İlham Bakır
İnsanlık tarih boyunca iklim değişikliği, doğal afetler, kıtlık, savaş gibi sayısız sorunla karşı karşıya kalmış; bütün bu sorunları aşmanın, insan neslini devam ettirecek mücadeleyi kazanmanın ve yaşamı yeniden kurabilmenin bir yolunu bulmuştur. Hem de bunlar bilimsel ve teknolojik gelişmelerin henüz çok ilkel olduğu dönemlerde başarılabilmiştir. Yaşanan felaketlerin en kalıcısı, en çok tekrar edeni, en tahripkarı elbette insan eliyle yaratılan ve insanın açgözlülüğünün, ihtiraslarının bir sonucu olarak ortaya çıkan savaşlardır. Bu savaşlar, teknolojik ve bilimsel gelişmelere bağlı olarak insan nesli üzerinde daha kıyıcı, yıkıcı sonuçlara yol açarken doğa üzerinde de telafisi imkansız tahribatların ortaya çıkmasına, tüm canlılar için yaşam alanlarının hızla tükenmesine yol açmıştır. Üstelik bu tahribatlar artık savaşların yanı sıra ve ondan da çok daha ağır bir biçimde kapitalist sistemin kendini yaşatmak için yarattığı aşırı tüketim alışkanlıkları ve ilişkileri ile dünyadaki yaşamın son bulmasına yol açacak cehennemin kapısını aralamıştır.
İnsanlık mülkiyet ve aşırı kazanç hırsının elinde bir felakete sürüklenirken elbette bütün bu tarih boyunca ve günümüzde de buna karşı çıkan arayışlar, mücadeleler de hiç eksik olmamış, bu anlamda hem felsefi, ideolojik olarak fikri planda hem de pratik anlamda büyük mücadeleler ortaya çıkmıştır. Özellikle dünyanın, doğanın yok oluşuna götüren zihniyetin temel motivasyonları olan mülkiyetçilik ve iktidarcılığa karşı sayısız öğreti ortaya çıkmış, bu konuda örnek teşkil edecek toplumsallıklar yaratmayı başarmışlardır. Devletçi iktidar öncesi komünal yaşamı esas alan insan toplumsallığı ise zaten binlerce yıllık deneyime sahiptir. Tüm bu dönemler boyunca insanlığa ışık ve umut olan şey, bu konularda felsefik olarak yürütülen tartışmaların büyüklüğü, çokluğu ve derinliğidir. Kapitalizmin neredeyse büsbütün egemen olduğu ve egemenliğinin mutlak ve sonsuz olduğuna insanları ikna ettiği çağda eksikliği yaşanan ve bu egemenliğin mutlaklığına inanılmasına yol açan şey felsefi olarak bu varoluşsal soruna dair tartışmaların kendini tekrar etmekten öteye gidememesi ve derinliğini yitirmiş olmasıdır.
Felsefi tartışmaların, entelektüel analizlerin rehberlik etmediği hiçbir toplumsal muhalefetin zemin tutabilme, yol alabilme şansı yoktur. Bu küresel ölçekteki sorunlar için de böyledir, bölgesel bir sorun için de böyledir. Bugün Türkiye’nin yaşadığı bütün sorunların çözümsüz kalmasında, insandan ve doğadan yana her mücadele ve muhalefetin sonuçsuz kalmasında bu felsefi ve entelektüel öncülüğün eksikliği kendini göstermektedir. Mevcut iktidara, yarattığı yokluk ve yoksulluk; insanların yaşamını cehenneme çeviren baskıcı ve ceberut uygulamalar üzerinden itiraz dillendirilirken ve mücadele verilirken böylesi bir iktidarı yaratan ahlaki problem neredeyse hiç tartışma konusu edilmemektedir. Mevcut iktidar, yarattığı zulümle meşruiyetini ve desteğini kaybedip düşse bile onun yerine gelecek iktidarın kısa sürede halefinden aşağı kalmayan bir zulmün sahibi olmasını engelleyecek bir ahlaki, felsefi, entelektüel tartışmanın yokluğu ortadadır. Bu durumun sayısız defa tekrar ettiği ömrü, üçüncü çeyrek yüzyıla adım atmışların tümünün malumudur.
Elbette geniş kitleleri mobilize edecek, kısa sürede örgütleyecek söylem, taktik yol ve yöntemlere ihtiyaç vardır ve bu ihtiyacı görecek adımlar atılmalıdır. Ancak yaşanan ahlaki çözülmenin ve toplumsal çürümenin geniş kitlelere derinlemesine anlatılmadığı bir muhalefetin ve mücadelenin insanların yaşamına, bu ülkeye kazandıracağı yeni ve güzel hiçbir şey yoktur. Öyle ya da böyle her iktidarın bir ömrü vardır. Bütün mesele yeni iktidara giden yolun taşlarının nasıl ve ne ile döşeneceği meselesinin derinden tartışılması meselesidir.