Bugün işçi ve emekçi sınıfların dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs. Marx’tan başlayıp Öcalan’a kadar birçok düşünür doğa ve emek sömürüsünün atbaşı ilerlediğini belirtirken, zamanımız çok daraldı
Karl Marx doktora tezinde Antik Yunan felsefesinin önemli düşünürlerinden biri olan Epikuros’un felsefesini ele alması sadece felsefeye olan ilgisi nedeniyle değildi. Epikuros’un en önemli özelliklerinde birisi ekolojik yaşama dair düşünceler üzerinden diyalektik materyalizmin köklerini ortaya koymuş olmasıydı. Epikuros, insanı yaşamın merkezine koymayı ve tinselciliği değil, evrimi ve özgürlüğü seçmiştir. Epikuros üzerine hazırladığı doktara tezi aynı zamanda Marx’ın sonraki yaşamına yön veren ve Kapital gibi bir eseri dünya halklarına sunmasına götüren bir mihenk taşıdır.
Hareket yasaları
Marx’ın geçmiş toplumsal yaşamı, kapitalizmi ve geleceği ortaya koyma çabalarına Friedrich Engels ‘Doğanın Diyalektiği’ üzerine yazdığı makaleler ile destek olur. Engels, “Matematik ve doğabilimlerinde yenilenmeyi yaparken benim için söz konusu olan şey, doğada sayısız değişikliklerin karışıklığı arasından, tarihte yaşanmış olayların görünürdeki olumluluğunu düzenleyen şey hareket yasalarının, insan düşüncesi tarafından gerçekleştirilen evrim tarihinde iletken bir zincir oluşturarak yavaş yavaş düşünen insanların bilinç alanına giren yasaların aynı yasalar olduğu’” noktasına dikkat çekmiştir.
1917 Ekim Devrimi
- İ. Lenin, Ekim devrimi sürecinde ki önderliğini ve ortaya koyduğu devrim kuramını Marksizm’den hareketle oluşturmuştur. Lenin, kendiliğindenciliği kutsayan anlayışlara karşı çıkarken ideolojik, siyasal ve ekonomik mücadelelerde bütünselliği ortaya koydu. Toplumsal ve bu bağlamda tarihsel bütünün çözümlemesine dayanarak ve tarihsel bütünün somutlaştırılarak ele alınmasını proletaryanın kurtuluş yolu olarak belirledi.
Sınıfsal anlayış
Lenin’in sınıfsal anlayışı, ittifaklar politikasıyla proletaryanın bağımsız devrimci çizgisinin oluşumuyla iç içe olarak proletarya, yoksul köylülük, yarı proleterler ile emekçi halk ve ezilen halklar zincirini birbirine bağlamıştır. Tarım ve toprak sorunu ile ulusal sorun, devrimin merkezi alanı haline gelmiş ve ulusların kaderlerini tayin hakkını devrim ve sosyalizm zemininde ete kemiğe büründürmüştür.
Ekim devrimi
Ekim Devrimi’yle müthiş bir sosyalist gelişme yaşandı ve 20. Yüzyıla damgasını vurdu. 72 gün sürmüş olan Paris Komünü deneyimi dışında pratik anlamda bir mirasa sahip olmayan Ekim Devrimi dünya tarihinde bir çığır açmıştır. İç savaş koşullarında, büyük saldırılar ve açlık dönemlerinin içinden geçen Ekim Devrim’i, ekoloji sorunlarını başat sorun olarak ele alamadığı düşünülmektedir. Lenin, milyonlarca yoksul ve aç insanın yaşamlarını iyileştirebilmek için NEP dönemi gibi geri adımlar atmak zorunda kalınan devrim sürecinde, bütün dikkatini sosyalist devrimi zafere götürmek üzerine oluşturmuştur.
Sosyalist miras
Kapitalizminde sihirli sözcüğü olan ‘üretim artışı’ 1917 sonrasında önemsenmiş ve üretimi arttıracak ufak tefek gelişmeler dahi coşku ve heyecanla karşılanmıştır. Ekosisteme zarar verebilecek büyük imar planları ile ülke büyük bir şantiyeye dönmüştür. Bu adımlarla tarımsal üretimde ve sanayi üretiminde büyük başarılara imza atılmıştır. Bu geçiş döneminde ortaya konan politikalar bir zorunluluk hali olarak değerlendirilmektedir. Toplu taşıma, merkezi ısıtma, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, tarımın modernize edilerek tarım arazilerindeki mülkiyeti ortadan kaldırıp ortak üretim süreçlerinin örülmesi sosyalist deneyimin bize bıraktığı en önemli miraslardır.
Komünal ekolojik yaşam
Toplumsal değişimler ya da daha doğru tabirle devrimler mevcut toplumsal düzenin dayanılmaz hale geldiğinin kabul edilmesi ve alternetif bir yaşama ulaşmanın mümkün olacağına inanmakla başlar. Bugün kapitalizmin yaşamı yok eden yayılmacı yüzünün daha net görülmeye başlandığı günlerden geçmekteyiz. Bu nedenle komünal-ekolojik bir yaşam talebini yaratmayı sağlayacak bir hedefi merkezine koyan politikalara ihtiyaç var. Bu bağlamda görüşlerini ve önermelerini araştırdığımız PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın zihin açıcı tespitler yapmaktadır.
