Yönetmen Alfonso Cuaron’un Son Umut filmi, bir anda sonu gelen dünyadan ziyade sonuna iniltiyle yaklaşan bir dünyanın anlatısı ve dikkat çekici bir uyarı
1 FİLM 1 YÖNETMEN
Çeviri: Tolga Er
Britanyalı yazar P. D James’in 1992 yılında yayımlanan distopik romanından uyarlanan “Son Umut” (Children of Men), küresel çapta kısırlığın yaşandığı bir dünyayı anlatır. Yönetmen Alfonso Cuaron’un “Son Umut” filminde gerillalar metruk binaları işgal eder, evsizler ağıllarda yaşar. Aç susuz bir şekilde yaşamaya mahkum edilen mülteciler kafeslere tıkılır. Güvenilebilecek bir kamu hizmeti yoktur. Geriye kalan tek yönetim Britanya yönetimidir ve kendisi bir polis devletidir. Sınırlarını kapamıştır ve mülteci haklarını savunanlarla Britanya arasında çatışma vardır. Filmde, Theo Faron (Clive Owen) ile Kee adındaki (Clare- Hope Ashitey) bir kadının yolculuğuna tanıklık ederiz. Kee hamiledir; dolayısıyla kısırlığın hakim olduğu bugünün geleceğe açılan kapısının anahtarıdır. Yönetmen Cuaron’a göre “Son Umut”, izleyiciyi çeşitli şekillerde uyandırabilir. Ya uyanır, gözlerinizi ve kulaklarınızı kaparsınız ya da Theo gibi tüm duyularınız kükreyerek uyanırsınız. Ne de olsa “Son Umut”, bir anda sonu gelen dünyadan ziyade sonuna iniltiyle yaklaşan bir dünyanın anlatısıdır, dikkat çekici bir uyarıdır. Filme göre gelecekte korku duymamız gereken tek şey de geçmişin kendisi olacaktır. Bu geçmiş de bizlerin geçmişidir, yani bizlerdir. Aşağıda okuyacağınız söyleşide ise yönetmen Alfonso Cuaron, günümüzdeki demokrasi anlayışını eleştiriyor ve bugünün dünyasında milyonları bulan yerinden edilmelerin 2000’lerin başından beri görünür olduğundan bahsediyor.
Filminiz bir yandan mülteci krizinin Britanya’ya ne kadar kolay ulaşabileceğini gösteriyor.
Aslında bu durum o zamanlar da yaşanıyordu [2000’lerin başında]. Fakat medyanın dikkatini çekmesi için korkunç bir biçimde görünür hale gelmesi gerekti. Medya için korkunç hale gelene kadar ne kadar süreliğine korkunç olduğunu bir düşünün.
O zamanlar kimsenin bahsetmediği mülteci krizi hakkında okuyor muydunuz?
Birçok insan bunun hakkında konuşuyordu ancak alakasız kalıyordu. Aniden dünyanın dikkatini çekene kadar kaç bin insanın boğulduğunu bilmiyorum.
Nihayetinde medyanın dikkatini niye çektiğini düşünüyorsunuz?
Kesinlikle devasa hale geldi, o yüzden. Öncesinde “Tamam, bugün sadece sekiz kişi boğuldu”, “Bugün sadece yirmi. Çok da kötü bir gün değil” şeklindeydi. Günün birinde birden İtalya’nın kıyılarına 200 kişi geldi. Artık bu haberdi.
Peki, iklim değişikliğinin etkilerini tersine çevirebileceğimizi düşünüyor musunuz? Veya bir canlı türü olarak hayatta kalabilecek miyiz?
Bakın, tehlikede olan dünya değil. Dünyaya bir şey olmayacak. Doğaya bir şey olmayacak. Belki doğanın, bizim hayal edemediğimiz başka bir versiyonu olacak, ama yine de olacak. Hala dünya geneline dağılmış küçük çapta popülasyonlar olacak. Tehlikede olan; kültür olarak bildiğimiz şeydir.
Günümüzde daha az umudumuz olduğunu düşünüyor musunuz?
Beyaz ve eğitimli olup, şık bir Meksika restoranında umut hakkında konuşuyor olmamız o kadar semptomatik ki. Aşırı şanslıyız. Fakat dünyanın çok şanslı insanlarının parçası değilseniz, çoğu zaman çok umutsuz koşullarda yaşıyorsunuzdur. Sadece 1944 yılının kışında Rusya’nın batısında olduğunuzu düşünün. Salgın sırasında Avrupa’da olduğunuzu düşünün. Aynı soruyu yine sorabilirsiniz: Umut var mıdır yok mudur? Umut yarattığınız bir şeydir. Umut sizi şimdiden uzaklaştırmadığı müddetçe umut ederek yaşarsınız, ardından o değişimi yaratırsınız. Umut, daha iyi bir dünya için şimdiyi değiştirmeye çalışmaktır. Bu neredeyse tamamıyla size kalmış.
Size göre ideoloji öncesi bir zihniyete dönmemiz mi gerekmekte?
Bakın, günümüzde kendimizi ideolojiden sıyırabileceğimizi düşünmek bile bana çok zor geliyor. Öyle bir durumda çağdaş topluluktan kendimizi sıyırmamız gerekir. Benim neslimden ve şu an iktidarda bulunan nesilden birinin, içinde yaşadığımız dünyayla yüzleşmede doğru kararlarla çıkagelebileceğini düşünmüyorum. Bilgimizin yetersiz olduğu bir noktadayız. Benim tarafımdan bakıldığında, benim daha ideolojik türde bir yapım ve kendi Marksist fikirlerim var. Tarihi anlamak açısından Marx hakkında konuşuyorum. Tarihsel değişim, diyalektik ve o tür şeyler. Daha genç neslin gitgide bu tür şeylerden daha da uzaklaştığını görüyorum. Bu onların ille de ilgisiz, bihaber veya sosyal açıdan farkında olmadığı anlamına gelmiyor. Sadece benim lekelendiğim şekilde onlar ideolojiyle lekelenmediler. Daha yaşlı nesiller, sorunları çözmeye çabalamak yerine sıradaki nesillerin daha lekesiz kavramlar ortaya koyabilmesi için platformlar yaratmalı.
Platform derken neyi kastediyorsunuz?
İnsanların konuşabildiği alanlar mı? Evet, alan. Bu sanal alanlar da olabilir gerçek alanlar da. Bunlar siyasi değişimleri tetikler. Bugün bile başbakanınız sosyal medya nedeniyle öfkeleniyor. Oradaki gücü görüyorsunuz; güçlendirici ve daha iyi veya daha kötüye gidebilecek şekilde daha demokratik. Bu arada, ben demokrasi hakkında çok karamsarım.
Nasıl?
Demokrasideki sorun, demokrasinin bir süreç olması ve doktrine dönmüş olması. [Seçimde] Seçim yapılabilecek iki şey olması fikri. Ardından bir de bu süreç ideoloji halini alıyor. Demokrasi sona giden araç olmalı.
Bu yazıda, yönetmen Alfonso Cuaron’un Vulture’dan Abraham Riesman’a verdiği röportajın bir bölümü Türkçeleştirilmiştir.