıp 2015 Haziranına kadar süren bu devrimci durum değişikliğine iktidarın müdahalesi ise kanlı ve acımasız oldu. En çok Gezi ve Kobanê süreçlerinde sergilenen halk iradesine saldırdılar. Aradan geçen 8-9 yıla rağmen hala dertleri, nefretleri bitmedi. Zira halkların kolektif cesaretinden, siyaset merkezinin çeper tarafından aşılmasından, Erdoğan’ın deyişiyle “Ayakların baş olma sevdasından” ölümüne korkuyorlar. Olanca görkemiyle direniş hakkını keşfeden, bunun meşruluğunu cüretle savunan halklar, kadınlar, gençler, kazanmayı da direnirken öğrendi. Gezi ve Kobanê hareketleri ardında toplumun tutunacağı böyle kazanımlar bırakmıştır.
Bugün ağır ve aralıksız intikam saldırılarından daha fazla odaklanmamız gereken, tutunduğumuz kazanımlar ve onların nasıl geliştirileceğidir. Mevcut düzenden hoşnutsuz ve mutsuz olan herkes Gezi’nin olduğu kadar Kobanê’nin değer ve kazanımları etrafında buluşamazsa, gelişim ve kurtuluş sağlanamaz. Demokratik direniş hakkını, ülkenin iki yakasını bir araya getirecek bilinçte savunmaktan söz ediyoruz. Tarihin akışı ve zulmeden egemenler toplumu ve politik öncülük iddiası taşıyanları birleşmeye zorluyor. Bu zorunluluk kavranmadıkça kimse kendi bahçesinde huzur bulamaz.
Gezi’yle birlikte Kobanê ve HDP kapatma davaları karşısında politik özgürlük davası kavrayışıyla mücadeleyi yükseltmek içinden geçtiğimiz sürecin turnusol kağıdı olacak. Toplumun bu davalarda temsil olunan politik dinamiğini, birikimini, değişim potansiyelini savunmadan düşülen her yanlış ve boşluk, bugünü zedeler, geleceği erteler. Ama kurulacak birleşik savunma hattı, Gezi’nin hala yankılanan o sloganını gerçeğe dönüştürebilir. Yeni ve daha güçlü bir başlangıç yapabilir. Faşizm tarafından bölünerek kaybedenler, birleşerek yeniden kazanabilir.
*Kandıra F Tipi Kapalı Cezaevi