Sosyalist ekonominin önemi
Öcalan, toplumların alamadığı ve dolayısıyla tüketmediği sözde bollukla birlikte, korkunç boyutlara varmış olan yoksulluk, açlık içinde ve açlık sınırı altında yaşamaya zorlanan insanlığın bu ekonomi politik ile daha fazla yaşayamayacağını söyler. Bu noktada sosyalizmin önemine dikkat çeker. Öcalan sosyalizmi; kullanım değeri için toplumsal üretim yapılan, kârı esas alan üretimden paylaşımı esas alan üretime geçiş olarak tanımlar. Sosyalist ekonomi politikası uygulandığında işsizlik, bolluk içinde yoksulluk, aşırı üretimin yanında açlık, kâr ile birlikte doğa tahribatının bir kader olmaktan çıkacağını belirtmektedir. Öcalan, enerjinin, suyun, toprağın ve havanın metalaştırılamayacağını, yaşamın en temel elementleri olan bu 4 yaşamsal değerin toplumsal yarar dışında hiçbir şey için feda edilemeyeceğini söyler.
Kominal ekonomi
Öcalan, Demokratik-Komünal ekonominin, temel dayanaklarından birisinin ekolojik yapıya uyum olduğunu söyleyerek, “Toplumlar, kendilerini doğadaki kaynakları sınırsız, ölçüsüz ve ilkesiz biçimde tüketme hakkı olan özneler olarak göremezler. Bu nedenle doğadaki kaynakları tüketmek amacıyla değil, zorunlu ihtiyaçları için gerektiği kadar ve gerektiği biçimde kullanmalıdırlar. Bir karış toprağın, bir damla suyun, bir tek tohumun, bir tek taş parçasının dahi maddi ölçülerle belirlenemeyecek kadar yüksek olan kıymeti bilinir” diye belirtir.
İnsan ve doğa arasında bir denge kurmak artık ertelenemez bir gerekliliktir. İnsanın hangi yol ve yöntemle olursa olsun doğa üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm yaşamın dünya üzerinde hızla sönmesine neden olacak adımları beslemektedir. Kapitalizmin doğası gereği sınırsız üretim ve sınırsız tüketim politikaları artık sürdürülemez boyutlara gelmiştir. Bugün bölgemizde yaşanan savaşların arka planında yine bu hedefler yer almaktadır.
Yolun sonundayız
Kapitalizmin gözünde insanların, hayvanların ve doğanın tek değeri değişim değeri yaratıyor olmalarıdır. Bu değişim değerleri üzerinden elde ettiği sömürüyle ortaya çıkan birikimler kapitalizmin kendisini sürekli yenileyerek var etmesini sağlar. Artık yolun sonundayız! Doğayla birlikte insanlığın sonunu hazırlayan ve buna dur diyebilme ihtimali asla olmayan bir sistemin içindeyiz. Kapitalizm koşullarında yaşamı ileriye taşıma olasılığı artık tükenmiştir. Can havli ile yaşamın her alanını birikim süreçlerine bağlamaya çalışan kapitalizmden ve onun uygulayıcısı olan sermaye iktidarlarından kurtulmak, yaşamın ileriye taşınabilmesi için bir zorunluluk halini almıştır.
Ekolojik paradigma
Bugün, anti-kapitalist bir yaşamı hedeflediğini söyleyen her hangi bir siyasi görüş yaşanan ekolojik yıkıma karşı bir duruş sergilemeden inandırıcı olması çok zor. Bu nedenle öne sürdükleri politikaların temellerinde biri de ekoloji paradigması oluşturmak zorundadır. Evet, Kapitalizm en büyük değişim değerini emek gücünün sömürüsü üzerinden sağlamaktadır. Kapitalizm emek sömürüsü olmadan kendini nasıl var edemiyorsa doğa sömürüsü olmadan da bunu sağlaması olanaksızdır. Bu basit eşitleme bugüne kadar yeterince yapılamadı.
Ekosistem sonsuz değil
Marks’ın yüzyılı aşkın süre önce ortaya koyduğu emek ve doğa sömürüsünün kapitalizm açısından atbaşı ilerleyen bir sömürü süreci olduğu vurgusu günümüze kadar çok fazla anlaşılamamıştır. Kapitalizmin emek sömürüsü üzerinde kurduğu tahakkümün, kapitalizmin hakimiyeti koşullarında sonsuza dek sürebileceği algısı bu sonucu doğurmuş olmalıdır. Oysa bu durum doğa sömürüsünde mümkün değildir. Çünkü sonsuz olmayan bir ekosisteme bağlıyız.
Özyönetimler
Dünya üzerinde insan yaşamının son bulma olasılığının açıkça görülebilir olması ekolojinin bir paradigma olarak ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bugün doğal yaşamı savunmak için devrimi bekleyemeyiz. Nedeni ise çok basit. Sermaye dizginsizce doğal yaşamı sömürüye tabi tutarken aynı zamanda geri dönülemez zararlar vermektedir. Özellikle su, toprak ve hava insan yaşamının sonlanmasına neden olabilecek biçimde kirletilmekte ve yok edilmektedir. Bu saldırılara karşı koyabilmenin bir yolu ise ilan edilen özyönetimlerin ete kemiğe bürünmesi olacaktir.
Ekolojik kriz hafifsenemez
İnsan, hayvan ve doğanın tüm bileşen varlıkları (su, toprak, hava, güneş)bir arada olduğu sürece yaşam var olabilecektir. Bugüne kadar yok edilen canlı türleri kolumuzu kanadımızı kırmıştır ancak bunu tamir edebilmek halen mümkündür. Tüm canlıların yaşam hakları savunulmalı ve en azından insan soyunun sürmesi açısından ve bu durumun çok değerli olduğunu gören bir yerden mücadelemiz kapitalizme karşı büyütülmelidir. Diğer canlılarla kurduğumuz ilişki pragmatist bir tarzda değil, onların yaşam hakkının en az insanın yaşam hakkı kadar değerli olduğu gerçeğiyle kavranmalı ve bu durum asla hafifsenmemelidir.