Kenan Kırkaya
Başlıktaki bu tespit Almanya Başbakanı Olaf Scholz’a ait. Scholz İsveç Başbakanı Andersson ve Finlandiya Başbakanı Sanna Marin’le yaptığı görüşmelerden sonra “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzeni bozdu” açıklamasında bulundu ve Rusya’nın bu eylemlerinin, “Avrupa’yı savunma stratejisini güçlendirmeye zorladığını” savundu.
Bu tespit uluslararası düzenin yaşadığı krizi itiraf ediyor aynı zamanda. İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolüyle bugünkü düzenin kurulmasında pay sahibi olan Almanya değişimi yeni görüyor olabilir ya da bunu Rusya’nın eylemlerine bağlamayı tercih ediyor olabilir ama ne değişim yeni başladı ne de düzen yeni bozuldu. Eşitsizlik, savaş ve çatışma üreten, emeğin sömürüsü üzerine şekillenen düzen zaten bozuktu ve artık işlememeye de başladı. Haliyle bu düzen değişiyor, değişmek zorunda. Bu değişimin acısını, sancısını her yönüyle ve ne yazık ki büyük bedellerle halklar ödüyor. Tıpkı birinci ve ikinci dünya savaşında olduğu gibi, tıpkı tarihsel bütün değişim ve dönüşümlerde yaşandığı gibi.
Geçmişte yaşanan değişim süreçlerinden farklı olarak bugünkü güç dengeleri çok daha karmaşık. Yine de değişim sürecinde 3 temel gücün sahnede olduğunu görmek mümkün. Bu güçlerden biri mevcut düzeni sürdürmeye çalışan statükocular, bir diğeri koşulları fırsat bilerek geçmiştekinden bin beter otoriter ve hatta faşizan yönetimler devşirmeye çalışan bölgesel ve uluslararası emperyalist odaklar, üçüncüsü ise mevcut gidişata itiraz eden, dengeleri değişimden yana zorlayan, yeni düzeni özgürlük üzerinde inşa etmek için mücadele veren halklar, inançlar, ezilenler, kadınlar ve toplumun geniş kesimleri. İlk iki gücün iç içeliği, geçişkenliği, çıkar ortaklığı çelişki ve çatışmanın en nihayetinde ezilenler ile ezenler arasında derinleştiğine delalettir.
Gerçekten nedir değişmekte olan, nedir değişimi zorlayan? Scholz’un işaret ettiği ve değiştiğini söylediği “İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzen” neydi, nasıl şekillendi? İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı 1939 ve 1945 arasında ABD ve İngiltere öncülüğünde Casablanca, Washington, Quebec, Moskova1, 2, Kahire1, 2, Tahran, Dumbarton Oaks, Yalta, San Francisco, Postdam isimleriyle anılan ondan fazla konferans gerçekleştirildi. Bu konferansların çoğu dönemin Amerika Başkanı Roosevelt ile İngiltere Başkanı Churchill arasında gerçekleşti ve bazılarına da Rusya adına Stalin katıldı.
Ekonomi, savunma, uluslararası ilişkiler başta olmak üzere oluşturulacak yeni düzenin parametreleri bu konferanslarda tartışıldı. İngiltere ve ABD ortaklığına rağmen her iki gücün bile anlaşamadığı konular bu konferanslarda da varlığını sürdürdü. Ancak bütün bu görüş ayrılıklarına, çelişkilere rağmen kapitalist sistem bu arayışlardan sonra yeniden restore edildi ve bugün dünya düzenini ayakta tutan kurumların tamamı o dönem oluşturuldu. NATO 4 Nisan 1949 yılında Washington’da, BM 24 Eylül 1945’te Kaliforniya’da, Dünya Bankası Temmuz 1944 yılında ABD’de kuruldu… Gelinen aşamada BM başta olmak üzere dünya düzenini ayakta tutan kurumların neredeyse tamamı işlevsiz. Dünyanın her tarafında çatışmalar yaşanıyor. Bu kurumların hiçbiri halkların özgürlük ve eşitlik taleplerine cevap veremiyor çünkü hiçbiri böyle bir mantıkla kurulmadı. Aksine halkların direnişini, değişim talebini bastırma işleviyle oluşturuldular, öyle çalıştılar. Buna karşı süreklileşen halk ve hak mücadeleleri bu kurumları işlevsiz hale getirdi, düzeni bozdu. Değişimi dayatan da başlatan da ne Rusya-Ukrayna savaşıdır ne de Scholz’un çözüm olarak işaret ettiği Avrupa’nın güvenlik ihtiyaçlarıdır. Değişimi dayatan halk ve hak mücadelelerinin kendisidir. Dolayısıyla “bu düzen zaten bozuktu” ve onlarca yıldır Ortadoğu’da, Afganistan’da, Kürdistan’da yaşananlar sadece bölgesel düzeyde değil küresel düzeyde de değişimi dayatıyor. Arap Baharı bunun somut göstergesiydi, Suriye’de, Libya’da yaşananlar bu değişimin başka halkalarını oluşturdu. Egemenlerin başlattığın savaşların tamamı bu değişimi engellemeye, rotasını değiştirmeye yönelikti, öyle de devam ediyor.
Değişim süreci Avrupa’da değil, Ortadoğu’da nihayete erecek ve büyük ihtimalle 2030-2035’e kadar tamamlanmış olacak. Kürdistan’da yükselen mücadele kritik bir yer kaplıyor bu değişim sürecinde. Türkiye’nin Şengal’e, Zap’a, Rojava’ya yönelik başlattığı saldırılar ve bu konuda uluslararası güçlerden aldığı destek, Kürdistan merkezli başlayan özgürleşme sürecini sekteye uğratarak otoriter düzenin yaşamasını sağlamaya yöneliktir. Aralarındaki her türlü çelişkiye rağmen Türkiye, KDP, Irak ve başka uluslararası güçlerin Kürdistan’a karşı ortak hareket etmeleri “bozulan düzeni” onarmaya nereden başlattıklarını gösteriyor. Kürdistan merkezli “özgürlük” talepleri bastırılırsa, düzenin işleyebileceğini düşündükleri için Kürdistan’a yönelik saldırı bir uluslararası konsept şeklinde yaklaşık 40 yıldır kesintisiz bir şekilde devam ediyor.